- 1260 Okunma
- 6 Yorum
- 7 Beğeni
GERİYE NE KALMALIYDI?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Günler, aylar, yıllar sızıyor hayatın yeni gelin edalı bakışına. Suretler bir beliriyor bir kayboluyor, kırmızı perdeler ile süslü hayat sahnesinin ortasında.. Sorular soruluyor eskiyen ceketleri pörsümüş omuzlarında taşıyanlara. Titrek bir mum alevinde kaybolan vedasız kaçışlara…Akşam saatlerinde başlayan hesaplaşma devam ederken, gün doğumu yaklaşıyor ya hani ve biliyor ki birazdan bebeklerin uyanma vakti … Ama belki şimdi belki de uyanmazlar gibi…Güvenemiyor ki ancak gözler kapalıyken mi uyunur…Oysa öğrenmişti ufak bir fısıltı, sert bir tokattan daha kuvvetliydi…Evet bebekleri hala bilemiyor, ancak kendisi yıllardır uyuduğu uykudan yüzüne vurulan cümlelerin yankısı sonrasında uyandı…Ve bir daha sarılır mı uykuya, bir güzel rüya uğruna bilemedi…
Zamanın perdelerini yırtarcasına hızlı akarken yaşamın suları, durulmuyor ne önünde ne de ardında bu yakası sökük deli pınarın. Özlemin dolanan saçlarını bir tarayıp düzelteyim derken, yadına düşen hatıraları ütüleyip ardıç kokulu sandıklara yerleştirmek isterken, annesinin kilerde sakladığı kiraz reçeli kavanozlarını düşürüp kırıyor…Dağılan parçaları toplamaya çabalarken, fark etmeden uzun parmaklı ellerine cam parçaları batıveriyor. O esnada buğulu gözlerinde biriken nazenin damlalar, sıra sıra süzülüyor hüzne boyalı soluk yüzünde. Sahiden ellerine batan cam parçaları mıydı yanaklarında yuvarlanıp ardında izler bırakan gözyaşlarının sebebi?. Camlar kanatsaydı ellerini, bir köşede unutulmuş siyah vazonun içinde kuruyan güle benzer miydi sureti? Cevabı; yine de ardına bakamadan ansızın süzülen gözyaşlarında aranmalıydı. Ve işte ahşap kokulu dört raflı kilerin karanlık odasında, gözyaşları da ona veda ediyordu. Tıpkı o akşam harflerin son kez yan yana gelip hoşça kal kelimesinde buluştuktan sonra veda edişi gibiydi… Sakin ve bir o kadar da yalnızlığa bir adım daha atar gibi..
Gözlerinde hüzün yağmurlarından çalıp sakladığı yaşlar, kelimelerinde sessizliğin korkunç yankısı, kirpikleri kaşlarına değene dek gecenin efsunlu örtüsündeki incileri sayıyordu. Ola ki içlerinden biri usulca kayarsa, hezimetin altında kalan gönlü bir dilek ile avunurdu. Belki yüzüne tebessümün sıcağı yayılırdı belki de kadife kumaşlara saklanan mücevherler gibi parıldardı gözleri.. Tıpkı onunla sükutun salıncağında gözleriyle sohbet ettiği anlardaki gibi yine masmavi parıldardı…
Hakikate aşık yüreği ,kıyısız denizleri kendine sığınak bilen ruhu, dostluğun o şeffaf ve sağlam taburesinden belki boynunda bir ip belki de bir ah ile kendini salıverdi aşağılara…Sormadı nedenleri o andan beri, sormadı sahiden gerçek miydi?
İsmini bilmediği bir şehirdi kendisi ve o şehirde kaybolmuş bir yabancıydı yine kendisi...Sorsa cevabı yoktu, sussa anlatamayacaktı. Çünkü ne kelimelerle, ne de artık gözleriyle konuşabilirdi bu bilmediği ihanetin dilini… Kanayan yüreğinin yaşları, gözlerinden süzülüp kanayan ellerine saklanıyordu. Eski bir dantelle kaplı zımparalanmamış ahşap sehpanın üzerindeki saksıya ,sarardıkça sararan sardunya yapraklarına, baktıkça daha da ağlıyordu. Ve bir an duraksadı. Sıvasız beyaz duvarda bozuk oluşu ile yıllardır dikkat çekmeyen saatin gong sesinde kaybolmuş boşluğu izlerken, birden saatin hemen aşağısındaki kırık aynanın yansımasında, önce taranmamış uzun saçlarının ucundaki kırmızı çiçekli tokaları sonrada kendini gördü, gözlerini gördü. Gözlerinde onu gördü. Sanki karşısındaydı ve ona söyleyecek sözleri varmışçasına bekliyordu. Konuşsaydı gözlerindeki alçaklara layık ruhu olan o beden, bu kez dinleyebilir miydi onun sözlerini? Dinledikçe; bulutların grileştiğini, çimenlerin yeşili terk edişini, papatyaların bir bir dökülüşünü izleyebilir miydi? Sanmıyorum… Kuzguni yağız bir atın terkisine binip; uzun siyah dalgalı saçları rüzgarı estirerek, ardında bıraktığı manolya kokusunun esintisinde kaybolup koşar giderdi hiçlik diyarına…İşitmek ne ağır bir eylemmiş oysa…
Evet işte şimdi başlamıştı tek kişilik hesaplaşma. Oysa kavganın baş harfini bilmeyen kendisi, aynada ki gözlerine baktıkça kavgaya dair yeni kelimeler türetiyordu. Susuyordu sustukça kanıyordu hem elleri hem de gözleri…Baktı baktı ve baktı kırık aynanın ötesindeki ‘ dostluk’ senelerine, gülümseyerek hatırlarım sandığı anlarına ve son olarak yarım bırakılışına… Doymadı bir daha baktı...
