- 650 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
687 – KUZEY KUTBU
Onur BİLGE
“Güney Kutbu,
Kaptan’ın bana göstermek istediği gerçekleri görmeye başlayınca, eşyaya, olaylara ve hayata bakış açımın değiştiğini hissettim. Önceleri hayretten hayrete düşürdü bu olay beni. Sonra giderek alıştım. Döndüm, kendime baktım. Hayatıma, beklentilerime, ruhumun derinliklerinde gizlenenlere… Sonra konuşmaya başladım kendi kendime:
“Her yer sılcan, diken… Yollar takuş tukuş… Önünde sarp kayalar, sıradağlar, tünelsiz… Yolunda engeller, çengeller…”
Hatıra defterlerine yazılanlar geldi hatırıma: “Hayatın dikenli yollarında yürürken…” diye başlayan klişeleşmiş yazılar… Hayatın taşlı tozlu yollarındayım hâlâ… Yaş altmış… Kendi kendime açabileceğim şeylerdi söylediklerim. Başkaları için hiçbir değeri yoktu. Devam ettim:
“Yürü, o engebeli arazide, dengeni kaybetmeden... Zifiri karanlıklarda palatur yollarda, asasız, yapayalnız... Alışmışken iki ayakla yürümeye... Git bakalım tek ayakla, böyle seke seke... Haydi koş! Koş da göreyim!..
Ara el yordamıyla çıkış yollarını. Önce bir ışık yak, önünü görebilmek için, sonra aydınlatmaya çalış, düşüncelerinle çevreni. Güneş ara ufuklarda umutsuzca. Yeşile, maviye, çiçeğe hasret... Ezmemeye gayret ederek ayağına dolaşan yılanları, elinin tersiyle incitmeden düşürmeye çalışarak üzerinde gezinen akrepleri, kör karanlıkların çamurları sıçramasın üstüne, kirletmesin üstünü başını diye dikkat ede ede, kıvırarak paçalarını, git gidebildiğin kadar, hedeflediğin yere…
Yalnızlığının girdabına indikçe, içinin içinde bir can yoldaşı ara, ara sıra! Her yanın zindan karası, körkuyuyken dört bir yanın… “Belki bugün, belki yarın…” diyerek yatmaya devam et uykulara.
Işık ara dehlizlerde sabahlara dek! Dinginlik, sessizlik ve huzur ara curcuna sabahlarda. Ne kadar muzır varsa etrafında, almamacasına ver, neyin varsa sonuna kadar! Yetmesin yirmi dört saatin vermelere! En değerlilerini alsınlar elinden, bak kal arkalarından, baka kal alıklar gibi! Bekle ki geri gelsinler, insaf edip de! Yakaladığın fırsatlar kayarak kaçsın avuçlarından suda balıklar gibi!
Sonra kendine gel bir ara yine! Kendini ara, kendinde. Kaybol dininde… Plan yapma! Program yok! Gelecek, nasıl olsa gelecek! Ne yapsan, ya da ne yapmasan da… Olacak olan, olacak! Tedbir alsan da almasan da! Bırak kendini akıntıya! Ilık mavi sularına sal kendini güneyin! Nereye sürüklerse oraya… Kıyılara vura vura...
Dal, yaşarken o derin, en derin uykuya... Tuzlu sular içmişçesine susadıkça yandıkça yansın için! Bir türlü kanmak bilmezcesine çiçek aç rengârenk, biçim biçim! Meyvelere dur, baharları görmeden. Özsuyunla sula toprağını! İnadına, tersine… En olgun yemişlerini ikram et önüne gelene!
Temizle havasını dünyanın! Pis soluklarla kokuşan kirini yok et! Saf oksijen üret, durmaksızın! İçinde yıkılışın, dilinde duan, kalbinde sızın… Temmuz güneşinde çatlarken dudakların, yarılırken topraklar, isyan ederken tüm mahlûkat, yazın…
Farz et ki böylesine, çalakalem yazılmış, umarsızca yazın. İşte karın, işte oğlun, işte kızın! Bekle, ansızın yankılanacak feryadı! Hani ölümdür ya adı… Doldu bu bedenin miadı! Ne fark eder bu saatten sonra hak hukuk, kanun kadı! Çoktan kaçmış bu sefilce yaşamanın tadı.
Hayatı gördün ya! Biçim biçim… Artık görmelisin, ölüm ne biçim! Sevgili’yi görmek istesin artık şiddetle için! Hayatın kopuşu yok! Kaçış niçin? Ölüm, her doğan için...
