- 758 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
GELELİM SANA LEYLA
Dün düş hekiminden bahsetmiştim. Yıl 2005’ti sanıyorum ona internette rastladığımda. Taşıdığı güzellikleri farketmem bir kaç dakika sürmüştü. Ogünden beri onu keyifle takip ediyorum. Kendisi bir diş hekimi ama güzel düşler kurmayı çok iyi biliyor. Kurmakla kalmayıp herbirini ertelemeden yaşıyor. Sıkıntılı bir dönem yaşadığımı söylemiştim ya, şimdi iyiki de yaşamışım diyorum. O dönemin ardından daha güçlü bir insan olarak yeniden yaşama döndükten sonra “varolma” kavramını çok daha iyi anlıyorum. Bir varedici var, iyi, güçlü, merhametli, koruyucu biri. Bunları söylerken önlerine “çok” kelimesini bilerek yazmadım, yazsam ne olacaktı ki; “çok” kelimesi o varedicinin güçlerini anlatmaya yetecek miydi. Ol dediği olan bir varedici. Şu uçsuz bucaksız evrene ol demiş ve o da olmuş. Çok uzaktan görünen yıldızlar koymuş evrenine, çok uzakları gören gözler koymuş insan adlı biz ürünlerine. Yüzümüzü, ellerimizi, ayaklarımızı ne de güzel yapmış. Uzuvlarımıza güç vermiş, enerji vermiş. Başımıza akıl koymuş. Ya içimize yerleştirdiği duygular. Sevgi, şefkat,
cömertlik, fedakarlık, merak. Bizi birazcık kendine benzetmiş desem yanlış olmaz sanırım. Varolmasaydık, bu Varediciden haberimiz olmayacaktıki. Varız ve O’nu bu dünyada ürünleriyle, sonsuz yaşamda ise gerçekten göreceğiz. Düşünsene, bizi yapanı göreceğiz Leyla, elimizi takanı, kulağımızı yerleştireni, saçımızı ekeni göreceğiz. Belki konuşacağız da onunla.
Evet şu an varız ve yaşamımızı sürdürelim diye O’nun varettiği mekanlarda var olmayı tadıyoruz. İşte düş hekimi bu varolmanın tadını çok iyi anlamış ve bir ânı bile kaçırmadan doyasıya yaşıyor. Diş hekimliğinin yoğunluğuna rağmen Everest tepesine tırmanmış, tek başına bisikletle bir çok ülkeyi gezmiş, bu gezilerde ilk defa gittiği ülkelerin hiç bilmediği dağlarında çadırda kalmış ve tek başına olmaktan korkmadan yıldızları uzun uzun izlemiş. Düş hekiminin ilginç yönleri var, sanki bu yönleriyle bizlere bir şeyler anlatan görevli o. Kendisi Ankara’da yaşıyor ve gün içinde yaptığı en basit şey Ankara’nın en uzak noktasına otobüsle gidip oradan yürüyerek evine dönmek. Dönüş yolunda yürürken fotoğraflar çekiyor, insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle konuşuyor, yazılar yazıyor. Dediğim gibi bu onun yaptığı en basit şey. Mesleği haricindeki bütün yaptıklarına ayırdığı zamanı nasıl bulduğunu, “Bir kaç ay, daha yoğun çalışıp tüm tedavilerimi tamamladığımda kullanıma hazır zamanlar elde ediyorum.” diye açıklasa da, bence varolmanın değerini çok iyi bildiğinden bir dakikayı bile kaçırmıyor, dolayısıyla her şeye zaman buluyor. Mesela bir gün kalkıyor trene atlayıp hop istanbula gidiyor, taksimde kaldırıma oturup gitar çalıyor. Hani var ya, bir adam sokakta müzik aleti çalıyor, önünde de oradan geçenlerin para attığı kutusu. İşte bunu bile yapabiliyor düş hekimi, taksim kaldırımına oturup gitar çalıp tekrar ankara’daki işine dönüyor. Belki her gün, gün doğumunun fotoğrafını çekiyor, tabi gün batımının da. Dağları ağaçsız ve taşlı Ankara’da tek ağaçlı hüzünlü küçük bir dağ var. Bu dağda ikinci ağaca dönüşmesi gecikmemiş düş hekiminin. Herhangi bir arkadaşına uğrar gibi sahiplendiği o yalnız ağacı sık sık ziyaret ediyor. Zaman öğüten mesleğine rağmen bunları nasıl yapıyor. Hiç sıkıntısı ya da hastalığı yok mu. Bence var ama umursamıyor ki.
