İncinmişsin dedi. Bölüm 1. Ağır psiko...
Kapıdan girdiğimde kısa boylu tombul bir kadın karşıladı beni. elimi sıkıp hoş geldiniz beyefendi derken sergilediği Güleryüz, öyle sevimli bir imaja bürümüştü ki onu, sanki rutin hasta karşılamalarına karşı geliştirilmiş standart bir tebessüm maskesi değil de, günlerdir yolu beklenen kutlu bir misafirin duygu dolu karşılanması izlenimi uyandırıyordu.
Tabi ben gerçeği bildiğim için bu sahte sıcaklığını gerçek bir soğuklukla karşıladım. Hakikat her daim güçlüdür, belki zaman alır ama her türlü sahteliği kendi içinde eritebilir. Bu sebepledir ki bu yapmacıklığı hassas algılarıma değdiği anda, o da gitti ve soğuk bir hal almakta gecikmedi.
Yüz dolabındaki askılıktan başka maskeler çıkarmak için vakti olmadığından, gösterinin gösterinin henüz başında seyirciler tarafından sertçe yuhalanan bir sahne oyuncusu gibi bozulmuştu. Belki tek maske ile işini yapmakta zorlandığında, belki de çok yüzle yaşamayı bir hayat biçimi olarak kanıksadığından, şimdi bu en doğal halini silah üzerime doğrultmuş bir düşman gibi bakıyordu yüzüme..
Oysa uzun süredir İlk defa birisi bana beyefendi diye hitap ediyordu, sahte de olsa gülümsediğinde yüzüne yansıyan şirinlik uğruna, dişlerindeki garip gümüş tellerin olumsuz görünümüne de katlanabilirdim. Fakat yapmadım Zira sahte insan duygusuna hiç tahammülüm yoktur!...
Maalesef bu tür insanlar topluma kanserli hücreler gibi yerleşmiştir ve onlar sağlıklı hücrelere ne kadar saldırırlarsa o kadar da çoğalmaktadırlar.
Başta ruh sağlığım olmak üzere, kendi iç dünyamdan kaynaklanan bütün olumsuzluklarla mücadele edebilmem için artık bunlarla savaşmayıp, sürekli savunmada kalarak aklımı ve psikolojimi koruyabilecek bir iç duvar örmem gerekiyordu.
Zaten buraya da bu duvarın yapımında kullanabilmem için, çimento ve tuğla yüklemesi yapmaya gelmemiş miydim!...
Aksi halde bu âdi oyuncuya beni karşıladığı 5. kat merdiveninde bir çelme taksam, zemin kata kadar kendini durdurabilme imkanı yoktu. Muhtaç olduğu orantı, göğüs ve dizleri ile bütünleşmiş olan o şişman göbeğinde fazlasıyla mevcuttu...
Kapı girişinde 46 buçuk numaralı çocuk mezarı ayaklarımın başına yine her zamanki hal gelmiş, nefret ettiğim gaoşlarla mücadelem başlamıştı. Gittiğim hiçbir yerde bu galoşların ayağıma göre olanına rastlamamıştımdır, topuğumu geçirsem üç tarafı çıkıyor ucunu takıp çekiştirsem lastik yetişmiyor, tümüyle tutup asılsam elimde parçalanıyorlar, hangi yöntemi denersem deneyeyim mümkün değil ayaklarımı içine kabul etmiyorlardı.
20 yaşından 39 yaşına kadar, insan hayatının bu en güzel çağlarının çoğunu, koltuk değnekleri ile geçirmiş bir asker gazisi olarak, bacağımdaki sakatlık da bunun üzerine eklenince, bu uğraş benim için bir ölüm kalım savaşı’na dönüşüyordu.
Benliğimi oluşturan çok parçalı yanlarımın, istisna da olsa bir araya gelip bu sıkıntılı seferberliğe ortak olmasına rağmen, naylon galoşları alt edemeyişimin hayatî dengemi bozmasını önleyen ses o kadından geldi;
beyefendi isterseniz galoş giymeden ayakkabılarınız ile de girebilirsiniz...
İzdırabımın büyüklüğünü kesinlikle onun bilemeyeceği bu mücadelemde, o galoşlara karşı öylesine zor durumdaydım ki, yenilmek üzere olduğum düşmanımla sulh yapabileceğimi öneren aracının o Kutlu teklifinin başına, bir de tekrardan beyefendi eklenmesi kendimden geçirmişti beni..
