- 388 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hikayesi Olmak 2 / 6
Monarşin süreçle başlayıp, kendisini büyüten dinamizmle türlü biçimde günümüze kadar gelen El mana anlayışıydı. Bu monarşin anlayışlı zamanlar, oligarşin yapılı saltanat ve hilafet evreli periyodlarını da içinde taşıyan bir süreçti.
Süre gelen bu monarşin, oligarşin ve saltanattı sürecin yol zamanı içinde yapılan El mantığına karşı yapılan mücadeleler ile demokrasiye kadar çıkılacaktı.
Fakat bu sistemlerin her bir aşamasında sistemin tanımı değişse de ganimet elde etme, köleleştirme ve sömüren emperyalist hedefler ortaya koymak, bakiydi (hiç değişmiyordu). Yapı içinde hep köle emeğine dayanan sistemler kurulacaktı.
Bir sistemdeki köleci dengeler, belli değerler skalası içinde kalmakla o köleci salınımların atımı uzayıp kısalacaktı. Günümüzde bunun açık ve iman edilmiş köleci meşruiyete dayanan anlamı milli gelirin % 64’dünü adaletli (!) şekilde nüfusun % 26’sının sahiplenip tüketmesiydi. Üretim gücünü, erki elinde tutanlardı.
Aslan payını alan efendilerden sonra, o milli gelirde kalan %36 payı da o çalışan nüfusun %74’ünün paylaşır olmasıydı. Bu süreçte aslan payını alan oligarşin nüfusun oranı, bir örnek olması bağlamında %10-30 arasında değişen üst gelir grubundan oluşla söylenen El elitleriydi(!)
Konjonktür içinde üretilen o ülkedeki pastada en az payı alanlar geliri olmayan, asgari ücretli, dar gelirli, orta direk gibi sömürülen sınıflar grubundan olan kişilerin oranı da %90 andan %70 dek değişik oranlarda alt sınıf, orta sınıf, üst sınıf gibi söylem ve ayrımlara tabiidirler!
Günümüzde üreten köleci sistemler ne kadar özelleşirlerse özelleştirilsinler; devlet denen depo enerji merkezi en az durumla kolektif ortaklığa sahiptirler.
Üreten merkezi yapının mutlaka bir kolektif mülkiyeti vardır. Bunlar devlet söylemi içinde gargaraya getirilir. Bunlara kamunun öz kaynakları denir. Bunlara kamu malı zenginlikler veya geniş anlamla devlet maliyesi denir.
Dünya konjonktürüne sahip, üreten her yerde; kamu kaynakları kamunun yararlanması en az durumla; fakat kamuca yararlanması en çok durumla efendilerin yararlanması için rızktılar. Efendilere nasiptiler. Olanaktılar.
Özelleştirmeye karşın, tüm efkârı umumiye bol bol yeten kamu kaynakları yine kamunun yararlanması en az durumla elde tutulan özelleştirme artığı zenginlikler, en çok durumla çalışan (köle) emeğine tabiidirler.
Köleci bidayetten beri %80-% 70 emek gücüne dayanan köleci sistem; kendi sömürü tedbirini ve sömürü kaynaklarını oluşturdu. Sömürüsünün her gün yeniden ve yeniden üretilen kamu kaynakları üzerinde ikame etmekle özelleştirme böylece bitmez tükenmez bir kaynağa sahip olacaktı.
El kamu kaynaklı bu sürecin göbeğindeydi. El ’in dağıttığı ve rızk veriyorum diye yere göğe sığdıramamakla püf noktası olarak övündüğü yer buraydı. Siz tarlaya, fabrikaya gitmeyip üretmedikçe El ne rızk dağıtıyordu. Ne rızk dağıtabiliyordu.
Kolektif emek eş deyişle kamu gücü gerçekleşmesi altında çalışan emek El’ in rızk dağıtmasına ve sömürüye kaynak olmakla; adına kâr, alış veriş, kazanç, nema vs. dendi.
Bunlar inşa içinde olmayan kolektif sistemi enfekte eden ajanlardı. Kamu gücünün efendilere verilmesinden sonra en az durumla kalan kırıntılar; kitlenin en çoğuna verilmekle en çok üretilen kolektif ortaklığın zenginliğiydi.
Kamu kaynakları denen kolektif kaynaklar, El ‘in rızk dağıtması mantığı içinde şimdiki adı iyice sıradanlaşmış rızk söylemi olmaktan güya çıkmış adı özelleştirme, ihale olmuştu. Yap işlet devrettir. Davet usulü ile kaynak aktarmaktı. Takdir etmekti. Tensip buyurma gibi göz boyamaca türlü dalaverelerdir.
Özelleştirme yapılırken kamu kaynakları elit sınıf kişileri arasında iş bilirlere, iş adamlarına pay pay edilecekti. İnşanın başlangıcında ne işveren, ne iş bilen, ne iş sahibi vardı.
