- 457 Okunma
- 0 Yorum
- 3 Beğeni
HASVAL VE LİMON İHTİMAMI
Efendim, hayalimi seslendirmeye başlamadan önce Rüstem Hasval ile ikinci buluşmamı gerçekleştireceğimden oldukça heyecanlı olduğumu söylemekte fayda görüyorum. Kendisi ilkinde, bir belediye parkında zerdeçal renkli bir bankın üzerine boylu boyunca uzanmak suretiyle elinde sıkıca tuttuğu şeffaf poşet içerisindeki iki adet ekmeğin ve benim refakatimde kalp krizi geçirerek öldü. Son isteği gereğince de tıbbi müdahalede bulunmadım. Bir psikanalistin didiklemelerini düşünmek dahi vizite ücretleri bakımından bir hayli tuzlu olduğundan sözünü etmeyeceğim. Lakin bir yazar olarak altı lastikli siyah ayakkabılarını Samanpazarı Sokağı’ndan; peynirini, balığını, sebzesini Ulus Hali’nden alan emekli amcalara olan takıntımın nedenini epeyice merak ediyorum. Bir belediye parkı, hafif bir rüzgar ve elbette üzüntüm karşılaşmalarımın değişmez fonudur ama Rüstem Hasval, hepsinden farklı olarak bir çırpıda öldü. Takdir edilir ki öte taraftan iletişim kurması hemen mümkün olmadı. Bir takım yazışma, izin gibi bürokratik işlemler bu tip durumların olmazsa olmazıdır. Nereden mi biliyorum? Dünya üzerinde bir avuç fındığı geçmeyecek sayıda kişiden ve ilgili konunun en deneyimlilerinden biri olarak geçenlerde sertifikamı aldım. Üzerinde "Ölüp de Yeri Gelmişken Dönenler" yazısının altın yaldızlı harflerle işlenmiş olması doğrusu gururumu okşadı. Ölüm sonrası deneyim olarak bilinen bu durum her baykuşa nasip olmaz. Sertifikamı birkaç kişiye gösterme gafletinde bulunmamla birlikte dudak bükmeleri, sanki deliymişim iması içeren göz süzmeleri veyahut devirmeleri hiç mi hiç hoşuma gitmedi. Hatta biri, "o da bir şey mi? takip ettiğim ünlü şarkıcı beliyle ceviz kırıyor," diye mukabele edince ben de sinirlenerek sertifikamı çorbalarıma lezzet katsın diye kağıt kesme makinasında küçültüp bir litrelik cam kavanoza koydum. Çorbalarımı içtikçe öldüğüm o günü hatırlıyorum. Yalancı ayaklı cerrahın melun ellerinde neredeyse canımı dört taksitle değil peşin halde verdiğim sonumun vaki olduğu anlar oldu maalesef. Yaşlı ellerinin titrediğini fark etmem için bedenimi kevgire çevirmesi gerekiyormuş. Burada susuyorum ve içi bir hoş olanlar için hayalimi hızlandırıyorum. Ameliyat, yoğun bakım, erkeklere vakvak, kadınlara lazım tuhaflık derken bendeniz bir baktım ki bir çölde uçuyorum ama ne uçma, sanki kuğuyum ya da dört motorlu bir uçağım.
"Uç uç kelebek, annen sana dünyayı getirecek."Hooop, aşağıya doğru baktım da bir de göreyim; aman Allahım çöl bitmiş, zemini ot, kertenkele, eranib basmış, göğümse maviyi yeniden doğuruyor, o an yuvama dönmem gerektiğini anladım. Üstelik Çölde Çay filmini henüz izlememiştim.
Lafügüzaf bol, güldük, hüzünlendik biraz da değişelim. Ben, böylesinin bir kümülatif rüya ya da beyin gürültüsü olduğuna asla inanmadım. Araştırdım, soruşturdum, sonunda bir bilene danıştım. "Evet, siz ölmüşsünüz, " dedi ve "durumunuzu inceleyene kadar en iyisi yaşayın," diye de ekledi. Ne ince bir davranıştı bu. Bense, en önemlisi olarak ruhumun bir başka ruhla görev devir teslimi yaptığını hissetmeye başladım. O zaman giden gitmişti de gelen kimdi? Ben, ben değilsem zarflar sıfatlara mahcup düşecekti. Düalite çalışan bir düşünüre danışacaktım ki bu sefer de hepsinin öldüğünü ve oldukça umutsuz olduklarını öğrendim. Çağdaş düşünce pişiren biri de ben dünya siyaseti ve virüslere bakıyorum, bir de kargo kutusu içinde seyahat ediyorum dedi de hızla yanından savruldum.
Yok yok, böyle olmayacak biz en iyisi bir iyilik ve sevgi mabedi olan Rüstem Hasval’a dönelim. Görünce mutlu olacaktır diye çok sevdiği iki saksağanı da buluşmaya çağırdım. Birlikte bindiğimiz belediye otobüsünde üç tam bilet basınca ne doğru bir iş yaptığıma iyice emin oldum. Yedikleri ekmeği unutmayıp, cikcikcok diyerek insanların ne nankör oldukları üzerine bir konuşmalarını dedikodu değil yerinde bir eleştiri olarak gördüm.
Otobüs seyahatimiz sonlayıp, buluşacağımız parkın kalp krizi noktasına doğru ağır ağır ilerlerken, Rüstem Hasval, tahmin edileceği gibi marketten limon almam lazımı düşünen beynime değil, kalbime konuştu;
"Sevgili kızım beni önceleyin öykülerindeki diğer karakterler gibi içten ama bir o kadar uzak bir etkileşim içinde kurguladığını biliyorum. Sen bilmezken, hiç kimseye olmadığı kadar yakın hissedip kefir tanelerin gibi bağlanacağını biliyordum. Yalnız, anlatabilmen ve anlayabilmen için biraz daha arınman gerekir. Senin kadar her bir şeyi dert edeni ve üzüleni görmedim. Sevgisizliğin içinde yüzemeyen anca çırpınır bu da bol tuzlu bir katharsis yoğuşmasıdır. Ne dediğimi anlamadığını biliyorum. Kalbin bir gün gerçeğini fısıldayacak. Onu çok yorma sakın, sonra benim gibi bir park köşesinde yığılır kalırsın. Kıymetini bilme, değer verme konularında özenen, incitmeyen, vafi halleri olanlar ne de güzeldir. Unutma, toprağı işleyen kefaretiyle karşılaşır. Bir tohum al, cebine koy ve düşürme sakın. Ağaç olana dek, dibine sevdiğini nakş-ı şefkat olarak dökeceksin. Ardından arınmış olacaksın. İyi ol güzel kızım, gözlerinden öperim."
29.01.2021 Ankara
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.