- 451 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
İNSANLAR VE AYNALAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İNSANLAR ve AYNALAR
Yaşadığım ilçedeki belediye, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nden bir gün önce gazetemizin aboneliğini iptal etmiş, cuk oturan bir ifadeyle gazetemize ambargo koymuş. Aboneliğe son veren kararın imzacılarına sesleniyorum:
“Kardeşim bu ilçede kültür-sanat adına övünebileceğiniz ne var? Müzeniz var mı mesela? Ya tiyatro salonunuz? Yıllardır yönettiğiniz ilçemize kültür-sanat adına hangi hizmet araçlarını tesis ettiniz? İlçemizi tanıtan kaç kitap, broşür bastırıp dağıttınız? Ben bir tane söyleyeyim: Otuz beş yıldır kesintisiz yayın yapan bir günlük gazeteniz var. Sorup soruşturun bakalım, bu ilin ilçelerinde bulabilecek misiniz böyle bir yerel gazete? İnsaf yahu; destek olmak yerine köstek oluyorsunuz.”
Bu olay bana altı yıldır üzerinde çalıştığım hâlde henüz bitiremediğim “Çamur Rafi” romanımdaki bir sahneyi hatırlattı: İşte o sahne…
***
Meyhanenin tek kabinli tuvaletinde aynanın karşısındayım. Bir insan aynaya bakıp da kendini beğenmezse çatlayıp patlarmış derler. Bu söze inanmıyorum; çünkü ben kendimi beğenmediğim hâlde ne çatlıyorum ne de patlıyorum.
At suratına benzeyen bu uzun yüzüme; Karadeniz dağlarını ve vadilerini hatırlatan bu kırış kırış alnıma; üstteki kalın, alttaki incecik şu biçimsiz dudaklarıma ve dahi çıkık elmacık kemiklerime alıştım artık. Yeniyetmeliğimde limon suyu sürerek yatırmaya çalıştığım, şimdi ise ne dikliğini ne sıklığını ne de kırlaşmasını umursamadığım saçlarıma da alıştım. Hatta ve hatta suratımın ortasında simsiyah bir bant gibi uzanan göz peçeme de alıştım. Şimdi diyeceksiniz ki, göz peçesi de nedir? Göz peçesi, göz peçesidir. Bir saniyeliğine de olsa bakın yüzüme; ne görüyorsunuz gözlerimin önünde? Kaşlarımı dahi kapatan, iri çerçeveli, simsiyah camlı bir gözlük, öyle değil mi?
Göz peçem Abbas ustanın meyhanesindeki camlar gibidir; dışarıdan bakan biri içerisini göremez. Evet, alıştım; yirmi yıl önce takıp da bir daha hiç çıkarmadığım, âdeta yüzümün bir uzvu hâline dönüşen göz peçeme; bana insanları, bitkileri ve de güneş ışığını siyahımsı gölgeler gibi gösteren şu geniş ve simsiyah gözlük camlarına dahi alıştım.
İşte ben: Çamur Rafi…
Mafya filmlerinde, Baba’nın her türlü pis işini yapan birinci adamı vardır hani. Hani ne düşündüğünü asla anlayamadığımız, olaylara ve sözlere nasıl tepki vereceğini sezemediğimiz birinci adam… Kimi, ne zaman ve nerede öldüreceği tahmin edilemeyen, görenlerin endişe ve korku duygularını harekete geçiren birinci adam; yani birinci katil… İşte o… O karanlık yüzlü adam geniş omuzları ve iki metrelik boyuyla tam karşımda… O korkunç surat, o heybetli vücut ufacık bir aynaya nasıl sığmış? Nasıl sığmış da beni gözetliyor? Acıyor mu desem, kızıyor mu desem, küçümsüyor mu desem? Anlamak ne mümkün!
Ben buyum işte…
Başımı eğerek kurtuluyorum bu görüntüden.
Sağ gözümü yumup göz peçemi çıkararak yüzümü yıkıyorum. Ben her sabah işte böyle yıkarım yüzümü. Bol suyla ve sağ gözüm yumuk… Suya, eşyaya ve dünyaya çıplak gözle baktığım pek nadirdir. Aynalara tahammülüm yok çünkü… Yirmi yıldır bu böyle. Tam yirmi yıldır aynadaki gözlüksüz hâlime en fazla on defa bakmışımdır. O da evimdeyken ve sarhoşken… Ve dahi kapı pencereyi dağıtmadan evvel…
Şimdi başım dik, gözüm kapalı… Göz peçemi takıp kaçsam mı yine, yoksa gözümü açıp baksam mı?
Sağ gözümü açıp bakıyorum:
İşte buna alışamadım. Yuvasından fırlayan ve ışıl ışıl parlayan sağ gözümün ihtişamı karşısında ezilerek kendi çukurunun derinlerine sinmiş sol gözüme bir türlü alışamadım. Bin yıl da yaşasam alışamayacağım. Aslına bakarsanız “sol göz” demek de yanlış; çünkü orada göz falan yok, sadece bir göz çukuru var. Bir de derinlerde birbirine lehimlenmiş gibi duran iki deri parçasının arasında birkaç zavallı ve çapaklı kirpik…
Sağ gözümü yumup göz peçemi takarken diş gıcırtılarımı işitiyorum. Aynayı kırmamak için kendimi zor tutuyorum.
***
Şimdi gelelim sadede…
Mehmet Emin Yurdakul bir şiirinde “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et / Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet / Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir” diyor. Şüphesiz ki Yurdakul bu dizelerde şairler kelimesiyle tüm edebiyatçıları ve gazetecileri kastediyor.
Sevgili okuyucular! Gazeteler her devirde, her toplumda ayna görevi üstlenmiştir. Gazeteciler bazen aynalarında halkın sıkıntı ve dertlerini yansıtarak yöneticilere yön vermiş, bazen yöneticilerin yüzüne ayna tutarak eksik ve kusurlarını görmelerini ve kendilerine çekidüzen vermelerini sağlamıştır.
Peki kimler aynaya bakmaz veya bakmak istemez?
Bu sorunun cevabı yukarıda verildi sanırım.
Yüzlerinde kusur, çirkinlik, kir ve leke olanların aynalara tahammülü yoktur vesselam!..
Kalın sağlıcakla…