- 381 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şuayb aleyhisselam liberalleri gördü mü?
Dedim ya daha önce de: Fâtır sûresinin öğrettiği kritik birşey var arkadaşım: Şeytan beşeri Allah ile de aldatabilir. Ne demek bu? el-Cevap: ("Allahu’l-a’lem!" kaydıyla dinle ey kâri.) En katıksız hayırlar dahi zifir kötülüklerin aracı kılınabilir. Üzerlerinden cerbeze çevrilebilir. Manipülasyon yapılabilir. Tuzaklar kurulabilir. Zaten ’ideolojiler çağı’ diye de tesmiye edilebilecek ’ahirzaman tecrübesi’nin gösterdiği budur: "Herbir hayalde bu çiznök gibi bir dane-i hakikat bulunmak şarttır." Yani ütopyaları arzulanır kılan içlerindeki hakikat tohumudur.
Evet. Herbirisi kendince bir hakkı tutmuştur. Peşinden koşmaktadır. Yokluğundan sızlanmaktadır. Şifasın aramaktadır. Mesela: Feminizm kadını, komünizm işçiyi, faşizm ulusu, kapitalizm sermayeyi vs. korumaya çalışmaktadır. Ama? Fakat? ’Ama’nın ve de ’fakat’ın cevabını da yine mürşidim verir: "Şu bâtıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcut, münderiçtir; mahsus mahalli vardır. Bâtıl olan tâmimdir." Demek ’haklı hassasiyetin haksızca manipülasyonu’ndan da ileri gelebilir böylesi sapmalar. Bâtılın da elinden gelir bu tip ’ayyüzlü aldatmaca’lar.
Öyle ya. Kul, her ismiyle/sıfatıyla ’subhan’ olan Allah’ı hakkında bile aldatılıyorsa, daha ’aldatılamayacağı’ ne vardır? Yani ayetin işaret ettiği zirve altbaşlıklara karşı da uyarıdır. (Burada da "Allahu’l-a’lem!" demeyi unutma ey kâri.) Nitekim, ümmet-i Muhammed’in yaşadığı fırkalaşma süreci de incelendiğinde, herbir bâtıl mezhebin ’yanlış bir temayülle kıvamını bozduğu Allah tasavvuruna’ yaslandığı görülür. Mutezilenin ’tenzih’ anlayışında da bu vardır. Mürcie’nin ’rahmet’ anlayışında da. Cebriye’nin ’azamet’ anlayışında da. Vehhabiliğin ’tevhid’ anlayışında da. (Ve saymadığımız nicelerinde de.) Aşağı-yukarı hepsinin sapkınlığı ’iyi niyetli’ bir vurgu farklılığıyla başlamıştır. Bütünlüğün güzelliğine razı olamayanlar, ne yazık, cüretkâr bir parça övgüsüne yaslanmıştır. Gavvaslar ellerine geçen mücevheri hazinenin kendisi sanmıştır. Körler dokundukları yeri filin ta kendisi zannetmişlerdir. Böylesi kırılmalar bazen tefritlerinden bazen de ifratlarından kaynaklanmıştır. Ölçünün yitimi nice azları çoklara galip etmiştir. Eh, evet, tasarımın yasası budur: Vurgu azı çoğa galip eder. Kalın yazılmış satır bütün bir metinde kendini övgüyle-istibdatla okutur. Yârin yüzü yüzbin yüz içinde aşk ile seçilir. İblisin böyle çok silahı vardır.
Arkadaşım daha bir başkasını da Hûd sûresinin 87. ayetinde görüyorum ben. Ve elbette yine Allahu’l-a’lem. Kısa bir mealiyle şöyle buyuruyor ayet bize: "Dediler ki: Ey Şu’ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terketmemizi, sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.” Bilindiği gibi Şuayb aleyhisselamın irşad vazifesiyle görevlendirildiği kavim Medyenlilerdi. Gerek Kur’an’da gerek başka kaynaklarda aktarılanlardan öğrendiğimize göre Medyenliler ticarette gelişmiş bir kavimlerdi. Ancak alışverişlerinde haksızlık yapıyorlardı. Ölçüde-tartıda oyunlar çeviriyorlardı. Şuayb aleyhisselam da hem şirkleri hem de kem ahlakları hakkında uyarmıştı onları.
Tabii mevzu ’mallar hakkında dilediğini yapabilecek bir serbestlik’ konusuna gelince insan günümüz liberalizmini hatırlamadan edemiyor. Hatta mürşidimin 20. Söz’ünde hepimizi uyandırdığı "Kur’ân-ı Hakîm’de çok hâdisât-ı cüz’iye vardır ki herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor..." hakikatince "Bu kıssadaki kanun-u umumînin bir ucu ’burada/liberalizmde’ diğer ucu ’orada/Medyenlilerde’ olmasın mı?" diye sormadan yapamıyor. Çünkü nihayetinde liberalizm de "Bırakınız yapsınlar!" üzerine kurulu bir düzeni ifade etmekte. Evet. Fritjof Capra da Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası’nda liberalizmin öncü filozofu John Locke hakkında diyor ki: "Locke’un en yenilikçi teorilerinden birisi ekonomide fiyatlarla ilgili olarak yapmak istediği şeydir. Petty, fiyatların ve malların, onları vücuda getiren emek miktarını tam olarak yansıtacağını söylemişken; Locke, fiyatların aynı zamanda talep ve arz tarafından nesnel olarak belirlendiği fikrini ortaya attı. Bu fikir o günün tüccarlarını ’âdil’ fiyatlara ilişkin ahlak yakasından kurtarmakla kalmadı. Aynı zamanda ekonominin bir başka köşetaşı haline geldi ve mekaniğin yasalarıyla aynı statüye yükseltildi."
