Düz Duvar 9
İşte diyordu, bu iki tepenin zirvelerini birleştirecekti, kapatacaktı ki vadinin üstünü, düşmanlar göremeyecek ve hiçbir sinyal alamayacaktı, çelik direklerin üzerine evlerin çatısı gibi bir çatı yapabilirdi, ancak kiremit değil sadece beton olmalıydı dümdüz, betonun üzerine de 50 metre toprak döker ve ağaçlandırırdı, kimse anlamazdı sonuçta, iki tepenin birbirine uzaklığı kaç metreydi ki, Nevruz Tepesinden, kendi yaylarının altındaki tepelere kadar burayı Türk Hava Savunma Kuvvetlerinin ana üssü yapabilirdi. Burada tam yedi tane voltranı olurdu, mavi renkli aslan voltranın başı olurdu.
Elindeki bonibon kapaklarıyla cuf cuf diye voltranlarını uçururken birini düşürdü, sobanın altına giden sarı renkli kapağı almaya çalışırken, sedirin altındaki poşette büyük radyo pillerini gördü, pillerden köpek yapabilirdi, piller onun sürüsünün köpekleriydi, çam kozakları da koyunları ve keçileri… Benim sürüm herkesinkinden çok olmalı diyordu, çam kozalaklarını saymaya başladı, 12 taneydi, bu kadarlık sürü mü olurdu, odunluğa gidip kucağına alabildiği kadar daha kozalak aldı, tekrar saydı 19 tane koyunu olmuştu, büyük kozalaklar koç olmalıydı, küçük kozalaklar kuzu, orta büyüklükteki kozalaklar da koyunlarıydı.
Camdan dışarıya baktı, Osman amcanın yeşil renkli arabası olan voltranı, uçamıyordu, uçamayan araba mı olurdu, hem bir de toza dumana katıyordu geçtiği yolları, onun arabası voltranın kendisi olacaktı, uçacaktı o. Belki pilot olurum dedi, voltranın kafasına oturur, at gibi koştururdu robotlarını..
Hem gördüğü düzlükteki tüm tarlaları alacaktı, arpa, yulaf ve buğdaylar.... Tarlalarının da en iyisi onun olmalıydı, hepsinin boyu insan boyunu aşmalıydı, traktör de alacaktı, saman da taşıyabilirdi, mahsul iyi olursa tüm köyün samanını karşılayabilirdi, lakin komşuları yardıma gelmeliydi, tek başına biçemezdi ki koca tarlaları, hem inekler öküzler girmemesi için çevresine çit çekmeliydi, acaba voltranları buğday arpa biçebilir miydi, hiç düşünmemişti.
Kurtlar saldırıyordu sürüsüne, hemen büyük pili aldı kurdun üstüne attı, kurtları büyük taşlardan yapmıştı, iki koyununu boğmuştu kurdun biri, kozalakların kabukları kırılmıştı, küçük piller de saldırmıştı kurda, çoban köpeği dediğin kurttan korkmazdı, galiba bugün uyuyakalmışlardı, yoksa kurt nasıl yanaşabilirdi sürüsüne, bir iki tane büyük pil daha bulsa iyi olacaktı, her yer kurt kaynıyordu, kuzular korkmuştu avluya koşmuştu, koca pil olmasaydı, kurt, tüm koyunlarını boğabilirdi, koca pili eliyle koşturup hırlayıp havlayarak kurdun üstüne saldırmıştı, bir elinde taş olan kurt, bir elinde köpek olan piller kavgaya tutuşmuştu.. Hangisi yenecekti acaba, tabii ki köpeği yenecekti, kocamandı çünkü elindeki pil…
Sonra uzaktan kumandalı tankını aldı, tankla ne yapılırdı ki, bilmiyordu. Biraz sürdükten sonra bıraktı.. Kırmızı ışıkları da çok yanmıyordu zaten kumandanın, arada bir gidip duruyordu, ilk geldiğinde nasıl da çok hızlı gidiyordu tankı, bozulmuştu sanki, bütün odalara girip çıkıyordu tankı, kapı eşiklerinin kiminden geçerken zorlansa da yan yan geçirebiliyordu, çok ses çıkarıyordu yine de.. hem toprakta da gidiyordu tankı.
Saldırı vardı hava üssüne, kim Türk’e saldırabilirdi ki, hemen cuf cuf yaptı, sinekler düşmandı, bonibon kapaklarının ikisini bulamadı, olsundu bir tane yeşil renkli aslanı bile sinekleri kovalayabilirdi..
Renkli hikaye kitaplarına baktı, sadece resimleri seyrediyordu, dayısının da böyle traktörü vardı, onunla tarla sürüyordu, elma taşıyordu.. Sayfaları çevirdi, çoban kaval çalıyordu sanki, kuzunun biri zıplamıştı havadaydı, ağaç resimlerini artık biliyordu, onun da ağaçları vardı, tepelerdeki meşeler de benim ağaçlarım diyordu.
