- 297 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ANILARIN İÇİNDEN 5
ANILARIN İÇİNDEN 5
1971 yılı 6 yaşındayım. Herkes beş altı yaş anılarını unutur ama benim bu gün gibi anılar aklımda. Belki o yıllarda benim için büyük anlam taşıyan şeyler yaşadığımdan olabilir, bilemiyorum. O yıllarda kardeşim Hasan doğmuş ve daha o birkaç aylıkken ben ilkokula başlamıştım. O yıllarda yaşanılan benim zihnime kazınılan bir kaç olayı ara ara kaleme almaya çalışacağım.
Bugün size Maya Halam’dan bahsedeceğim.
Halalarımın ikisi(Döne ve Elif) Suriye tarafında kalmıştı. İkisi de(Maya ve Hatice) bu tarafta.
Maya halam babasının amcası oğlu ile evlenmiş aile içinde Sarıca soyisminin devam etmesini sağlamıştı.
Seve (Akıncı) köyü dedemin sülalesinin köyü idi. Varlıklı ailelerdi. Birkaç yüzyıldır buralara yerleşmişler tarım ve hayvancılıkla uğraşıyorlardı.
Halamın o dönem 3 kız 3 oğlan 6 çocuğu vardı. Zeynep abla ile Fidan abla halamın iki büyük kızı, onun otoritesi ile büyümüş iki Türkmen güzeli idi. Çok çalışkanlardı.
O dönemde evlerinde su yoktu. Dereye gider omuzlarında şu çatısı ile bir kilometre uzaktaki dereden su taşırlardı. Yayık yayarlar tereyağı elde ederler. Tandırda yufkalar yaparlar. Sıcak ekmeğin arasına tereyağını sürer dürüm yapıp anında bize yedirirlerdi. Kerpiçten evleri vardı. Halam temiz, titiz, tiril tiril bir kadındı.
Dam loğlamayı onlarda görüp öğrendim ilk kez.
Kendi evlerini kerpiçten kendileri yaparlardı. Mis gibi toprak kokardı. O evin kokusunu başka bir yerde bulamadım asla.
Evlerinin hemen karşısında elli metre var yok dikenli tellerle çevrili mayın tarlası vardı. Gündüz iki üç asker devriye gezer köylüler ile pek nadir sohbet ederlerdi. Her 500 metrede bir gözetleme kulesi vardı. Orada gece gündüz bir asker ayakta beklerdi. Ne kadar üzülürdüm. Yoruluyorlar ve kar kış demeden bekliyorlar diye.
Ama vatanî görevlerini yerine getiriyorlardı. Vatanımızı nasıl koruyacaklardı başka türlü?
1950 yılında mayın tarlaları döşenince, vatanı korumak için beklemek gerekiyordu.
Bizimkilerin birçok bağ bahçesi mayın tarlasında kalmıştı. Geçim kaynakları azalmış böyle olunca köylüler bazı geceler mayın tarlasından geçerek karşı taraftan (kaçak) çay ve tütün getirip şehirde satmaya başlamıştı.
1968 yılında bir gün Ahmet eniştem, (Halamın eşi) gece yarısı (puslu bir geceyi seçiyorlardı mayın tarlasına girmek için ) askerlerin göremediği kör bir noktadan mayın tarlasına girmiş.
Kapkara bulutların arasına ay saklanmış. Göz gözü görmüyor.
Beni kimse farketmeden karşı köyden tütün ve çay alıp geleyim diye ürkek adımlarla yürümeye başlamış. Attığı her adımda can pazarında olduğunu bile bile yeni yürümeyi öğrenen bir çocuk misali atıyormuş adımlarını. Baykuşların seslerinden başka hiç bir ses yokmuş ortalıkta. Her an mayına basma tehlikesi varmış. Attığı yanlış bir adım canına mal olabilirmiş. Tarlanın tam orta yerine gelir gelmez askerlerin fener ışığını görünce paniklemiş. Saklanacak bir yer yok ki. Hızlıca geçivereyim der demez attığı bir adım büyük bir patlamaya sebep olmuş.