Yani liberalizmle ölçü-tartı mevzuundaki dengesizliğin zirvesini ifade edebilecek bir yaklaşım başlamıştır. Bu sırf alınan-satılan arasında ’gramajdan çalma’ şeklinde bir yolsuzluk değildir. Hayır. O buna göre çok masum kalır. Liberalizmle ürün değer sistemi temelinden altüst olmuştur. İmam-ı Âzam rahmetullahi aleyh gibi "Bu ürünün fiyatı bu kadar az değil!" diye satıcıya fiyat arttıran veya "Pahalıya satmışsın!" diye çırağına kızan tüccarlardan gelinen nokta "Gideri varsa koy gitsin!" fırsatçılığıdır. İşte, şu durumu bir fizikî yasa genel-geçerliliğinde dünyaya kabul ettiren, içselleştirden, liberal ekonomi anlayışıdır. Mezkûr anlayış bugün herkesin ’normal’idir.
Yazının asıl konusu olmadığından burayı hızla geçerek sadede koşayım: Liberal aydınların toplumda gördükleri işlev de kimi açılardan Medyen ahalisinin söylemine benzemektedir. Bugün piyasada çoklukla yazan-konuşan liberallerin dinle-dindarlarla ilişkisine baktığınızda hep bir ’yumuşatma’ çabası görürsünüz. Onlar sosyalistler veya komünistler gibi dini tastamam karşılarına almazlar. Ya? İçine sızabilecekleri yollar ararlar. Teviller kollarlar. Dinin argümanlarını çarpıtarak kendilerine/söylemlerine meşruiyet zemini inşa ederler. Tabir-i caizse, diğer sol ekoller gibi tokatlamazlar da, yanaktan şıpşıp makaslar alırlar. Sırt sıvazlarlar. Ayetin ahirinde dendiği gibi iltifatlar ederler: "İnneke leente’l-halîmu’r-raşîd(u)/Oysa sen yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın." Bugün liberal aydınların da dindarlara en çok yaptıkları budur.
"İslam hoşgörü dinidir. Sevgi dinidir. Akıl dinidir..." gibi vurgulu söylemlerin altını biraz kazdığınızda çıkardığınız şudur: "Canım o kadar da sıkmayın herşeyi yaa. Bakın, biz sizin bazı yönlerinizi takdir ediyoruz, hadi siz de biraz bizim tarafa gelin. Şu sertliğinizden taviz verin. Halîm olun. Raşîd olun. Ama anladığınız gibi değil bizim istediğimiz gibi olun. Yumuşayın. Uyun. Çağı tanıyın. Adaptasyon sağlayın. Bırakınız herkes istediğini yapsın yahu!" Diğer bütün tartışmalar aslında bu telkinin altbaşlıklarından ibarettir. Makas alma türlü şekillerde sürmektedir.
Hatta ayetin orta kısmındaki "Sana bunu namazın mı emrediyor?" sorusu da bugüne kolayca taşınabilmektedir. Bugün de Medyenlilerin ahirzaman kardeşleri liberaller dinin farklı yönlerini/uygulamalarını parlatarak diğer bazı şer’i uygulamaların-anlayışların ensesine çökmektedirler. Nasıl? Mesela: Din düşmanı birisinin ölümünde buğzunu mu dillendirdiniz. Cık, cık, cık. Hemen Aleyhissalatuvesselamın bir yahudi cenazesi geçerken ayağa kalktığı hatırlatılır. "Garp husumeti bâki kalmalı!" diye mi haykırdınız. Hemen "Avrupa ikidir!" ile karşınıza dikilinir. "Cennete yalnızca müslümanlar gidecek!" falan mı dediniz? Aman. Sakın. Nasıl yaparsınız? Hemen "Ehl-i Kitaptan öyleleri vardır ki..." ile başlayan ayetler başı-sonu-bağlamı koparılarak kafanıza vurulur. Hülasa: Bu kadim bir tâcir taktiğidir. Tam ismini sorarsan: ’Dine karşı din’dir. Eeee, tâcir adam uyumlu olur, her nabza göre şerbet vermesini bilir. Karşısına alıp dövüşmez.
Uzatmayayım. "Allahu’l-a’lem!" kaydıyla derim ve dedim. Benim kalbime gelenler bunlardır arkadaşım. Fakat, dikkat et, "Hemen alıp bağrına bas!" demiyorum asla. Bu şüpheyle biraz liberal aydınların yazdıklarına/söylediklerine bakmanı istiyorum. O zaman belki şurada dokunduklarımdan fazlasını sen diyeceksin. Ve göreceksin ki: "Zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor." Onun buyurdukları asla eskimiyor. Çünkü insaniyetin yasası değişmiyor. Biz de bugün Şuayb aleyhisselamın yerindeyiz işte. Onun kavminden bin beter tüccarlarla mücadele etmekteyiz. Kıssalarda nasıl yaşanılacağını daha fazla tecrübe etmek istersen 1. ve 2. Lem’aları oku isterim. Bediüzzaman, bizi o zamana götürmemiş, o zamanı alıp bize getirmiş. Vesselam.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.