- 746 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
691 - AĞUSTOS BÖCEĞİ
Onur BİLGE
“Sivrisinek,
Ahi Kızı Hamra’yı ziyaret ettikten sonra hediyelik eşya satan dükkânların, pansiyona dönüştürülmüş Rum evlerinin aralarındaki eğri büğrü, dar sokaklardan İskeleye inerken, karşımızdan gelmekte olan sekiz dokuz yaşlarındaki bir erkek çocuğun elinde Ağustos Böceği ile Karınca isimli bir çocuk kitabı gördük. Okuyor muydu, resimlerine mi bakıyordu, tam anlaşılmıyordu. Yanımızdan geçip gitti.
“Antalya yazlarında sivrisinek sesi yetmezmiş gibi bir de Ağustos böceği sesi… İkisi de dayanılır gibi değil!” diyecek oldum. Ansiklopedik bilgiler yağmaya başladı!
“Bizim buralarda ona orak böceği veya cırcır böceği de denir. Orak zamanı ortaya çıkarlar ya… Benim gibi zır zır ederler. Parazit yaparlar. Benim gibiler de insanları derin düşürmemek, çok düşünürken akıllarını kaçırmalarını engellemek gayesiyle böyle gevezelik ederek arkadaşlarına yardımcı olduklarını zannederler.
Bu böcekler de zihinleri uyarmak, delirmeyi önlemek için yazın sıcağında, güneşin alnında insanlara fayda sağlamak için öterler de öterlermiş. On iki veya on sekiz yıl yeraltında, ağaç kovuğunda bekler, sonra çıkar: “Aşk! Aşk!” diye şakımaya başlar, sonunda çatlar geberirlermiş!”
“Çok istedikleri aşk, başlarına çorap örermiş. Sonra da kurur, kabuk kalırlarmış.”
“Ağustos böceği yiyecek biriktirmez. Çünkü zaten ona gerekmez. Bir süre sonra öleceğini, kışa çıkamayacağını bilir. Neden mal yığsın ki! O hırs karıncada ve onun gibi sırf dünya için çalışan insanlarda var!
Ağustos böceği yumurtalarını, yumurtlama borusuyla genç sürgünlerin yarıklarının arasına koyar. Onlardan altı hafta sonra Nimf denilen, pirinç tanesi kadar küçük yavrular çıkar. Danaburnuna benzerler. Kazıcı ön ayaklarıyla yeri kazarak toprağın içine girerler. Orada ağaçların köklerini ve öz sularını emerek beslenirler.
On yedi yıl toprağın altında kaldıktan sonra bir delik açarak yeryüzüne çıkarlar. Sadece dört hafta yaşayacaklardır. Bu süreyi de eş arayarak geçirirler. Çiftleştikten sonra da ölürler. Sonbahara da kışa da çıkamazlar!
Başlarında iri iri iki petek göz, alınlarında da üç minik nokta gözleri vardır. Sert, kıl gibi olan antenleri kısadır. Arka kanatları kısa, ön kanatları uzundur. Arka ayaklarını kullanarak sıçramak suretiyle hızla havalanırlar. Gündüz sıcağında yaprakların aralarına saklanırlar. Ağaç filizlerine hortumlarını batırarak özsu içerler. Söğüt sürgünlerinin özsuyuna bayılırlar.
Erkeklerinin karınlarının altı, sağlı sollu gergin bir zarla kaplıdır. Bu bir çift ses çıkarma organıyla, kas yardımıyla zarları titreterek öterler. Dişilerde bu ses çıkarma organı yoktur.”
“Eğer dişisinde de olsaydı, erkeğin sesini bastırırdı! Zavallı boşa yırtınırdı! Ötekinin zırıltısından sesi duyulmazdı.”
“Erkeği, çağırmaya programlanmış olduğuna göre, dişisi de duymaya programlanmış olmalı ki çağrıyı işitir ve icabet eder.”
