- 579 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
696 - YILDIZ
Onur BİLGE
“Yıldız,
Ulaşılamayan yıldızlar gibisin. Uzaklardan göz kırpıyor, ışıldıyorsun ve yükseklerden bakıyorsun. Bana hep karanlık geceler, bana hep yalnızlıklar…
Rüya desem, rüya değilsin. Hülya desem, hülya değilsin. Hayal olsaydın, gerçekten gerçek o sivri dilinle tüm gerçeğimi böylesine alt üst edemezdin! Simsiyah saçlarınla kararttın dünyamı. Dilerim bahtın kararmasın!
Bakmaya kıyamadığım yüzün de gözlerimi ayıramadığım gözlerin de silindi silinecek hayalimden. Bazen ne kadar uğraşıyorum, yüzünü görmeye… Tam görünecek gibi oluyorsun, o anda ne oluyor, anlayamıyorum, aniden kayboluyorsun!
Keşke çok eski de olsa o bana vermiş olduğun siyah beyaz vesikalık resmini yırtmamış olsaydım! Hiç değilse hayalimden silinmezdin. Hiç tanımamışım gibi bilinmezdin!
Eskiden, nereye baksam orada olurdu hayalin. Düşlerimde doğru dürüst göremezdim, hep beklemede kalırdım bir yerlerde gelmeni. Perdelerin sımsıkı kapalı olurdu nedense. Ne pencereden bakardın, ne dışarıya çıkardın. Hep olacağın yerlerde olurdum rüyalarımda. Hep geçebileceğin yollarda olurdum. Bazen tam evinin karşısında beklemede… Kan ter içinde uyanırdım, görüntünden bile mahrum bir şekilde… Ağlamaklı olurdum.
Bir zamanlar, duvarlarda, masalarda, kapılarda, hatta kocaman bir yüz halinde Toroslarda olurdun. Sonra gökyüzünde… Öyle büyük, öyle akıl almaz, öyle güzel ki bakmalara doyulacak gibi değil! Görünmez oldun nicedir. Bu nasıl düşmanlıktır! Bu nasıl bir kin!.. Nasıl bir intikam!..
Nasıl da boşalıverdi sağım solum, önüm arkam… Toroslar da gökyüzü de tüm gerçekliğiyle dikiliyorlar karşıma! Ne hayalini gösteriyorlar, ne de en küçük bir yansıma…
Nasıl bir silgiyle sildin her yerden yüzünü, gözlerini? Saçların nerde? Hani taradıkça dalgalanırdı, güneş vurdukça parlardı. Hani savurdukça beyaz zamabak kokardı, sen kokardı.
Nasıl sustun sen öyle? Bir daha ağzını açmamacasına… Nasıl bir şeydin sen? Düşüncen bile yorgunluk, anılman bile külfet… Yalan oldun. Talan oldum!
Her zaman ikinci planda kalan oldum. Her zaman geride kalan, unutulan… Ne kalacak benden geriye, bilmiyorum. Ne kaldım ki yaşarken zaten! Ne demiş Nâbî:
“Bende yok sabr-ı sükûn, sende vefadan zerre
İki yokluktan ne çıkar, fikredelim bir kere!”
Nâ da olumsuzluk eki, bî de… Nâbî, adının hecelerini kast etmiş aslında… Nâbî’de iki yokluk bir arada… Bende yokluktan başka bir şey yok zaten… Pek çok yokluk bir arada ama bana senin yokluğun yetiyor!
Kaptan diyor ki: “İsminin hakkını vermelisin Necmettin! Senin isminin anlamı Dinin Yıldızı!” Ben de ona diyorum ki:
“Benim bir Yıldız’ım vardı, o da kaydı! Bende yıldız ne arar! Yıldızlık da öyle... Din desen, dümende sen olmasan, ondan da eser kalmaz! Yalnız kafa kâğıdımdaki İslam kelimesi kalır. Hani Necip Fazıl bizim gibilere Marka Müslüman’ı diyor ya… İşte öyle!”
“Öyle deme azizim! Tevafuk! Bak, ne güzel bir isim koymuşlar sana! Benim ismimin anlamı da ıstıfa edilmiş, yani seçilmiş. Güzide, temizlenmiş anlamlarına da geliyor. Peygamber Efendimizin isimlerinden… O seçilmiş, arınmış, güzide ve örnek bir şahsiyettir.”
“Yıldızlı semâlardaki haşmet ne güzel şey…” diye bir şarkı tutturdum. “Mehtâba bakıp yâr ile sohbet ne güzel şey…”
“Sadi Hoşses’in Kürdili Hicazkâr şarkısı…” dedi Kaptan. “Çok severim! Ağzına sağlık!”
İyi ki: “Bırak da o söylesin!” demedi!
Dışarıya çıktığım zamanlarda insanlara bakıyorum. Sokaklarda, parklarda bahçelerde ne kadar da mutlu, nasıl da keyifliler! Ne kadar coşkuyla konuşuyor, ne kadar heyecanla birbirlerine bir şeyler anlatıyorlar! Nasıl tat alıyorlar yaşamaktan! Hayat dolular, neşeliler. Hele gençler…
Çoktan kaybettiklerimi bulmuşlar. Sevinmesinler mi! Ben de Kaptan’ın verdiklerini almaya çalışıyorum. Allah aşkı ve ibadetin huzuru…
Yine geceler karanlık, yine uykusuz gözlerim ama kahrın yerini dinginlik almaya başladı yavaş yavaş. Yine yorgun, yine bitkin olsam da bedbin değilim eskisi kadar.