Sonra okul resmi gördü, çocuklar vardı, kırmızı üzerine beyaz hilal ve yıldız vardı, bir çocuk diğerine kitap veriyordu, kara tahtada beyaz renklerle çizilmiş bir şeyler vardı, baktı baktı kafası karıştı, neydi ki o çizgiler, bilmiyordu, hem kitapta o resimlere benzeyen bir sürü şekil vardı, ama bunlar siyah renkliydi, kimi diğerlerinden çok büyüktü..
Yine sinekler saldırıya geçmişti, küçük pillerle sinekleri kovalamaya başladı hav hav hır hır.. sinekleri bir türlü yakalayamıyordu köpekleri de voltranları da.. Düşmanlar çok hızlıydı.. Her yere konuyorlardı, sedirin üstüne de çıksa sinekleri yakalayamıyordu, kırmızı kapağı attı sineğe, lakin kapak çok gitmedi elinden mi kaymıştı… Canı sıkıldı.. Sinekler camın en üstüne konmuşlardı, perdeyi salladı bazıları uçtu gitti işte.. Kovalamıştı yenmişti düşmanları..
***
Şimdi hiç biri yoktu, ne pilleri, ne kozalakları, ne tarlaları, traktörü de yoktu, voltranları neredeydi… Camiden bağıran büyükleri hep yalan söylemişti. Dedesi de camiden bağırırdı, o da mı yalancıydı.. Hayır bilmiyorlardı öyle öğretilmişlerdi. Soramıyordu kimseye yalan neydi? Büyükler hep yalancı mıydı, camidekiler hep mi yalan söylerdi bu çağda?
Dinistlerin yalanlarını biliyoruz, ya diğerleri, ülkücülerin, komünistlerin, cumhuriyetçilerin yalanları??? O kadar çok yalan var ki, doğruyu ve insanlığı ara da bul..
Büyükleri üzmeden doğrusu anlatılmalı artık. Gücendirmeden…
Peki, bizim kuşakların yanlışları, yalanları var mı, bilmeden yalan söylüyor, yazıyor olabilir miyiz? Y’ler ve Z’ler bu konuyu düşünmeli.. Lakin bizler daha kendi kuşaklarımız, nesillerimiz doğruda buluşamıyoruz sanki, aynı hataları mı yapacağız? Umarım eskilerin düştüğü tuzaklara bizler düşmeyiz..
YORUMLAR
Şair abi çok güzel yazmışsınız yine lakin insan yaşamı öyle ya da böyle doldurulmak zorunda. Yani insanın yaşamını öğretiler, bilim, felsefe, din ile hazır halde bulduklarıyla doldururlar.
Sübjektiflik üzerine yaşamdan söz edilemez, bu bir ütopyadır. Bu iyi bir sözdür şair abi, bi düşünün isterseniz.
Bireysel bilinç hiç bir zaman özgür değildi, özgür de olmayacak. Aslında bu durum insanın yaşaması gereken orijinal yaşantısının kendisinden çalınmasıdır, başkalarının biçimlendirdiği yaşamı yaşamak zorunda bırakılmasıdır. Bu bile bazen çok görülür ortalama bir yaşam bile verilmez.
Şair abi, bizim Cabbar bile anladı bunu... Hürmet eder, hatırınızı sual eder, zihin şöleninizi kutlarım.
Nesildaşım bu sefer daha farklı bir duvar yazısı okudum...az biraz hüzün sardı hatta içimi..
Işin daha garibi önüne gelen 10 kişiyi çevir sor...hepsi yalandan nefret ederler ve asla söylemezler...lakin tarih tüm bu kötülüklere kılıf giydirenlerle dolu..hatta ilahi metinler dahil...eğer....soyle ise böyle olabilir...eğer şu ise bu...
Kalemine sağlık nesildaşım...
Umuyorum aynı şeyin başka rengi değilizdir...malum iş işten geçmeden anlaşılmıyor o durum.
Eksik olma dilerim.
Her daim sevgi ve muhabbetle
Yinsani
insanlık aynı delikten kaç defa sokulabilir ki, hep aynı hatalar her nesilde yapılmaz umarım..
eksik olma..hep ol ve hep yaz dediğimiz gibi..:)Y...'den.
Muhtesem!..Hayallerimiz olmasa hedeflerimiz de olmaz zaten Ustad.Hayat mucadelesi kurgulanmis kucucuk gibi gorunen yasina uygun zekada gerceklestirilen oyunlar olsa gerek.Yanlislar ve hatalar da olacaktir mutlaka..Insaniz neticede.Ama bunlari en aza indirebilmek icin caba sarfedilirse yasanabìlir olur hayat.Genis perspektiften yapilacak gozlemler muvacehesinde.Yalanlar masum degildir hic bir zaman.Acik olunmali aydinlanmali ve aydinlatilmali.Gercekler can yaksa da kamufle edilmemeli.Yine guzel bir duz duvar yazisiydi.Beyin firtinasi izdusumuydu.En onemlisi de hayattan kesitler tasiyor olmasiydi.Saygiyla.
Yinsani
eksik olmayın..
y..'den.. siz x'tendiniz dimi :))