“İnsanlarda tamamen tersi oluyor. Dişisi ses çıkarıyor, erkeği susuyor.”
“Bir de Ağustos Böceği İle Karınca hikâyesi vardır.”
“La Fontaine’in yazdığı fablda karınca çalışkandır, o tembellikle damgalanmıştır."
“Benim merak ettiğim, toprağın altında başta gözleri olmak üzere bütün organlarının tamamlanmasını on yedi on sekiz sene hiç ses çıkarmadan, sabırla bekleyen bu böceklerin erkekleri, yapayalnız yaşar yaşar da çıkınca neden sabırsızlanır, neden hiç susmazlar? Bunlar, gelişimlerini kadar uzun sürede tamamlayabilen tek türdür. Kanatları ancak yirmi yıla yakın bir zamanda tamamlanır. O minicik yavru, hesabı nerden öğrenmiş? Neden toprağın altına girer? Onca zaman orada nasıl yaşar ve bir gün dışarıya çıkmayı sabırla bekler? O kadar yaz, o kadar kış olur, yağmur olur yaş olur, o nasıl korunur da hiç etkilenmez? Bu nasıl bir yaratılış olayıdır? Allah’ın akıl almaz işleri vardır!”
“Belki de onun için en güvenli yer toprağın altıdır. Üstlerinden geçenler onları göremezler, hissedemezler bile!”
“Toprağa yalnız başına da girmez. Hep beraber toprağa yönelirler. Artık onlarca mı, yüzlerce mi, binlerce mi? Nasıl anlaşırlar ki hep beraber kanatlanarak art arda çıkmaya ve uçmaya başlarlar? İncecik, narin ve zarif altın tozu gibi parlayan simli kanatları vardır. O güzelim kanatlar, o sımsıkı, kupkuru ya da yaş, çamur halindeki toprağın altında nasıl meydana gelir? Dışarıya çıkarlarken sanki etrafa altın tozları serpiliyormuş gibi olur. İnsanlar da kabirlerinden o kadar mükemmel bir şekilde yaratılmış olarak çıkacaklar işte! Parmak üçlerına kadar düzeltilecekler. Yani parmak izleri bile olacak! Suçları ve sevapları sabit olacak! Kimliklerini inkâr edemeyecekler! ”
“Ağustos böceklerinin toprağın altından çıkışlarını görmüş gibi anlatıyorsun, Kaptan.”
“Nemli topraktan, bedenlerinin sığacağı kadar delikler bırakarak çıktıklarına, çıkar çıkmaz hızla havalandıklarına şahit oldum. Olay, ulu bir ağacında, yazın ortasında meydana geldi. En yakın ağaca kondular. Çocukların hemen yakalayabilecekleri kadar gafletteydiler. Sakınmayı, kaçmayı daha sonra öğreniyor olmalılar."
“Sadece iki veya dört hafta yaşayabilecekler açık havada! Ne acı! Oysa hayat dışarıda! Yeraltında ne gördüler ki! Zavallılar! Çok kısa bir hayat, öyle değil mi?”
“Hepsi öyle değil! On iki seneye kadar yaşayabilen türleri de var. Şayet başka bir hayvan tarafından yenmezlerse, ilaçlardan falan zehirlenmezlerse… Ömürleri vefa ederse yani…”
“Bu böceklerin hiçbir zararları yok. Sadece gün yüzüne çıkmak ve yaşamak istiyorlar. Bize sabrı öğretiyorlar. Evliyaların eksik olarak inzivaya çekilmeleri, oradan tamamlanarak, kanatlanarak çıkmaları gibi…”
“Yalnızca yaşamak istemiyorlar. Nesil bırakmaya programlanmışlar. Görevlerini yapıyorlar. Ücretleri peşin olarak ödeneceği için üreme için hevesliler. Gerekeni seve seve yapıyorlar. İşleri bitince de ölüyorlar. Çoğu canlı da onlar gibi. Bazılarında oluşum ve gelişim süresi kısa bazılarında uzun... Ömür de takdir edildiği kadar...!”
