- 582 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
669 - NEDRET
Onur BİLGE
”Nedret,
Kaptan, bana Arapça dersi veriyor. Bir haftada harfleri öğrendim, bağlamaya başladım. Yirminci gün Kur’an’a geçtim. Bugün ona petekten bal damlar gibi yavaş yavaş Fatiha ve Bakara Suresi’nin ilk sayfasını okudum. Akşamüstüne doğru, Kaleiçi sokaklarında biraz dolaştık. Eski Antalya’da onu tanımayan yok. Adım başı selamlaştı, dükkânların önündekilerle ayaküstü konuştu.
İkindi namazını Ahi Yusuf Hazretlerini ziyaret ettikten sonra, oradaki camide kıldık. Çıkınca: “Şöyle bir Karaloğlu’na uzansak…” dedim. Sola döndük. Merdivenlerden parka çıktık.
Havayı güzel gören çoluğunu çocuğunu almış, parka gelmiş. Gidenler gelenler, asırlık ağaçların altındaki banklarda oturanlar, gazinolarda çay kahve içenler, denizi seyredenler… Biz de etrafı ve miradorlardan denizi seyrede seyrede Öğretmen Evi’ne doğru giderken, son miradorda Kaptan: “Mirador, İspanyolcadır. Bak demektir. Fransızlar, gözetleme kulesi anlamında kullanıyorlar. Biz de veranda ve balkonlar için kullanıyoruz.” Şeklinde bir açıklama yaptıktan sonra “Türkiye’de, Karaloğlu parkı gibi böyle nefis bir manzaraya ve bu özelliklere sahip bir park daha yoktur!” dedi. Oradan sola, aslanlı yola döndük. Stadyum sağımızda, Atatürk’ün Antalya’ya geldiğinde içinde ağırlandığı Vali Konağı karşımızdaydı. İki yanında birer taştan oyulmuş aslan yatmakta olan kapıya gelmeden önce Kaptan durdu ve sola dönerek iki tarafı ağaçlı toprak bir yolu işaret ederek: “Burası Âşıklar Yolu!” dedi.
“Şu batısındaki büyük bina, Böcekçilik Mektebi olarak kullanılıyordu. Karşısındaki Nikâh Salonu… Gördüğün gibi yolun kenarlarında yan yana sıralanmış yabani keçiboynuzu ağaçları, aralarında erguvanlar var. Ağaçların dallarıyla üstü, erguvanlarla da yanları kapanarak tabii bir tünel haline gelmiş. Âşıklar burada el ele kol kola yürür, birbirlerine sarılarak hasret giderirler. Sırlarını bu ağaçlar ve renk renk çiçek açan, çiçeklerinden yeşil yaprakları görünmeyen erguvanlar gizler. Adalya’da sevgilisi olup da bu sokakta buluşmayan yoktur.
Antalyasporlu bir futbolcuya âşık olan “Kavuşamazsak kendimi Âşıklar Ağacı’nın dibinden denize atarım!” diye yeminler eden, oğlanın ailesinin kendisini kabul etmemesi nedeniyle dört sene kadar önce o dediğini gerçekleştiren, ancak sadece kolu kırılarak ölümden kurtulan Romen Kızı da sevgilisiyle o sokakta en az bir kere ama mutlaka buluşmuştur. Oradan kendilerini atan hamile kızların, sevgilileriyle beraber çok şey kaybedenlerin hemen hemen hepsi ölüp gitti. Kurtulan nadirdir. O kız da şans eseri az bir zararla kurtulanlardan…”
“Onlar kavuşmuşlar, duyduğuma göre. Bizim çocuklar iyi tanıyorlar onları. Anlatıp duruyorlar birbirlerine.”
“Evet. Kavuştular. Çocukları bile oldu. Kızın, oğullarını ölümüne bir aşkla sevdiğini gören aile, o olaydan sonra inadından vazgeçti. Bu büyük aşk karşısında daha fazla duyarsız kalamayarak evlenmelerine izin verdiler. Bizim meşhur âşıkların çoğu ayrıldı, bazıları intihar etti ama onlar gibi muratlarına erenler de az değil. “Darısı senin başına!” diyemiyorum. Bunun imkânsız olduğunu biliyorum. Olmayacak duaya “Amin!” denmez!”
“Öyle bir beklentim hiç olamadı ki Kaptan! Sadece sevdim.”
“Biliyorum dostum. Sana takılıyorum. Ne yazık ki bazı aşklar ya karşılıksız oluyor ya da yarım kalıyor. Antalya Lisesi’nde de öyle büyük bir aşk yaşanmış. O zamanlar ben daha gençtim. Açık denizlerde, gemilerdeydim. Yaklaşık otuz yıl olmuştur. Efsanevi bir aşktır.
52. Alay’da yedek subay olarak askerlik yapmakta olan Kudret isimli çok yakışıklı bir delikanlı, Antalya Lisesi’nde edebiyat derslerine de girmeye başlamış. Okula yağız bir atla, süvari kıyafetiyle geliyormuş. Bütün kız öğrenciler, ona hayran ve âşıkmışlar. Ders boyu onu seyrederek hayaller kurarlar,
teneffüslerde birbirleriyle fısıldaşıp dururlarmış.
