- 387 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Karanlıktan korkmak da bir nimettir
“Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teâlâ sizi helak eder ve yerinize günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı.” [Müslim, Tevbe, 9, (2748); Tirmizî, Da’avât 105, (3533).]
Arkadaşım, bilirsin, Cenab-ı Hakkın bir ismi de el-Nur’dur. O yüzden hakkında yazabilmek için karanlığımıza bakarız bir süre. İçimizdeki yalnızlığa. Derûnumuzdaki yokluğa. Onsuz görünen boşluğa. Karanlığı bilmeyen ışığı farkedemez çünkü. el-Kâbid ismini tatmayan el-Bâsıt’ın fethini göremez. Varlıkta rengimiz siyahtır bizim. Yalnızlığımız amansız. Gafletimiz tehlikeli. Şüphelerimiz boğucu. Tereddütümüz tıpkı düşmek gibi. Gölgeyiz. Bir öpmekte batmaya meyyaliz. Tüm kötü meziyetlerimiz içinde bir seziş, bir çekiniş, bir kaçınış, bir sığınış, bir biliş; işte o karanlık; o korku, o sakınma, fena, acz u fakr, vs. zıttındaki aydınlığı gösterir bize.
Karanlıkla kıyaslanmadan aydınlık nasıl bilinebilir? Işığa muhtaç doğmuşuz. Doğru. Fakat şu muhtaçlığımız hem körlüğümüz hem rü’yetimizdir. Hem fakirliğimiz hem zenginliğimizdir. Hem dert hem derman. Hatta bin dermana değişilmeyen dert. ‘Aman’ına yetişilmesin istemeyen “Aman!” Acz u fakr mesleği denilen şey, arkadaşım, demek ki biraz da karasının idrakinde bir nokta olmaktır. Çirkinliğinin şuurunda bir leke kalmaktır. Mürşidim de demez mi hem: “Şu hatvede tezkiyesi, tathiri, onu tezkiye etmemek, tebrie etmemektir.” Demek o lekeye ışık kondurmayacağız ki, toy bir ateş böceği olan aklımız, koca güneşin yerine özenmesin. Pırıltı kendisini müşterî sanmasın. Öyle ya arkadaşım: Kendini serapa ‘alan el’ görsen ‘veren el’i daha yakından tanırsın. Ne kadar eğilirsen yukarın o kadar yükselir. Artar. Çoğalır. Ayna gubarını sildikçe, yani gayrısından temizlendikçe, aynalığını daha güzel yapar:
“Gecede zulümat nasıl nuru gösterir. Öyle de, insan, zaaf ve acziyle, fakr ve hâcâtıyla, naks ve kusuruyla bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini, kuvvetini, gınâsını, rahmetini bildiriyor; ve hâkezâ, pek çok evsâf-ı İlâhiyeye bu suretle âyinedarlık ediyor.”
Her insan karanlıktan korkar. İstisnasızdır bu. Ben şimdilerde karanlık korkusunun da bir nimet olarak içimize Allah tarafından konulduğunu düşünüyorum. Fıtrî birşeydir o. Tıpkı şeytandan Allah’a sığınmak gibi. İnsan karanlığından korktukça Rabbine yaklaşır. Eksiklerini gördükçe telafisine bakar. Kusurlarını gördükçe affını arar. Evet. Sa’d-ı Taftazanî Hazretlerinin iman hakkında “Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur...” demesi cüz-i ihtiyarinin ne için sarfedildiğini de sorduyor bize. Düşünmeliyiz.
Mesela: Kaçmak için karanlıktan ihtiyarını hicrete sarfedersin. Şerden hayra hicret edersin. Hakîm u Rahîm de bu kaçışını nuruyla mükafatlandırır. Işığa doğru koşan elbette ışık bulur. Ama ışığa koşmak için de sırtımıza bir karanlık gerek. Kaçmak gerek. Karanlık korkutur. Karanlık hüzünlendirir. Karanlık ‘kara kara’ düşündürür. Karanlık yandırır. O “Koşmaya başla!” sinyalidir hüşyar kalp için. Yani karanlık çalıştırır. Bizim her tefekkürümüz, yazdığımız, zikrimiz içimizdeki karanlıktan (ki anlamsızlık da bir tür karanlıktır) Allah’ın nuruna kaçmak için çabalamamızdır bir nevi.
Ayet-i kerime kısa bir mealiyle buyuruyor ki: “(...) kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” Ne kadar hikmetli. Ne kadar isabetli. Kalbi ürpermeyen neden koşsun? Ürpermeyen kalp nasıl coşsun? Acz u fakr mesleğini kuşanacaksak Allah’ın kalbimize koyduğu tüm korkularla tanışmamız gerekiyor. Kaçmamız gerekiyor. Fakat onlardan korkmayalım. Onlardan korkmamaktan korkalım. Onları unutmaktan korkalım. Çünkü onları unutmak gaflettir. Korkmamaksa dalalettir. Korkulacaklardan korkmak aklın yarısı eder. Kokmayan ancak delidir.
“Düşünmekse deşmektir.” Kendimizi deşmemiz lazım. Kaçarken Onu bulacağız.”Fe firru ilallah!/Allah’a kaçın!” Kaçmamız lazım. Kaçmamız için kaçılacaklarla yüzleşmemiz gerek. Barışmaksa korkunun hikmetini bilmekle mümkün. Ve onu mana-i harfî ile algılamakla. Yani ışığın ezanı gibi görmek karanlığı. Annenin kucağına sığınmayı seviyorsan “Gel buraya!” diye bağırmasını da seversin. Karanlık, musibet, depresyon, sancı, ağrı, sıkıntı, sarsıntı, acı. Hepsi bir ezan okuyorlar kulağımıza. Birşeye çağırıyor ve koşturuyorlar. Sense her duyduğunda nağmelerini bir parça daha sıkılıyorsun. Neden? Namaza gitmiyorsun. Ezana kızgınlığın bundan...