Akrep ile yelkovanın bitmeyen yarışı devam ederken, sokak lambaları da bir bir sönerken, nedenlerin sarmaşığında sıralanan cümleler henüz zihninde sorgulanmaya devam ederken, gözlerindeki kuruluğa rağmen gecenin ortasından beri epeydir ağlıyordu… Evet bahsetmeyecekti ruhundaki yılgın atların varlığından. Bahsetmeyecekti gönlündeki yıkık taş evlerin tozlarından. Hele ki kim yormuş, kim yıkmış asla! O yalnızca; güneş tepedeyken, gözleri kapalı rüzgarın yasemin kokulu ezgisine anlatacaktı. Tıpkı yankı yapan sokaklarda yol alır gibi…Kelimelerini dizdikçe sükutun ipliğine, çoğaldıkça kelimeleri rüzgarın ezgisinde, gün ortasında kurutacaktı onları …Yalnız ve sessizce… Yok edemezdi, terk edemezdi işittiklerini… O yalnızca defetmek istiyordu kelimelerin zehrini…Ve bundandır ki gün ortasında kurusunlar istedi…
Yazımı güne yakıştıran değerli seçki kuruluna teşekkürlerimi iletiyorum.
ZEYNEP SENA DOĞANTEKİN
YORUMLAR
ZSENADOĞANTEKİN
Saygılarımla.
Güzel yazılar güne gelince seviniyorum. Hep böyle olsa! Teşekkürler... Sevgiler... :)
ZSENADOĞANTEKİN
Siz de bu güzel yorumlarınız ile iyi ki varsınız.
ZSENADOĞANTEKİN
Siz de bu güzel yorumlarınız ile iyi ki varsınız.
ZSENADOĞANTEKİN
Siz de bu güzel yorumlarınız ile iyi ki varsınız.
Sevgili Zeynep Sena şiirsel anlatımını can ı gönulden kutluyorum
Tam üç yerinde yazının anlatımı kalbime dokundu. ☺
Tıpkı o akşam harflerin son kez yan yana gelip hoşça kal kelimesinde buluştuktan sonra veda edişi gibiydi… Sakin ve bir o kadar da yalnızlığa bir adım daha atar gibi..
...
Ve bir an duraksadı. Sıvasız beyaz duvarda bozuk oluşu ile yıllardır dikkat çekmeyen saatin gong sesinde kaybolmuş boşluğu izlerken, birden saatin hemen aşağısındaki kırık aynanın yansımasında, önce taranmamış uzun saçlarının ucundaki kırmızı çiçekli tokaları sonrada kendini gördü, gözlerini gördü.
...
Evet bahsetmeyecekti ruhundaki yılgın atların varlığından. Bahsetmeyecekti gönlündeki yıkık taş evlerin tozlarından. Hele ki kim yormuş, kim yıkmış asla! O yalnızca; güneş tepedeyken, gözleri kapalı rüzgarın yasemin kokulu ezgisine anlatacaktı. Tıpkı yankı yapan sokaklarda yol alır gibi…
Nice güzel yazılara insallah diyor tebriklerimi sunuyorum
Dilerim güzel kelimeleriniz olsun yazmak uğruna. 🦋☘
ZSENADOĞANTEKİN
Kelimelerin sırlı kapısından geçerek, kişilerin dünyasına dokunabilmek ne mutlu;)
Nice güzel yazılarda buluşmak dileğiyle.
Puan verilmiyor galiba yoksa 100 üzerinden 1000 falan verirdim :))))
ZSENADOĞANTEKİN
Kahve keyfi yaparken gözüm ilişti.Tam kıvamında güne gelmiş olan bu yazınıza bayıldım.Tebrikler :))))