Gençlerle dolup taşıyor, köhne odam. Coşkuları sokağa taşıyor! Şakalaşıyor, gülüp eğleniyorlar çalışırlarken. Aşkları var, yaşama coşkusuyla dolular. Gelecekleri var, her şeyden önce… Bir dolu beklentileri gerçekleşecek büyük bir ihtimalle. Kendimi eşitleyemiyorum onlara. Bu imkânsız! Kendimi çıkarıyorum, onlardan bir şey eksilmiyor. O zaman bir kez daha yok olduğumu anlıyorum.
Her zaman dışarıdan çok güçlü ve heybetli göründüm. İstanbul’dayken, gençken kötü niyetli biri gelse karşımdan, anlasam ki bana bir kötülük yapacak, pis pis bakmaya, dayı dayı yürümeye başlardım, o korksun benden diye. Oysa tıynetimde yok külhanbeylik benim.
Karşıdan çok güçlü biri gibi görünürüm. Anlatmaya başladım mı güçlü olmayı, mangalda kül bırakmam ama duygusalım, mazlumum. Kendi içimde halletmeye çalışırım sıkıntılarımı. Öyle herkese açamam, açılamam. Kaptan’a anlattığıma bakma! O başka…
Bir şeyler değişti ve değişmeye devam ediyor hayatımda. Eskiden ilk sen gelirdin aklıma uyandığımda. Artık Allah geliyor. O’nun adıyla uyuyorum, onun adını söyleyerek uyanıyorum.
Bu gece çok güzel bir rüya gördüm mesela. Bütün güzel rüyalar senli olacak değiller ya… Bir nehir akıyordu önümüzde. İki yanında çok büyük, bembeyaz kayalar vardı. Kayalarda tabii oyuntular… Seyrine doyamadım! Yeryüzünde öyle yerler olacağını sanmıyorum.
“Her şeyden önce aklın ve gönlün boş olmalı. Özgür olmalı ruhun! Özgürlük, yalnız olmayı gerektirir. Aklında, gönlünde, ruhunda yalnız Allah olmalı!” diyor Kaptan. İnzivadan bahsediyor. Kalabalıklarda bile uzletten…
Nedir özgürlük? Yıldızlar gibi tek tek dağılmak mı? Ancak özgür olunca mı tam olunur? Herkesi birer birer göktaşları gibi ata ata, fırlata fırlata mı yol alınır acaba? Parçaları o zaman mı yerlerine oturur ruhların?
Sen miydin gözlerimi kamaştıran Yıldız? Silinip gitmen mi gerekiyordu şafağın atması için? Ortalık ağarıyor. Güneşin doğması yakın!
Necm”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 696
YORUMLAR
""Nâ da olumsuzluk eki, bî de… Nâbî, adının hecelerini kast etmiş aslında… Nâbî’de iki yokluk bir arada…""
Bu önemli bilgi yukarıda dursun.:)
"Şampuan kokuyorsun" çok sırıtıyor.
ve sabahımı süsledi yazınız.Sebepler aleminde olduğumuzu ve nelere sebep olabileceğimizi, dahası sebepler aleminde her kes'in kendi hakikatini araması gerektiğini ince ince işlemişsiniz.
Necmetdin. Ve Mustafa dan hareketle isimlerin kişilik üzerindeki etkisine vurgu çok hoştu.(Sallalahu aleyhi vesellem) i de bir vesile ile zikretmiş olmanız Ümmet olmanın şiarı olsa gerek.
** Yıldızlar kendileri için alev ve ateştirler. Başkalarına ışıl ışıl görünen şey yanmanın yanabilmenin ta kendisidir. Kişi yıldız olduğunun farkındaysa kibirde dir. Ki Necmetdin de, siz bu hali çok iyi yaşattınız. Sevdim, Aşığım. Demekten, ne sevmeye ne de aşık olmaya vakit bulabildi. Debelendi durdu aşk kuyusunda. Şikayetten şükre vakit bulamadı BEN BEN demekten. Ki bu da beni inşa etmeden hiç bir şey olunamayacağının deliliydi. Yazının bizi getirdiği yer burası.
Yani "BEN". Kendisi olabilmeyi başaran kişi, bunu başardıktan sonra ne olacağına karar verme hakkına sahip olur. Noktasına taşıdı bizi yazılarınız. Güzel yere gidiyoruz hemde çok güzel bir metotla
Ellerinize sağlık. Yok. Tabii ki bu kadarla sınırlı değil yorumum ama uzasın da istemiyorum.
Hayırlı sabahlar.:)
Babam derdi ki, yıldızlar öyle büyükmüş ki biz o yıldızın tozu dahi olamazmışız. Ben ölünce o yıldıza karışırım belki gökyüzüne bakıp el sallarsınız bana.
İnançta bu yok. Ama inanmak güzeldir. Çocukken o inanca sarılmışım o inançla ayakta durmuştum sevdiklerimi kaybedince. Büyüdükçe hiç bir masala inandıramıyor insan kendini. Bu yüzden yalnızcalaşıyor. Sahici yalnızlık, sahte kalabalıklardan asil duruyor.
Güzel yazınızı kutlarım. Yüreğiniz dert görmesin.