İçimde kelebekler uçuşuyor du sanki ve eminim biraz sonra görüşeceğim psikiyatri bile, bu kadar rahatlat almayacaktı ruhunmu.
Samimiyetle teşekkür ederek Muzaffer bir komutan edasıyla içeriye atımı atarken, o kadına karşı tüm olumsuz düşünceler silini verdi kafamdan. Zira bir kısmını dağıtıp, birkaçını da parçalayarak şimdi üzerine bastığım galoşLara karşı zaferi tamamıyla ona borçluydum..
Doktor beyin misafiri var sizi söyle alayım diyerek beni bekleme salonuna doğru götürürken, kurdu cümledeki beyefendi eksikliğini bir suflör hatası imiş gibi değerlendirdiğinden olacak, Bir şey içer misiniz derken beyefendiyi fazlaca vurguladı. Rolüne devam etmek istiyordu, edebilirdi Zira artık içerideydim rahattım ve bu rahatlığım siparişime de yansımış olacak ki, belki gerçek beyefendilerin tercihi orta şekerli bir Türk kahvesi istedim.
Nihayet içeride yalnız kaldığımda o kutlu cümlenin aksları hala şakaklarımdaydı, ayakkabılarınız ile de girebilirsiniz beyefendi...
Yine her zaman olduğu gibi, herhangi durum üzerine az biraz düşünmeye başladığımda, Zihnim çatallaşarak kelimeler ile oynamaya başladı.
Bey efendi? Ne demektir bu, açılımı neydi? Hem bey hem efendimi yani?...
Sonra ayakkabı? Bu eşyaya verilen ismin ayağın kabı olduğunu ve yıllardır dilimde olmasına rağmen, ne kadar saçma isimlendirildiğini İlk defa o zaman fark ettim. Ya çok aptalca ydı ya da fazlaca Türkçe. Birleştirilmiş iki ayrı kelimenin kendilerine özgü farklı anlam ve anlatımları olduğundandır belki bu. Ya da en iyisi buydu bilmiyorum ama yine de, bugün ben hala gözlük veya yatak gibi içselleştirmiş değilim ayağın kabını..
Kahve mi bitirdikten bir süre sonra başka bir isteğim olup olmadığını soran o özel kadının, doktor Bey’in misafiri ile görüşmesinin planlanandan huzur sürdüğünü belirterek ısrarla özür dilemesine, kendisine de samimiyetle belirttiğim gibi hiç gerek yoktu.
Oturduğum yerden bile beni ellerinden aldığı galoşlar görülebiliyordu, Bu görüntü ona karşı sempati mi inanılmaz arttırmıştı, ne kadar isterse o kadar bekleyebilirdim. Tabii o bana yaptığı büyük iyilikten haberdar olmadığı için, randevu saatimin geçmesinin mahcubiyeti içindeydi.
Belki bu mahcubiyetle sahteydi, kahvemi alıp getirmekle kazandığı süre, istediği maskeyi yüz dolabında arayıp bulması için ona genişçe bir zaman tanımıştı. Ama ben artık bunu algılayamıyordum, Zira bana yaptığı o büyük yardım sonrası gerçeği sahtesinden ayıran Duygu Experiyetimi ona karşı bütünüyle yitirmiştim.
Bakışları bile öyle sempatik ve öyle ulvî geliyordu ki artık, ağzımın içine sıçsa bir keramet vardır Fikri prematüre de olsa doğabilirdi iç güdülerimde.
tabii yalan söylediğini biliyordum, içeride doktorun misafir falan değil bal gibi de hastası vardı. O yüzden hiç gereği yoktu böyle yapmacık tavırlar ve Hakkı verilmeyen rollerin. Randevusuna vaktinde gelmiş olmasına rağmen, kendi hatası dışında tüm günlük programı mahvolmuş beyefendi değil, Bir delinin geciken tedavi seansının bitmesini bekleyen bir başka deliydim sonuçta ben. Ama ne zaman ki, konuşmayı ısrarla sürdürerek, hiç ilgilenmediğim ve önemi de olmayan alakasız mazeretleri durmaksızın üzerime boca etmeye devam etmesi hassas dengemi bozdu. Üstelik bu artık rolde bir devamlılık yerine, oyun öncesi provadaymış gibi aynı cümleleri tekrar tekrar döndürme halini alınca, zihnim bulandı ve kafam karışmaya başladı.