Maya halam eli yüreğinde bekliyormuş zaten. Patlamayı duyar duymaz kapı önüne fırlamış. Eyvah ki ne eyvah!!
Gitti gitti diye dövünmeye başlamış.
Askerler mayın tarlasına girip onu çıkarmışlar. Bacak dizden itibaren kopmuş ama canı sağmış. Karakola haber etmeyin diye köylüler askerlere yalvarmışlar. Köylü toplanmış. Eniştemi hastaneye kaldırmışlar. Bacağı ne yazık dizden itibaren kopmuştu. Tedavisi yapılmış ama orada kimliği ifşa olmuştu. Mayın tarlasına girdiği belli.O yaralı haliyle ceza evine girecek. Kimlik bilgilerini o zaman değiştirmişler. Sarıca soy ismi Çalışkan olmuş. Bir kaç kilo çay ile tütün yoluna hem canından olacak hem de o haliyle cezaevinde kalacaktı. Ahmet eniştemi bu kadarla kurtardıklarına mutluydular ancak...
Keşke bu kadarla kalsaydı. Kara yazılı halam bir kaç yıl sonra çok feci bir olayla karşı-karşıya kaldı.
Türkmen düğünleri çok farklı olur. Harman yerinde tüm köy, düğüne katılır. Ucu bucağı belirsiz bir halaya tutuşulur ki görmeyin. Kadınlar özel giysilerini giyer halayda yerlerini alırlar. Kazanlarda yemekler pişer. Birlik dirlik içinde eğlenilirdi. Üç gün üç gece davul zurna çalar halay hiç bozulmazdı.
Mustafa abim halamın büyük oğlu on yedi yaşlarında. Ak benizli boylu poslu bir delikanlı.
Gündüz en güzel kıyafetleriyle harman yerinde boy göstermiş. Halaya katılmış. Düğünde eğlenmiş. Akşam evden çıkarken gece vakti kirlenmesin bunu gündüz yine giyerim diyerek takım elbisesini çıkarıp, pantolonla mintanını giyip tekrar halaya katılmış. Gece karanlık lüküs denen aydınlatıcılar harman yerine asılmış. Eğlence devam ederken düğünlerde gelenek hâline gelmiş birkaç kişi tabanca tüfek ne varsa havaya ateş açıyorlarmış.
Ama.....
Ama biri tüfeği nasıl olduysa yatay tutmuş. Mustafa abimin kalbine saplanmış kurşun. Yığılmış yere o da aniden.
Yer susmuş gök susmuş düğün dernek susmuş. Halamın feryatları yeri göğü yırtmış. Biz ne olduğunu bilmiyoruz. Köyden bir jeep geldi. Hepimiz doluştuk gittik.
Babam hiç konuşmadı yolda. Bir şeyler olmuştu ama ne?
Harman yeri kalabalık halam kendini yerden yere vuruyor.
Boşandı gözümden yaşlar boşandı..
Kanlı gömleğini gördüğüm andı
Kahbe felek akıp da duran kandı
Yavruma kıyıp da nasıl vurdunuz
Gelip de karşımda nasıl durdunuz..
Halam perişan biz perişan herkes perperişan .
Sabaha kadar gökyüzü ağladı biz ağladık.
Yoktu çaresi.
Yıkayıp kefenlediler.
Tabutundan kanlar aka aka götürüp mezara koydular.
Halamın o mezara sarılmasını hiç unutamıyorum.
Çözemediler onu saatlerce kara topraktan.
Böyleydi acımız kaderim böyle
Sende güzellikler varsa söyle
Eğle bu yaralı yüreği eğle
Belki bir an olur güler yüzümüz.
Her şeye rağmen hayattan asla ümidimizi kesmedik. Büyük umutlarla tutunduk hayata. Madem bu dünyaya gelmiştik. Mücadele edip en güzel şekilde insan onuruna yaraşır şekilde yaşamak için mücadele edecektik. Ettik de!
KARDELEN(Ayrıkotu)
28.01.2021
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.