O zamanlar, Liman Reisi Rafet Bey’in on yedi yaşlarındaki güzeller güzeli kızı Nedret de son sınıftaymış. Kudret, onun da başını döndürmüş. Kız bir içim su! Nedret’in ilgi ve sevgisini fark edince karşılıksız bırakamayan Kudret’in duyguları da kuvvetli bir aşka dönüşmüş. Ancak bu aşk süre yalnız kalplerde, herkesten gizli yaşanıyormuş.
Aradan aylar geçmiş. Her yılki gibi mayıs ayında düzenlenen Çiçek Bayramı kutlamasında, Cumhuriyet Alanı’nda yapılan törenden sonra, Karaloğlu’na kadar gitmek üzere yola çıkan, Halkevi Bandosu’nun çalmakta olduğu marşlara eşlik ederek ilerleyen kortejde Kudret’le Nedret de varmış. Askerlerle, öğrenciler uygun adım ve diğer meslek erbapları da develerle atlarla, taklarla ve çiçeklerle süslenen caddelerden geçerek ilerlerken, kaldırımlarda biriken halk da ’Yaşasın Cumhuriyet!..’ diye bağırarak onları alkışlıyormuş.
O iki âşık, artık birbirlerinden ayrılamayacaklarını anladıkları için aşklarını saklamaya gerek duymadan, günden sonra hemen hemen her gün Âşıklar Yolu’nda veya Artiz Ağacı’nın altında falan buluşmaya başlamışlar. Giderek aşklarını şehirde duymayan bilmeyen kalmamış.
Bir gün Kudret, birliğindeki iki subayla birlikte kızı istemeye, Rafet Bey’in Kaleiçi’deki evine gitmişler. Âdettir, bir kız istenir istenmez hemen verilmez. “Bir düşünelim! Kendisine soralım!” falan denir. O süre zarfında erkek tarafı hakkında malumat edinilmeye çalışılır. Kız evi naz evidir. Oğlan evi dilenci… Bilmem artık kaç kere gelir giderler o eve, kızı alıncaya kadar.
Kudret, aynı kişilerle bir hafta kadar sonra yine gitmiş o eve. Tekrar istetmiş kızı ama Antalyalı öyle yabana kız vermez kolay kolay. Kudret aslen Antalyalı değildir. Onun için kız yine verilmemiş teğmene.
Her iki genç de perişan halde… Kız geceyi ağlayarak geçirmiş. Ne kadar direttiyse de ailesinin kararını değiştirememiş. Sabahleyin de intihar etmeye kalkışmış.
O zamanlar kızlar tentürdiyot içerek ölmeye teşebbüs ediyorlardı. Bazıları da içmiyor, dudaklarına sürerek ailelerini korkutmak suretiyle amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı.
Evdekiler, Nedret’in kendisini öldürmeye teşebbüs edebileceği konusunda endişeli oldukları için durumu hemen fark etmişler. Kız Devlet Hastanesi’ne kaldırılmış. Durumu ciddiymiş. Doktorlar “Umut yok!” diyorlarmış.
Öğleye doğru haber, bütün Adalya’ya “Nedret intihar etmiş. Kurtaramamışlar!” şeklinde yayılmış. Şehir o yalan yanlış haberle çalkalanmaya başlamış. O zamanlar nüfus on yedi bin… Herkes birbirini tanıyor. Kız alıp vermişiz. Büyük bir aile olmuşuz. Ayrı gayrı yok. Birinin derdi, hepimizin derdi…
Acı haber, Kudret’e ancak öğleden sonra ulaşmış. Bütün umutlarını kaybeden genç, ıstırap içinde, üstünde resmi kıyafet, atına atladığı gibi Rumkuş’a doğru süratle sürmüş! Âşıklar Ağacı’nın altına gelince inmiş. Atı ağaca bağlamış. Üstündeki resmi elbiseyi çıkararak itinayla katlamış, arasına bir mektup koyarak her zamanki oturdukları kayanın üstüne bırakmış. Ayaklarına taş bağlayarak kendisini falezlerden aşağıya atmış.
Orada öyle dürülü vaziyette resmi bir kıyafet görenlerden biri, Yenikapı Karakolu’na giderek haber vermiş. Olay yerine giden polisler, orada ne olup bittiğini, elbiselerin arasında buldukları mektubu açınca anlamışlar. Zarfın içinden çıkan birkaç satırlık notla, intihar da sebebi de açıkça belirtilmiş.
“Yazık oldu, gitti zavallı Nedret! İntihar ediyor şimdi Kudret! Buna sebep, babası Rafet… Yaşasın Cumhuriyet!..!”
Nedret, olanlardan habersiz, hastanede günlerce ölümle pençeleşmiş. Haftalardan sonra hayata dönerek oradan çıktığında, Kudret’in intihar ettiğini öğrenmiş. Deliye dönmüş!.. Evin tavandaki avizeye ip bağlayarak kendini asmış.”
Ne sen Nedret olabilirsin ne de ben Kudret ama keşke böyle karşılıklı, ölümüne bir aşkı biz yaşamış olsaydık!
Olsaydık da sonunda ölüm olsaydı!
Kudret”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 699
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.