Kısaca beklemen gerek dese anlardım, fakat beklemem ya da beklememem gerektiği sonucuna gitmek yerine, şişirilen soyut ön sözcükler yüzünden somutun üstü kapatılıyor ve ben ne yapmamın istediğini bir türlü anlayamıyordum. İçerideki misafir, randevu programı, özür, kusurlar ve tekrar özür, tekrar kahve, ya da başka bir şey, vs vs vs... gereksiz kalabalıkta cümleleriyüzünden kafamın içi Bulanık bir Göle dönüşüverdi.
Bekle az kaldı mı diyor, daha çok mu sürecek diyor, ya da bugün git yarın gelmi diyor, ne diyor ne demeye çalışıyor ne anlatıyor hiçbir şey anlayamıyordum artık.
İlk Kaynağında yani Kelimelerinin ağzından çıkış noktasında duyma yetimi kaybetmiştim artık. Bir dilsizin dudak hareketleriyle telaşlı bir sessizlikte ürettiği mazeretler, beynimin içinde birbirleriyle konuşuyorlardı sanki. Kafam kazana dönüşmüştü ve hiç durmayan çenesi bir Ocak gibi çalışıyor gazı açtıkça açıyordu, ve her şeyin kaynama derecesine eriştiğini hissettiğim o dayanılmaz anda, korkulan oluverdi!..
Yarı gücümle hanımefendiiii diye yüzüne höykürdüm!...
Sustu, tam bir ahmak gibi bakıyordu suratıma ha. Bu net sessizlikten yararlanarak ses tonumu girişte bana yaptığı iyilik ölçüsünde ayarlamaya çalışıp, nihayet günün sorusunu sordum;
Hanımefendi bekleyeyim mi yoksa gideyim mi?
Hayır, hayır lütfen bekleyin çok sürmez dedi ve yine ağzını açıp cümlesine yeni cümleler katarak devam etmeye yeltendiği anda, gözlerimde ne gördüyse buna cesaret edemedi. Zaten artık ne sahte gülümsemesine, ne dişlerindeki metal tellerin çirkinliğine, ne de bomboş kelimelere tahammülüm kalmamıştı. Hasta ruhların çeşitliliği ve kendi içindeki değişkenlikleri sebebiyle, benim gibilerle sağlıklı iletişim yollarını katedememişti belki, ama bir pislikyatr sekreteri olarak, işi gereği bizlerin tahammül seviyesini gösterebilen bir göz veya göz-lük edilmiş olmalıydı...
Beni az çok tanıyan, zorlansa da anlamaya çalışan ve beni bu dünyada bilen tek kişi vardı oda kendimdim. Bir iç dünyanmı var, kimse ilgilenemez kimse zaten ulaşamaz oraya, Bu senin kendi problemindir.
şimdi bu çetrefilli dünyayı yine beni asla anlayamayacak birine açacaktım, üstelik bu kişi bir deliye başka Bir delinin tavsiye ettiği hekim olacaktı bu...
Beklemek ya da gitmek arası belirsizliğin o rahatsız edici yapısı ortadan kalkmıştı. O kadında nihayet susmuştu, masasında bir şeylerle ilgileniyormuş gibi yaptığı tembel hareketlerden yola çıkarsak, benim enerjim yormuştu onu, zorlama ve bezgin nefes alışverişlerini hissedebiliyordum.
Kim bilir hakkımda neler düşünüyordu, ruhu o kadar sinsi idi ki, insanın kendi sinsiliği bile silinip gidiyor, Erdemli bir suskunluk hali alıyordu. O gerçekte çok istediği bana bağırma amacına ulaşamadığı için, suskunluğuna öfke karışıp kendi bedenini kendince kilitleyerek tek yaptığı çılgın histeri sendromunu dışarı yansıtmamaya çalışmaktı.
Benim bu duruma katkımı açık saçık gördüğüm yoktu, ama onu öyle kendi içinde zor durumda görünce, kafamda suçluluk duygusuna benzer bir şeyler oluşmuyor da değildi..
Neyse ki fikir Veya eylem yoluyla her durumum bir kurtarıcısı vardır. nihayet doktorumun sorunlu misafiri ile randevusu sona ermiş kapısı açılmıştı. İçeriden çıkan iki kişiden hangisinin doktor olduğunu anlamak da hiç gecikmedim, ikisi karşılıklı el sıkışıp vedalaşırken biraz önce ağlamışlığına rağmen, şimdi gerçek samimiyetle gülümseyen gözlerini görmem bile gerekmedi benden olanın!..