Düş hekimini saatlerce anlatabilirim ama amacım o değil Leyla. Bir şey daha var onunla ilgili. Ankara’da mevsim sonbahar olmalı, yapraklar sararmış. Bir işi için gitmesi gereken yere yürürken, daldan kopan bir yaprak tam göğsüne düşüyor. Onu alıyor, sevip okşadıktan sonra bir ticari taksi çeviriyor. Taksiyi kendisi için durdurduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Bir daha hiç bırakmayacağı bu yaprağı taksinin ön koltuğuna bir insan gibi oturtuyor. Şaşkın şaşkın bakan şoföre muayenehanesinin adresini ve taksi ücretini uzatıp “Bu yaprağı asistanım sizden alacak” diyor. Şaşırma sırası asistanda, telefonla arayıp, bir taksi gelecek içinde yaprağım var onu karşılarmısın diyor.
Yaprak konusunda düş hekiminin çok abarttığını düşünmedin umarım. Varolmak o kadar değerli ki, bu varlık evreninde düşen bir yaprak bile bu güzel muameleyi kesinlikle hakediyor. Hele daldan kopan mahsun bir yaprak. Yaşamı en iyi anlayanlardan biri düş hekimi ve yaprağa özenli davranışı şahane bir fikir. Dün söylemiştim, düş hekimi aynı zamanda dişlere tel takan bir uzman, ortodondist. İşi, yolundan sapmış daha doğrusu yerini şaşırmış dişi, özenli ve oldukça uzun bir tel tedavisi ile doğru yerine getirmek. İlk defa aklıma geldi, Varedicinin en harika ürünü olan insanın bir dişi bile bu özenli ilgiyi hakediyor. O’nun en harika ürünlerinin en harikasının, “Sizden biriniz kıyamet koparken bile, elinde bir fidan varda dikmeye gücü yetiyorsa, onu diksin” deyişini şimdi anlıyorum. Doğurduğu bir yumurta için ortalığı ayağa kaldıran tavuğu, ateş böcekleri korosunu, erken kalkın diye yalvaran baykuşu, karıncanın çalışkanlığını şimdi anlıyorum. Sadece bir kaç günle sınırlı uçumuna, gördüğümüzde ağzımızı açık bırakacak kadar güzel kanatlar takılan kelebeklerin israf değil yaşam dantelasında rengarenk bir motif olduğunu şimdi anlıyorum.
Varedilenlerin üstün değeri Varedicinin eseri olmaktan geliyor. Canlı cansız hepimiz onun eseriyiz, ürünüyüz, onun elinden çıktık, bunun daha ötesi var mı Leyla. Ne kadar da özenmiş ve sevmiş bizi. Neler koymuş içimize dışımıza. Hani bir misafirimiz gelecek olsa nasıl da özeniriz, yemekler yaparız tat ala ala yesin diye, yataklar sereriz mışıl mışıl uyusun diye. Uğurlarken hediyeler veririz, yine gel deriz. Peşinden ağlarız. Rabbimizin bize sağladığı imkanlara, bizi ağırladığı yere bak, bize yedirdiklerine ve içirdiklerine bak Leyla. Başımıza akıl, içimize birbirinden güzel duygular koymuş, yüzümüze özellikle de bebek ve kadın yüzlerine saatlerce baksan doyulmaz güzellik yerleştirmiş. 48 yıldır yiyorum hangi meyve en güzeli hâla anlayamadım. Biri söylesin en güzel manzara hangisi, güneşin doğumu mu, batımı mı, deniz mi, dağ mı, yıldızlar mı, ay mı, başak tarlaları mı, kıvrım kıvrım akan ırmak mı, masmavi gök yüzü mü, bulutlar mı, yağmur mu, kar mı. Mevsimlerden güzel olanı hangisi, yaz mı, kış mı, baharlar mı. Hayvan ürünlerine gösterdiği itina bile bizeydi. Yılan derisindeki birbirinden güzel desenleri kim görüp de Varedicinin güzelliğini alkışlayacaktı. Kim kediyi okşayınca Rabbimizin şefkatine yol bulacaktı. Rabbimizin gücünü hesaplamak için aslanın heybetini kim sonsuzla çarpacaktı. Kaplumbağanın yavaşlığı bize, çitanın hızlı koşuşu bize, kuşun uçuşu bizeydi, herbirinden dersler alacaktık. Gülmek, şaka yapmak, ağlamak herbiri ne güzel şeyler; bu özellikleri neden sadece bizde var ettin Rabbim. Söz buralara gelmişken söylemesem olmazdı, insan ve hayvan ürünlerini var etmek için kurduğun sistem ne harika. Canlıları canlıların içinden çıkarıyorsun, bu ne şahane fikir. Ya bu sistemin çalışması için insanlara tattırdığın o zevk, o haz, bir benzeri başka hiçbir şeyde yok, cennete ait bir şey mi yoksa o. Portakalın tadı tamam, çileğin tadı tamam, peki o haz, onu nasıl tasarladın Rabbim.