İnşanın başında kişi temelli doğada karşılanan günlük gereksinmeler; kişilere karşılıklı gerektirmeli zorunluluk ile kişileri birbirine yükümlenen iş olmuştu. Yani köleci sisteme kadar sağlasan ve üreten inşa içinde herkes işini, neyi nasıl yapacağını bilmekle birbirine kolektif bağdılar.
Bu gerçeklik karşısında işverenle, sisteme yabancı, sistemi bozan parazit bir kavramdı. Kolektif mülkiyeti ve kolektif üretim araçlarını ele geçirenler; kolektif maldan mülkten ve üretim araçlarından yoksun olanlara iş verdiler.
Güya sanki bidayetten beri işsizlik varmıştı da bu iyiliksever merhametli hamiyetliler (!) işveren feodaller olmuştu. Ve bu köleci mantık aynı köleci eksen üzerinde sanayi toplumlarıyla işverenler olmuştu!
Günümüzde de aynı El mantığı ile kamu kaynaklarına karşı hücuma geçilir. Derler ki "buralar zarar ediyor. Bunlar kamuya kamburdur. Bunar devlete de kamburdur. Devlet tüccar değildir. Devlet bakkal değildir" gibi ağdalı, bol alkışlı sözlerle kamu gücü özel El kişilerine (El adamlarına) verilir.
Oysa her zaman, en az durumla yaralandığı halde bir en çok emek kitlesinin ortaya koyduğu kamu gücü devleti devlet yapar. Bir en çok emek kitlesi kamuyu kamu yapar. Bir en çok yoksul, fakir ama üreten emek kitlesinin kamu kaynakları denen kolektif sahipliğin; o üreten alanın; yedek depo enerjisini ortaya koyması vardır.
Örneğin; kamu sağlığı gibi kamu kurumları (kolektif kaynaklar) bu yedek depo enerjiyle çevrim edilen yerlerdir. Tüm Dünya skalası içinde depo enerjiler yağmalanan alanlardır. Çalışan kitleler depo enerjiden yoksun bırakılır.
Dünya ölçeğindeki bu talancı durumlarda, buraları yağmalayan ve yağmalatan dünya konsorsiyumlu (ortaklık-şirket, şirketler birliği gibi) El tarifli üst akıl egemenleri vardır. Bu akıllar; göz dikilen, talan edilecek olan sağlık gibi, kamu bankaları gibi kamu kaynakları için şunu derler.
Sağlık gibi, kamu bankaları gibi kolektif malları talan ederlerken; bunlar devlete, millete kambur dedikleri talan ile dönmeyen kredilerle zarar ettirdikleri yerler için bu kes de; “kamu ya da devlet; kâr amacı gütmez; gerekirse kamu kaynakları, kamu yararı için zarar eder” diyen ağdalı sözlerle; yine alkış alıp yağmaya devam eder. Talan ederlerken biliyorlardı ki talanın yeri tekrar tekrar kolektif emek gücüyle yine doldurulacaktır.
Sömüren de derece derecedir. Sömürülenler de derece derecedir. Kendisinden daha az zengine ve kendilerinden daha fakire bakarlar, her biri kendisinden aşağıda olanları gördükçe onlar gibi olmamakla, şükrederler!
Bu skala içinde değişken oranlarda sömürülenlerin sayısı % 90 dan % 60 kadar değerlere indikçe demokrasinin ne kadar geliştiği güzellemesi olan nutuklar atılır. Dünya da sömürü veya dünyada sefalet, açlık yükseldikçe; dini değerler, yalan söyleme, baskı da bileşik kaplar misali yükselir.
Köleci mantığın kök anlamı şuydu. "Kişilere malı, mülkü, zenginliği, fakirliği veren El’ di". O halde Firavuna, Nemrut’a, İbrahim ’e, Musa’ya, Davud’a malı mülkü; fakirliği veren de El ’di. Köleci mantığın açılımı olan sömüren uygulamaların kök anlamı içinde zenginden fakire doğru ya da fakirden zengine doğru açılıp kapanan genleşme salınımları da demokrasiyi (!) veriyordu.
Şu halde yeryüzü denen coğrafya içindeki üreten köleci alan birlikleri vardı. Bu birlikler içinde her birinin kök mantığı El anlayışlı meşruiyet içinde olmakla üreten ittifak gruplarının karşıt rekabeti vardı. Bu monarşin ittifaklar, bu aşamada ganimetçe olan talanla büyüyordu. Günümüz toplum sözleşmesi yine bir köleci ittifaktır.
Günümüze gelen talancı köleleştirme savaşı içinde kimi küçük gruplar, yenişemeyen gruplar da savaşmadan ittifakı oluyorlardı. Köleci ittifakın amacı her zaman daha ilerisi olmakla çevreleri denen yeryüzüne doğru yayılmaktı. Bu ittifaklar cihan devleti olukla yeryüzündeki diğer gruplar olan âleme hükmedecektiler.
Bir güçler savaşı olan durum; kişisel servetleri, fakirliği ve köleliği insana veren El ile El ’ler arasındaki El savaşlarıydı. Bu savaşlar cihatla İlah- Tanrı, Allah yolu, Yehova şahidi savaşları olacaktı!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.