Her delinin diğer deliyi onlarca kişi içinden fark edip ayırabileceği özel bir yeteneği vardır, amaç ve fikirlerimiz birbirine çok uymuyorsa bile, bu uyuşmazlık birbirimize karşıtlık çatışmasına dönüşmez hiçbir zaman. Bu düşünceyle elini sıkıp tanışmak için ayağa kalkmama rağmen, o ne benim ne de o şişman’ın varlığına ilgi duymadan başı yerde kapıya yönelip çıkıp gitti.
Bu aptalca şaşkınlıkta yalnız kalmamak adına şişmana dönüp baktığımda, Bendekine benzer bir durumu yoktu. Oysa aynı düşüncelerle olmasak da benzer niyetlerle ikimiz de aynı anda ayağa kalkmıştık. Ama sonra onun rutin bir görev benim ise insani gereklilik üzerine ayakta olduğumuz gerçeğini vahim bir biçimde fark ettim. Sahteliğin gerçeğe Üstün geldiği istisna durumlardan birini, böyle acı şekilde fark etmek öylece dondurmuş du beni.
Bu şok sonrası ruhumun görünmeyen havada kalan elini yere indirmiş, doktorumun uzattığı fiziki eline bir başka el uzatmıştım.
Nasıl ki randevu kapısını ansızın açarak sekreterine karşı belirsiz suçluluk duygusundan bilmeden beni kurtarmışsa, şimdi yine farkında bile olmadığı mağduriyetimden, uzattığı eli ile çekip almıştı beni. Doktorun bana iyi geleceğinin zayıf hissi bir anda içimde güçlenmişti, odasına girerken ona karşı önyargılarımı kırıp geçirmek ile kalmayıp, sekreterinede ardımdaki boşlukta kulaklarımı istediği kadar çınlatarak güreşebileceği geniş bir minder bıraktım.
Sevmemiştim onu, adını bilmiyordum Galoş Savaşı’mda yaptığı yardımdan ötürü saygı sınırları içinde kafamda ona bir ad koymaktaa oldukça zorlanıyordum.
İçeride gereğinden fazla rahat bir koltuğa oturtulup, izlim alınarak yalnız bırakıldım o kısacık arada bile, zihnim fazladan mesai bitimine yığınla dosyayı yetiştirmeye çabalayan Özel sektör personeli gibi çalışıyordu. O giden ruh ikizimin koltukta bıraktığı kıçının sıcaklığını kendi kıçımda hissettiğim zaman, acaba onun da ne gibi baş edemediği sorunları vardı ve biz bu sorunlara ne kadar ortaktık diye düşünmeye başladım?
Burada ağlamıştı kapıda gülümsüyordu, ruhsal bir orgazm ile ağlamanın hemen akabinde o hüzünlü duygu’dan zerre Eser kalmamacasına, pür Neşe ile kahkahaya geçebilmeyi ben kendimden de bilirim. Ağlamanın bitiş noktasıyla gülmenin başlangıcı arasındaki mesafe ne kadardır? Ya da tam tersinden bakarsak Gülmenin bitişiyle ağlamanın noktasından daha mı uzak?
Düşündüm düşündüm şimdi tam hatırlayamadım birçok şey düşündüm, fakat o giden ruh ikizimin beyin kıvrımlarına ve ruhuna ulaşamadım. Belki de bu aksaklığın sebebi her normal insanda olduğu gibi ,götümüzden beynimize veya ruhumuza giden direkt bir yol bulunmadığındandır...
Sonra odanın içinde etrafa bakmaya başladım, köşelere konulmuş farklı eşyalar tuhaf biblolar hangi ruh normlarına özgü donatılmıştı acaba. Benim en ince ve en hassas yanlarımı belli bir uzmanlıkla, irdele dini farkettirmeden inceleyecek olan şu hekim, sorun çözmeyi meslek edildiği halde, birazdan gelip aslında gerçekte sorun diye bir şey olmadığına beni ikna etmeye çalışmayacak mıydı. Ben bunu daha önce tanıdığım onlarca doktorda da görmemiş miydim. Duruma uygun başka yöntem ve başka davranışlarla, belki de tek yapabileceği ikimizi birbirimize seans süresince katlanılır kırmak olmayacak mıydı.
insan araştırmalarının türlü yolları vardır elbette, bir varlık olarak benim iç dünyamı belirleyen Ruhi durum, simgeler bakımından ileri derecede somut bir anlayışa dayanmadığı için, gizemli yönünü sürekli korur. Bu bu gizemli hal emsalsiz duyular, algılar ve dürtü ve duygularla birleşip büyüdüğünde oluşan maneviyat, maddi olanın yani dilin veya kalemin daima önüne sarkar...