Bu yazının da sonunda yine gelelim sana Leyla. Bir kaç kez söyledim, adın bile çok güzel senin. Bayan olsaydım ismimin Leyla olmasını isterdim. Varedicinin en harika ürünlerinden biri olduğunu hissetmiyor musun. Aynaya bak, eski resimlerine, eğer varsa özellikle çocukluk resimlerine bak. O çocukluk resimlerinde nasıl güzel gülümsediğini, yüzünün ne kadar tatlı olduğunu göreceksin. “Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim” diyorsun, sen Rabbimizin en değerli eseri iken, O sırf senin yaşaman için bunca şeyi var etmişken ve sen O’nun sende sergilediği güzellikleri biraz tozlansalar da çirkinleştirmemiş üstelik tekrar parlatmak istiyorken seni nasıl dinlemeyelim söyle. İnşallah Leyla’nın ne kadar değerli olduğunu sen bile anlamışsındır. İnsanı bu kadar özenle yaratan onu çaresiz bırakır mı? Her sıkıntının çareleri var demiştim, O’nun izniyle sana çok çareler bulacağız. Hiçbir şey bulamasak bile yine yapacağımız çok şey var. Düş hekimi yaprağa nasıl davranmıştı hatırla. Hani “birlikte yaşamak isteyen aileler kulübü” projemden söz etmiştim ve sen çocuk gibi sevinmiştin ya, işte onu yaparız. Nasıl mı? Arabamızı kısa sürede basit bir eve dönüştürürüz. Bizim çocuklar da büyüdü evde tek kalmak istiyorlar zaten. Benim işim de müsait, minik evimizi senin şehrine doğru sürer ve sokağına taşınırız. Pencerenden baktığında sana da bize de yeten ışığımızı görürsün. O ışık, kendini yalnız hissettiğin gecelerde yıldızlar ve ayın yanı sıra yalnızlığına ortak olmak isteyen üçüncü bir güç olur sana. İnanki sen buna değersin ve biz bunu yapmakla çok mutlu oluruz.
YORUMLAR
Dikeninden ötürü güle ve sahibine kızıyor muyuz. Bilakis ne kadar harika diyoruz. Şu hayat yolculuğunda maalesef asıl vereni, verdikleriyle de bizi inkişaf ettirecek olanı göremiyor da dikenlere takılıp kalıyoruz. Halbuki o bizi çok seviyor, bize bizden yakın. Tek aşk duyulacak biri varsa o da O... Çünkü kendisi mahlukatına aşık. Aşık tanınmak, bilinmek, anlaşılmak ve sevilmek ister. Bunlar inkıtaya uğradığı zaman kul karanlıkta kalır. Ve kendini Varedeni göremez. Fani olan faniyle beka bulamaz.
Karanlıkta kalmış birinin aydınlanmasına vesile oldunuz. Unuttuğumuz asıl sevgiyi ve Varedenin güzelliğini hatırlatan bu muhteşem yazı için size teşekkür ediyorum.
kader hamağı
Ne güzel bir yazı böyle, sevi nin en üst seviyesi ile ilahi aşk öyle samimi harmanlanmış ki içerik olarak ; yazıyı sevmemek mümkün değil.
👏👏👏
Saygılarım dostlukla