- 401 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANILARIN İÇİNDEN 3
ANILARIN İÇİNDEN 3
Bizi biz yapan olgunlaştıran şeyler, doğduğumuz günden itibaren yaşadıklarımız ve gönül heybesine doldurabildiğimiz güzelliklerdir.
Uşaklığım (çocukluğum), Kilis Şehri ile Tibil (Öncüpınar), Seve(Akıncı), Tilhabeş (Yavuzlu) gibi üç /dört köy arasında geçti. Benim zenginliğim, buralardaki eş dost akrabalar ve kültür örüntüsü içinde heybeme doldurabildiklerimdir.
Kilis’te evler bitişik nizam, havuşlu(bahçeli) içinde mutlaka kuyusu ve ekinliği olan çift taraflı odaları bulunan ve bol çocuklu (en az beş çocuklu) ailelerden oluşan ataerkil bir yapıdaki ailelerden oluşmuştur.
Biz o dönem beş kardeştik. Bir tek abim ile aramızda üç dört yaş fark vardı. O dönem babam askere gitmiş. Gelince farklı durumlar olmuş ve benim doğmam biraz ötelenmişti. Sonra da birer yaş arayla üç kardeş peş peşe doğmuşuz.
Evin içi çocuk sesleri ile cıvıl cıvıldı. Tüm evlerde böyle bir şenlik havası vardı.
Şimdi anlatacağım kişi kapı komşumuz olan, bir evin içinde iki evli oğlu ve on torunu ile birlikte yaşayan 100 yaşındaki Halil Dede’ye aittir. Halil Dede, savaş gazisi ama bizler onun gazi olduğunu bilmediğimiz ve görüntüsünden hep ürktüğümüz bir dede. Omuzlarında bir koca asrın yükünü taşıyan. 100 yaşında olmasına rağmen hâlâ dimdik yürüyen bir koca çınar.
Yıl 1971 altı yaşındayım. İlkokul birinci sınıftayım. Çok mu çok ürkek bir kız çocuğuyum o yıllarda.
Halil Dede, iki metreye yaklaşan upuzun boyu esmer teni ile bende hep korku yaratmıştır. Onu görünce korkar saklanırdım. Bir gün O ’nun hastalandığını, O ’nu muayene edip tedavisi için askeri jeep ile bir doktorun geldiğini duyduk. Bütün çocuklar kapının önünde merakla bekleşiyorduk. Kimdi bu adam ki, tedavisi için özel askeri doktor ayağına geliyordu. Aklımız ermiyordu. Çocuktuk. Küçücüktük.
O gün vefat etmişti Halil Dede. Onun hayat hikâyesini duyduğumda iş işten geçmişti. Onu sevebilmek ona olan saygı ve minnetimi ifade edebilmeği ne çok isterdim.
Halil Dede 1914 ’te 1. Dünya Harbine katılmıştı ve Sarıkamış ’ta Ruslara esir düşmüştü.
Giderken ardında hamile bir eş bıraktı. Tam on yıl esaret altında kaldı. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında esirlere kötü davranılmaması hakkında bir anlaşma imzalanmıştı. Buna rağmen yine de bazılarını Sibirya’ya gibi yerlere sürdüler, kendisi gibi iri yapılı cüsseli bir kaç kişiyi de garnizona aldılar. Ruslar, onları Askeri garnizonda tuttular.
Kendisi yörüktü. Antep’in Karamelik Köyünde çulhalık yapıyordu. Garnizonda ise her işte çalışmaya başladı. Çalıştırıldığı her işte çok başarılı oldu. Kâh marangoz yanında birkaç yıl kalıp işlere yardım edip mesleği öğrendi kâh yapı ustalarının yanında taş yontup mesleğin inceliklerini öğrendi. Bir kaç değişik mesleği burada öğrendi. Bu arada komutanları bir Ermeni’ydi. Boş zamanlarında askerlere yabancı dil dersleri veriliyordu. Onların Rusça, Ermenice, Farsça, Almanca, İngilizce , Gürcüce öğrenmelerini sağladılar .
Halil Dede’de 7 yabancı dil konuşabilir hale geldi. Rus askerleri gibi üzerinde üniformalar ile bazı günler şehir içinde gezebiliyorlardı. Erzurum, Kars ve Allahuekber dağlarında kışın karın cehenneminde hayatta kalma uzmanı olmuştu. Ermeni subayların defalarca Osmanlıyı arkadan vurduğu hainliklerine şahit oldu. Allahuekber Dağlarında kurtların ayıların askerleri nasıl yediğini onlara karşı savaşırken bu kez Rusların eline düşüp esir olmanın acısını nasıl yaşadığını bizler hep büyük oğlu Ahmet amcadan duyup öğrendik. Sivastopol şehri artık onlara yabancı bir şehir olmaktan çıktı.
Vatan hasreti yüreğini öyle çok yakıyordu ki kaçıp kurtulma imkânı arayıp duruyordu ama yok bulamıyordu. Osmanlı Devleti peşpeşe savaşlar ve yenilgilerden sonra onları orada unutmuştu ne yazık ki!