Benim gibisini hasta ruhlara Özgü bir ruhun anlayışını sözün anlatımına dönüştürmeye çalışmak daha baştan kusurludur. Tıpkı şu an olduğu gibi o kendisi hakkında yazmayı olanaksız ulaştırır!...
Bu sebepledir ki şimdi doktora anlatacağım bir kısım hikayemde, saldırarak, bağırarak veyahut belki ağlayarakta olsa, ruhların ifade piyasasında kendime bir yer açma çabasında değilim. Benim kendimde benim sevmediğim yaralarımı, onun kol kanat gerer ek sahiplenmesini ummak, ben de aptallığı onda haksızlığa dönüşür. Zira onun söyleyip söyleyemeyeceği her şey benim içimde zaten olup bitmektedir.
Ondan beklediğim pek bir şey yoktu sadece seans ücretini ödediğim kadar eldee tutulup, sonra bırakıldığında ardından sahte de olsa renkli bir gülümseme ile bakılan uçan balonlara döngüsündü ruhum.
Doktor tekrar yanıma döndüğünde saçtığı pür neşe sekreterinin lâciverdi idi acemi sahtelikte. Az önce bende bıraktığı olumlu intiba bu yavşak halinde eriyip gitmişti. kalkıp masada duran kalemi gözünün birine soksam, olsun ziyanı yok nasıl olsa bir tane daha var demeye hazır gibi davranışı gelmişti beni. Çok sağlam bir tokadı hak ediyordu lakin öfkemi yapmayı düşündüğüm eylem ile sığmadığında, ortaya çıkabilecek kontrolsüzlüğümden korkmuştum.
Böyle durumlara karşı akıl hastanesinde oda arkadaşlarımdan bir delinin önerdiği sistemi uygulamaya koydum. İçinden 1’den 20’ye kadar say!
bayağı bir zor oldu ama saydım işe de yaramıştı, artık daha sakin ve tutarlı sayılırdım. Benimle hiç düşünmeden iç sesiniz ile konuşabilirsiniz teklifini büyük bir hoşgörü ile karşıladım, lakin ben çoğu zaman herkese öyleydim. Zihnim ile dudaklarım arasındaki kelime kontrol mekanizması çok sağlıklı çalışmadığı için, çoğu zaman aklıma düşen ne varsa bir anda ağzımdan çıktı veriyordu.
O önündeki notlardan bir şeyler hazırlamak ile meşgul iken masada değil de vitrinde duran kaplumbağa şeklinde kül tablası ilişti gözüme. Sigara içmek istiyorum dedim. burada sigara içmiyoruz diye cevapladı, ayrıca iletişimimizin sağlığı açısında konsantrasyonumuzun bozulmaması için, hiçbir şeye odaklanmanız çok daha sağlıklı olacaktır diye devam etti..
Peki o zaman oda da kül tablasının ne işi var diye sorduğumda, o bir dekor diye cevapladı. Yaslandığım koltuktan yavaşça doğrulup öne eğilerek, tam karşımda onun almış olduğu oturuş pozisyonunun aynını aldım.
Kafalarımız arasındaki mesafeyi oldukça kısaltıp gözlerinin içine gözlerimi sokarcasına odaklanarak: dedim hoca: dekor sonradan gelir, dekoru tamamlayan her objenin önce bir adı vardır ve onun adı da kül tablası!
Ayrıca dekor için yanlış seçim yapmışsınız çünkü o kül tablasının orada görmeseydim belki sigara aklıma bile gelmeyecekti Zira sigaramı ve ateşimi de arabada bırakmıştım ve ben şimdi hemen burada sigara içmek istiyorum dedim.. Yerinden âni ve oldukça oynak efemine tavırlarla kalkarak, sanki beni muhalefetiyle zorlayan aynı kişi değilmiş gibi tabi olur olur lütfen rica ediyorum arkanıza yaslanım rahat oturun diye söylenerek Ateş almak için odadan çıktı.