“Ağaç gövdesiyle o kadar uyumlular ki çok dikkatli bakılmazsa fark edilmiyorlar. Küçükken onları seslerinin yardımıyla bulurduk. Yaklaştığımızı, seslerini kesmelerinden anlardık. Çok severim onları. Kanatlanmalarına fırsat vermeden avucumuza hapseder, sonra iki parmağımızın arasına alırdık. Bacaklarını oynatmasını seyrederdik. Sanki kurtulabilecekmiş gibi… Elimizde de zız zız ederlerdi. O zarın titreşimizi hissederdik. “Azat mezat, ahrette bizi gözet!” der, salıverirdik. Onları azat edersek, bize dua edeceklerini zannederdik de aklımıza, yakaladığımız için ilenecekleri hiç gelmezdi. Fakat öyle muhteşem bir yaratılışları, o kadar zarif bir görünüşleri vardı ki peşlerinden koşmadan edemezdik.”
“Ben de en çok kanatlarını seyretmişimdir. Güneşte ne güzel parlarlar! Erkeği dişisine ne güzel serenat yapar! Kim bilir neler neler der! Belki şiirdir okuduğu, belki şarkı türküdür. Biz onların dillerini bilemeyiz. Onu ancak Süleyman Aleyhisselam bilirmiş.”
“Bunca yıl sabırla bekledik. Birlikte çıktık gün yüzüne. Kanatlarımızı çırparak altın tozları serptik göklere. Bir aşk yaşamak istiyorum seninle. Haydi, daha fazla bekletme beni, gel! Onca yıl esaret yetmedi mi!” diyordur belki.”
“Sesleri rahatsız edici geliyor insana. Müzikleri birkaç dakikadan fazla çekilmiyor. Arap’ın “Ya leyli..” si gibi hiç bitmiyor şarkıları. Onlar geceyi özlerlermiş, bunlar da benim gibi...”
“Belki de erkekleri, dünyaya geldikleri için sevinçlerinden şarkı söylüyorlardır.”
“Belki de hayatta kalmak için o şekilde moral kazanıyorlar, güç topluyorlardır.”
“Göklerde özgürce uçabilmek için minicik bir canlının yeraltında onca yıl nasıl kalabildiği, hayret edilecek bir olay! Sonra aşk için onca saat, gün, ay, bazen de yıl veya yıllar boyu sürekli müzik yapabilmek, akıllara durgunluk veren bir iş! Cır cır cır…”
Sen, Antalya’nın yaz gecelerinde, uyutmamak için bana musallat olan sivrisinek gibisin. Ne kadar istesem de yakayamadığım, yok edemediğim, başımdan def edemediğim... Kan emicisin! Vampirsin!.. Uyutmuyorsun! Kendini unutturmuyorsun! Sinir ediyorsun! Ömür emicisin!.. Aklımı gözüne kestirmişsin! Ben kovaladıkça aynı yere iniş yapıyorsun! Akıl emicisin!..
İşte ben de epeydir konuşarak anlatamıyorum ta sana anlatmak istediklerimi, böyle durmadan yazıyorum. Aşka çağırmıyorum. Önceden de hiç çağırmamıştım zaten. Arkadaşlıktı, dostluktu, sevgi, önem ve yakınlıktı yalnızca istediğim.
Öyle bağıra çağıra değil, sana kalemimle sessizce serenat yapıyorum.
Ağustos Böceği"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 681
YORUMLAR
Bir ağustos böceğinin yaratılışındaki hikmeti bile tam manası ile anlayabilseydi insanoğlu, yine de bu kadar bencil, aç gözlü ve zalim olabilir miydi?...
Kuran; "oku" diyor, okumuyoruz; "düşün" diyor, düşünmüyoruz. Daha neler, neler diyor.
Ne kadarını anlayabiliyoruz, ne kadarına uya biliyoruz?...
Tebrik ederim, çok anlamlı ve güzel bir yazıydı.