Hasret yüreğini o kadar yakıyordu ki. Eşinin kendisinin ardından doğum yaptığını ve bir oğlu doğduğunu bir şekilde öğrenmişti. Onları görebilmek için için de dayanılmaz bir istek duymaya başlamıştı. Ama kaçıp kurtulması imkansızdı.
Bir gün bu hasret canına tak edince, subaylarına yanlış davranışlarda bulundu ki; ’’çekip silahlarıyla beni vururlar, ben de bu canımdan kurtulurum’’ dedi. Ama anlaşma gereği subaylar yine de hazmettiler.
Günlerden bir gün limana bir Türk gemisi yaklaştığının duyumunu aldılar. Ne yapıp edip bu gemiye binmeliyim diyerek, garnizondan kaçıp kimseye görünmeden gizlice kendini gemiye atmayı başardı. Günlerce aç susuz mürettebata görünmeden saklanarak Karedeniz’de Samsun’a vardılar.
On yıl, tam tamına on yıl süren esaretten sonra nihayet vatanın toprağına 1924 yılında adım atabildi. Üzerinde Rus üniforması olduğu için herkes O’na ters ters bakıyordu. Düşman sanıyorlardı onu.
Açlık ve susuzluktan bitkin halde bir çeşme başına oturdu. Dakikalarca su içti. Doymak bilmiyordu bir türlü. Çeşmeye su doldurmaya gelen bir kadın: ’’Kimsin, nesin, nerden geliyorsun? ’’ diye sorunca, yaşadığı herşeyi anlattı ona. Kadın: ’’Çabuk gel kimse seni bu kıyafetle görmesin! ’’ diyerek köydeki evine götürdü. ’’Üzerindeki herşeyi çıkar!’’ deyip ona savaşta şehit düşen eşinin kıyafetlerini verdi. O arada bütün köylüler toplanıp geldiler. ’’Sen burada kal bak bu kadın da dul eşini oğlunu savaşta kaybetti. Topraklarına sen bakar çeker çevirirsin’’ dediler. Ama Halil Dede kabul etmedi. Benim eşimle oğlum var beni bekler deyip oradan ayrıldı.
Samsun’dan yayan yürüyerek tam altı ayda Antep’ e ulaştı.
Köyüne geldiğinde kimseler onu tanımamıştı : ’’Kimsin kimi arıyorsun? ’’dediler. O da birlikte savaşa gittikleri birkaç arkadaşının ismini söyleyip onları sordu . Hiçbiri dönmedi, dediler. Bu kez karabıyıkların Halil döndü mü’’ diye kendisini sordu onlara. ’’Ne arar o gideli on seneyi geçti. 5 yıl önce Antep’i Fransızlar işgal ettiğinde bizim köye de uğradılar. Biz birkaç yaşlı ile bir iki çocuk var köyde dedik .Yiyecek alıp giderler, köyde bir şey yapmazlar sandık ama yanılmışız. Evleri talan edip yakmaya bize iskenceler etmeye başladılar. Halil’in oğlan ile anası evdeydi 5 yaşında idi çocuk. Göz göre göre yanan ateşin içine fırlatıp attılar diri diri yandı çocuk. Yaşlılara ve kadınlara türlü işkenceler ettiler. Ne sen sor ne de ben anlatayım oğul’’ der demez kimliğini açıkladı. Oturup epey ağıt döktü. O günden sonra da onu hiç bir kimse, bir daha ne ağlarken ne de gülerken görmedi.
Nice yıllar sonra bir akrabasının kızı ile evlenip Kilis’e yerleşti. Büyük oğlu olan Ahmet amcaya Çulha mesleğini öğretti evin bir odasına tezgâh kurup sürekli dokuma yaptılar. Diğer oğluna taş yontarak yapı ustalığını öğretti. Hüseyin amca hep taş yontar cami ve minare yapımı ile uğraşırdı.
Halil Dedenin vefatı ile mahellemizde epey kalabalık toplanmıştı. Hatta onun el yazması kitaplarını müze için gelip aldıklarını duymuştuk. İşte o evde Çulha olan Ahmet amcanın iki oğlu bir kızı toplam üç çocuğu, Hüseyin amcanın ise dokuz kız bir oğlan toplam on çocuğu vardı. Beş çocuk da biz varız hengameyi düşünün.
Yıllar sonra Çulha olan Ahmet amca Istanbul’a göç edip gitti ve bizimle bağlarını koparmamak adına oğlu Memet ’e kız kardeşim Nuray’ı istediler. Bu sayede onlarla akrabalık bağımızda oluşmuş oldu.
Oysa o dönemde Filistin cephesine giden babamın dedesi ve kardeşi geri dönmeyi başaramamışlar ve oralarda can vermişlerdi. Safiye nenem de devletin teklif ettiği şehit maaşını kabul etmemiş, elinin tersiyle geri çevirmiş zor hayat şartlarını iki oğluyla birlikte yenmek için mücadele vermişti.
Bizler bu vatan için şehit olmuş ve mücadele vermiş bir neslin torunlarıyız. Ülkemizi o savaş cehenneminden bölünüp parçalanmaktan kurtaran Atatürk ve silah arkadaşlarına vefayı borç biliriz. Hepsine de Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde yatsınlar!
KARDELEN(Ayrıkotu)
17.01.2021
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.