Solucanların gıdası olarak yaratıldın. Karıncalar olacak ilk ziyaretçin… Tarla fareleri, yılanlar, böcekler yiyecekler seni. Seninle beslenecekler. Ağaçlar, çiçekler kanını içecekler.
Önün necis bir suydu, sonun leş ve pis bir su… İşte işin doğrusu! İşte kabir uykusu! Haşirde çıkacak hayatın kokusu! Duyulacak mı acaba cennet kokusu? Ya Allah korkusu? Ya Allah korkusu? Haşyetullah!..
İki omuz, iki melek… İki kefe, iki ağırlık… Beyinde denge... Dön tek renge! Neden bu sağırlık? Tembellik, ağırlık…
Toprak koca bir elek… İnsan eleyecek! Binlercesi dökülecek! Boyunları bükülecek! Kimler ağlayacak? Kimler gülecek?
Neler geldi bu başa! Kim bilir daha neler gelecek! Daha neler neler gelecek!.. Acaba var mı gelecek?
Biri var saniye salise zaman sayan bir yerlerde… Pür dikkat o malum ânı gözetlemede…
Ha geldi, ha gelecek! Ha geldi, ha gelecek!..”
İşte bu düşünceler içindeyim . Biliyorum sona yaklaştığımı. Aşına aşına yufkalaştığımı… Diyorum ki tamamen yok olmasın hayatım. İyisiyle kötüsüyle, tatlısıyla acısıyla sürüklemeye çalıştığım bu ömrün kurtarabildiğim kadarını kaydederek kurtarayım. Benden geriye, yaşanmış ya da yaşanmamış hayat kesitleri kalsın, kalabildiği kadar bu gezegende.
Gitmek istemiyor değilim, yanlış anlama! Direnecek gücüm de yok, tercih hakkım da... Gerçek olan şeyler var oysa yaşanmışlıktan yana... Kimsenin tam inanıp inanamayacağı ve doğruluk derecesini benim bile kesinlikle bilemediğim... Yazgımda kayıtlı... Yalnız Allah’ça malum... Onlardan yalnızca yaşadıklarımı ve yaşayamadıklarımı tahayyül ederek yaşayabilmek için yazıyorum.
Şimdi her istediğimde neşeyle kanat çırparak kopup gelecek, avuçlarıma konacak kuşlar halinde, yıllardır belleğimde tutmaya çalıştığım anılarım, duygularım, düşüncelerim, aşklarım, hüsranlarım, kısacası baştan sona bütün hayatım… Bütün hayatım bir tomar kâğıt…
İster aç oku Necmettin, ister yırt at, yak! Ya da ver birine, toparlasın, düzenlesin, yeni baştan yazsın. Bu gök kubbede senden de hoş bir seda kalsın! İstersen yayınlat, çoğalt, dağıt!
Bu zamana kadar kanat gerdiğim, yok olmamaları için sahip çıktığım, hafızamda evirip çevirerek canlı tutmaya çalıştığım, zayi etmemek için tekrar tekrar düşünerek güncellediğim, tümünü tüm detaylarıyla gün yüzüne çıkarabilmek için var gücümle gayret ettiğim, kaybetmeden kaydetmek için can havliyle kaleme aldığım şiirlerim, mektuplarım… Mektup mektup anılarım…
Ne yapacağım belli olmaz benim. Aklıma esti yazdım. Aklıma eserse yırtar yakarım! Nefret etmeyeyim İnşallah senden! Nefret ettiğim an, seni andıran ne varsa yok ederim!
Aşk ile nefret, madalyonun iki yüzüdür. Birbirlerini dengelerler. Aşk, ne kadar büyükse, nefret de o kadar büyük olur. Çoğu zaman, aşkın ikindi gölgesidir o kötü duygu. Ondan çok daha büyüktür...
Aşk ne kadar sıcaksa, nefret de o denli soğuk... Aşk ekvatorsa, nefret güney ya da kuzey kutbu...
Nasılsa sen okuyamayacaksın yazdıklarımı ve bu yakışıklı mektubu!
Hep aynı terane olacak değildi ya… Bu defa da bunlar geldi içimden. Denizde ne varsa, kıyıya vuran o!
Ne yazık ki daha kapanmadan yaram, seninle de açıldı aram. Dünya kadar bir uzaklık girdi aramıza. İki zıt kutba çekildik, o aramızda…
Dünya, devasa gailesi ve tasasıyla Allah’la da aramızda.. Öylesine yapışmış ki yakamıza, sıyrılıp kurtulmak çok zor!
Bir yanımız çiğdem çiçek, bir yanımız yalım kor!..
Kuzey Kutbu”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 687