Bu ilk uzlaşmamız sonrası içeriden getirdiği başka bir kül tablasına razı olup, vitrindeki kaplumbağa şeklindeki Kültablasını kullanmak düşüncemi bir saplantı haline getirmekten vazgeçtim.
Ben sigaramı içerkenneler konuştuğumuzu hatırlayamıyorum Zira tüm ilgim onun tavırları üzerindeydi, çünkü o kadar dikkat ediyordu ki nezakete, her kıpırdayışında dünyanın bütün asilzadeleri hareket ediyor gibiydi.. içeride sekreterinin benim hakkımda pek de olumlu şeyler söylemediği hemen belli olmuştu çok saçma ve rahatsız edici şekilde sahte davranıyordu. insanın oynak haline üzülmüştüm, Zira acıma Gülen bile dürüsttür, en azından bütün kötü kalpliliğini ortaya koyar. Oysa bu çirkin maske düşmanın bile en hain biçimidir. Benim bu doktordan şifa bulacağım yoktu ama en azından parasını ödediğim kadar kafasını sikmeliydim.
Gözümde basitleşmiş ti saygıyı hak etmeyen bir kişiye saygı duymak, asıl saygı gösterilmesi gereken durum veya nesneyi alçaltır. O yüzden artık bu doktora saygı duymuyor Hatta adam yerine bile koymuyordum. Dünya sanki benim iç dünyamda ki henüz bilinmeyen düşüncelerimden ortaya çıkacak bir fikir ile kurtulacakmış gibi, her şeye kafa yormaktan vazgeçmeli, yarın yok olsam aynı dünyanın beni sikine takmayacağını bilerek yaşamalıydım.
Benim gibi hasta ruhlara özgü kişiler, dış dünyada anlaşılıp tanınamazlar, bizler bile bu dünyada kendimizi aynı mükemmelliği paylaşanlar gibi sezgi ile tanırız, ya da aynı kusuru... Kendi ruhumuzun hırçın dalgaları ile boğuşmaya başladığımızda aynı anda, Duygu ve düşüncelerimizin fırtınasına da tutulmuşsa eğer, bize dışarıdan bir yerlerden yardım gelebilmesi imkansızlaşır. Yaşamın her döngüsünden her insandan fazlaca etkilenip bu yolla bağımsız derecelere sıksıkla erişebilme ye başladığımız zaman, içinde bulunduğumuz bedenin canı pahasına kendimizi dışarıya atmak isteriz...
Şimdi ben doktora duygu ve ruh dünyamın dehlizlerin kapılarını açmadan önce, beni oluşturan sosyal dış mimari yapı’nın tarihini anlatıp tarifini yapmalıydım. O benim sadece adımdan ve sigara tiryakisi olduğum bilgisinden öteye henüz geçememişken, ben onda mesleğinin çok gönlü saydığı koca bir alanı kat etmiştim. benim için tamamen vasıfsız bir eleman görünmesine rağmen, ne yaptığını benden çok daha iyi bilen tavırlarla konuşmak ister misin diye sordu.
Delilerle hadi sizin tabirinizle söyleyeyim ruh hastalarıyla böylesine yakın ilişkisinin, kendisinin sağlıklı kalmasını engelleyip engellemediğini, onu gördüğüm andan itibaren yüzündeki her ifadenin benim anladığım lisanla yazılmış olduğunu, onun Bendeki ilk izlenim ve düşüncelerini merak ettiğimi vurgulayarak, sormuş olduğu sorunun cevapsız olarak tam ortasına daldım.
