- 372 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANILARIN İÇİNDEN 4
ANILARIN İÇİNDEN 4
Benim sülalem, Kilis’in Seve köyü,Tilhabeş(Yavuzlu) ve Tibil (Öncüpınar) köyüne yerleşmişler, orada yayılmışlar ve yüzyıllardır da orada yaşıyorlarmış.
Önceleri Suriye diye ayrı bir devlet yokmuş. Oralar Osmanlı Devletine ait birer vilayetmiş ama ne zaman ki biz Birinci Dünya Harbinde yenik düşmüşüz, işte o zaman bu günkü Türkiye ’nin yedi buçuk katı bir toprak parçasını kaybetmişiz.
Bu topraklar üzerinde bugün Balkanlar’da 16, Kafkaslar’da 4, Ortadoğu ’da 16, Afrika’da 16 olmak üzere 52 bağımsız devlet bulunmaktadır.
Oralarda akrabalarımız kalakalmış. Öz be öz Türk olan aileler, 1950 yılında mayınlı tarlalar yüzünden oralarda kalmışlar ve gurbet acısını yaşamaya başlamışlar. Anaya ataya kâvim kardeşe hasret kalmışlar. Benim de iki büyük halam o tarafta iki halam ve diğer tüm ailem bu tarafta kaldı maalesef. Ev, dam, bağ, bahçe olunca oralarda kimse yerinden kımıldayamadı. "Gelir gideriz yine görüşürüz" dediler ama o iş o kadar da kolay olmadı artık.
Hayâl meyal hatırlarım, her bayram sınır kapısına giderdik ailece. Belki halamlar gelebilirse tellerin oradan görüşebiliriz diye. Saatlerce beklerdik onları. Birinci gün gelemezlerse ikinci gün yoksa üçüncü gün. Çünkü onların o taraftan izin alıp da görüşme alanına gelmesi o kadar kolay değildi.Bize önceden mektup yazarlardı ’’izin aldık kapıya geleceğiz bayramda’’ diye. Bazen hiç görüşemediğimiz olurdu. Cenaze çıkmış bir evin sessizliğinde geri dönerdik. Ama gelebilirlerse de değmeyin keyfimize. Herkes mutluluktan ağlardı dakikalarca. Sonra birbirimize karşılıklı hediyeler verirdik. İşte bizim için bayramın en güzel yanı bu olurdu. Hiç kimse Arapça bilmezdi. Biz de onlarla Türkçe konuşurduk. Kuzenlerim ile görüşmenin o doyumsuz hazzı beni mest ederdi. Niye Suriye tarafındakilere "Araplar" derlerdi anlayamazdım.
Ben yaz tatillerimi hep nenemin yanında köyde geçirirdim. Onun tandır damında dumanlar arasında kalarak pişirdiği ekmeklere bayılırdım. O sıcacık ekmeklere tereyağını sürer arasına penir koyup dürüm yapar bana yedirirdi. Tavuklar, horozlar etrafımızda dolaşır arada nenem onları kovalardı. Ben samanların arasından mis kokulu yumurtaları bulunca sevinirdim. Yumurta bulmak, benim için bir oyun haline dönüşmüştü
Bazen, halalarıma mektup yazdırırdı bana nenem. ’’Yaz kızım söyle ikimize istek yapsınlar gidelim hem âmmim uşaklarını görelim hem de halalarına görestim. İkimiz giderik! ’’ derdi. Yazardım. On güne kalmaz istek mektubu gelirdi. Onu muhtar aracılığı ile kaymakama onaylattırırlar biz de nenemle sınır kapısından o tarafa geçerdik. Yürüyerek hem de. Çünkü dipdibeydi sınır kapısı ile köyümüz.
Önce, Sucu karakoluna uğrardık. Orada kontrolleri yaparlardı. Sonra Azez şehrine gitmek için bir taksiye binerdik. Ben çocuktum. İlkokul 2. sınıfın yaz tatili. Şoför sekiz kişiyi arabaya tıka basa bindirir bizi on kilometre ilerdeki Azez’e kan ter içinde pestilimiz çıkmış şekilde bırakırdı. Oradan Halep şehrine geçerdik. Nenemin amcası oğlu cübbeli sarıklı bir hoca efendi idi. Kırmızı sülalesinin yarısı o tarafta kalmıştı.
***
Nenem büyük bir hürmetle amcaoğlunun elini öperdi hep. Bizleri çok güzel karşıladılar. Misafir ettiler bir kaç gün. Dost âkran herkesi ziyaret ettik. Hepsi Türkçe konuşuyorlardı. Ama çarşıya gezmeye çıktığımızda Arapların bağırıp çağırarak konuşmalarını duyardık. Ben hiç kimseyi anlamadan bakınırdım. Alışveriş için girdiğimiz işyerlerinde ’’Faddal faddal ehlen ve sehlen ’’ diye bizi karşılaşıyorlardı. Biz Arapça bilmiyorduk ama oradaki akrabalarımız Arapçayı bildikleri için onlarla konuşup bize tercümanlık ediyorlardı.
"Erkekler niye zıbın elbise giyiyorlar" diye neneme sorardım.
"Cellabiye" denilen uzun elbiseleri ve başlarında omuzları da örten, kenarları püsküllü bir başörtüsü olan kefiyeleri ile bana tuhaf görünüyorlardı. ’’Bunlar böyle giyinirler’’ derdi nenem.
Halalarım beni çok ama çok severlerdi. Döne halam, Tuğlu denen köyde yaşıyordu. Bahçeli bir evleri vardı. Büyük kızının ismi Gürcü idi. Çok çalışkandı. Bütün evi çekip çeviren Gürcü abla’ydı. Halamın iki de oğlu vardı. Yaşları bana yakındı. Halamın çocukları ile okula giderdim. Onların okulu bizim gibi tatil değildi. Öğretmenleri de Türkçe konuşuyordu. Ben bu nedenle: "Neden buraları bizden ayırdılar ki, biz neden hasretlik çekiyoruz kuzenlerimle" derdim.
Çok sevimli cana yakınlardı. Onlara tam doyamadan oradan da ayrıldık. İzin süremiz bitmeden bu kez Elif halam’ın köyüne geçtik. Elif halam Dicle nehrinin kenarında bir köyde yaşardı. Dicle nehrinin suyu çamurlu akardı. Ürkerdim o sudan. Halamın kızları omuzlarında su askısının ucunda iki kovayı su doldurup, o suyu dinlendirirler ve ağıldaki hayvanların su kaplarına boşaltırlardı. Merakla izlerdim onları. Küçükbaş hayvancılıkla uğraşırlardı. Arı gibi çalışkanlardı. Kaymak tereyağı süt yoğurt her şey boldu onlarda. Vaktimiz tamam olunca gerisin geri sınırı geçer köyümüze dönerdik. Ben nenemin kızı olmuştum. Her şey iyi güzeldi ama ya bu mayın tarlaları bizlerden neleri alıp götürdü. Bir sonraki yazımda o konuya değineceğim.
Kalın sağlıcakla!
KARDELEN(Ayrıkotu)
19.01.2021
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.