Konusuna günlerdir çalışarak hazırlanıp sorularında tam beklediği yerden geldiği toy bir öğrenci gibi rahatlamıştı sanki, ve bu kendinden emin tavırlarla bu defa o benim gözlerime kilitlendi. Biliyor musun dedi, yıllardır bu işi yapmama rağmen tek bir Deli ile karşılaşmadım ben. Üniversite dönemimizde herkesin bir ruh hastalığı taşıyıcısı olduğu öğretildi bize, ailem yakın çevrem Hatta kendimde bile farklı etkileri olduğunu sandığım bu hastalık. Bu mesleği edinmemde en büyük sebeplerden biridir,elimden geldiğince çok insanı Hatta mümkünse tüm dünyayı bu illetten kurtarmak için. Bu işe yıllarımı verip işte tam hazır donanım dayım dediğim anda ne oldu biliyor musun? Aslında kimsenin deli olmadığını gördüm. Peki Onca yıl boşa okumuş araştırmış boşa mı hazırlamıştım hayır. Çünkü insanların delilik diye tabir edilen bir problemi olmasa da, her şeyin doğal ilerlediği yaşamda olağan alışkanlıkları eğip bükmek, sosyolojik durumu ona göre şekillendirip ruhu ve duyguları bu şekle konumlandırmak oldukça zordur. Çocukluktan gelen bazı travmalar zamanında kapatılmadığını da büyümesi veyahut gayet sağlıklı bir birey iken, altından kalkılması zor Beklenmedik karşılaşmanın ansızlığı ve çok boyutlu ve zayıf duyguların sert bir olgu ile kafa kafaya çarpışması, bütün ruh sağlığınızı bozabilir ve o zaman kendi içimizde veyahut sosyal çevrede hayatın olağan akışına aykırı davranmaya başlarız. Bu delilik değildir herkes de bir ölçü vardır ve artık tüm bunların belli ölçüde rehabilite yolları var dedi. yaralanan çoğu zaman aslında duygular olsa da, yara alan ruh oluyor. İşte ben bir nebze bu noktada devreye girebiliyorum. Sanırım gazisinin ne tür travmalar atlattığını az çok tahmin edebiliyorum. Yattığın hastanelerden doktor arkadaşlarımı arayıp eski tetkik raporlarını isteyip gördüm. Ailesiz büyümüşsün e sanırım 14 yaşında evden kaçarak bir buçuk yıl İstanbul’da sokaklarda yaşamışsın ve doktorlarına aynı odada yattığın diğer hastalar kadar güvenmediğine dair bir bilgi de geçti elime.
Fakat ruh doktoru olarak değil yaşadığı kazanın şokunda olan birinin yanında durup pek sağlık bilgisi olmasa da insani yardıma koşan başka bir sürücü olarak düşün beni. Şimdi biz bu kazanın ilk şokunu atlatmaya çalışabilirsek eğer sen dahil kim veya kimler kusurluydu bunu tartışabiliriz. Eğer bana güvenip de samimiyetle açılabilirsen içini emin ol ki bu sana benden daha iyi gelecek, ayrıca sendeki iç şokun kapsama alanı dışından biri olduğum için, nerelerden yara aldığını görebilir ve daha da boyutlandırarak beraber görebiliriz senin kendinde öremediklerini. Zira depresyonu yaratıp sürdüren en önemli etken, Bu yaraların uzun yıllar bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Sen ciddi bir kaza sonrasında olduğunu düşünüp, ruhunu bana karşı soyunmaktan çekilmezsen eğer, bende altında çıkan çıplak duygularda yaraların nerelerde olduğunu gösterebileceğime inanıyorum.
Ben sana bu bahsettiğim ilk ve belki son yardımı yapıp, vicdanen rahat bir sürücü olarak yoluma devam edeceğim. Eğer ararsan bunu bir sonraki seans için değerlendirelim telefonum yerim belli, kazadan ve yaraların son durumundan laflarız, aramazsan da bu senin kendi sorumluluğun çünkü ben neden aramadı demem!
Onun bu ilginç ve gayet samimi gelen bu iletişim biçimi sonrası,bir sigara daha yakıp nefesimle filtresine sertçe yaslandığım da, doktorun gözlerinde belli bir berraklık ve sadece sahici insanlarda görülebilecek bir doğallığı fark ettim. Belki şişman sekreteri gibi acemi olmadığından, ya da dağıttığım konsantrasyonunu erken toparlamış olduğundan belki, veyahut da her hastaya yaptığı rutin girişi sırf benim için hazırlanmış gibi sunarak kendimi ona karşı çok daha rahat ve özel hissetmemi sağlamıştı...
Devamı 26 saat sonra. Yayında.
İnsallah, mümkünse, ya da sanırım ve galiba...
Not:
Yukarıda Okuduklarının bir kurgu değil, Yazarın gerçek yaşamı öyküsü olduğunu bilmek. Devamı için öngörülen saat tutturulamazsA, okuyucun anlayışına sığınmamı kolaylaştır umarım..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.