- 309 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şirk ve Müşrik Türleri
“Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar.” (Yusuf Suresi 106)
İki tür şirk ve üç tür de müşrik vardır. Geleneklerini, kültürünü ve özellikle hadis ve mezhepleri, Kur’an ve vahyin hükümlerine tercih etme hatası itikadî şirki ortaya çıkarıyor. Diğer şirk türü ise, amelî şirk. Doğruyu biliyor, fakat yanlış yaşıyor.
İtikadî anlamda vahyin yeterli olduğuna inanır, hadis ve mezhepleri kabul etmez; ama her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamaz ve romantik ve duygusal tavırlar sergiler. İtikadı şirkten daha farklıdır ama bu da şirktir neticede. Üzülme, öfkelenme, Allah’ın yarattıklarından tam olarak razı olamama, karşı cinsi ilahlaştırma (Allah’ı tenzih ederiz), hayatını karşı cinse adama, hayatın merkezine karşı cinsi alma, ölümlere verilen Allah’ın razı olmayacağı tepkiler gibi Kuran ahlakıyla bağdaşmayan birçok davranış bozukluğu, amelî şirk özelliklerindendir. Bu şirk türünde kişi her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamamış ve inancını Kur’an’daki Allah tasavvuruna uygun hale getirememiştir. Geleneksel din anlayışını, mezhep ve hadisi kabul etmez, Kuran’daki İslâm’a iman eder ama Kur’an’daki iman gerçeğini tam olarak kavrayamamıştır ve bu yüzden şirke düşer.
Müşriklerin, birinci grubunu hadis ve mezheplerin hükmünü, Kur’an ve vahyin hükümlerine tercih eden grup oluşturur. Bu yanlış bakış açısını, bir ideoloji olarak savunanlar, hayatlarını bu inancı anlatmaya ve hâkim kılmaya adarlar. Bunların, yanlış yollarından döndüklerine çok ama çok nadir rastlanır. Kur’an’ın, hadis ve mezhep olmadan anlaşılamayacağına kesin iman etmiş biri, belli bir yaştan sonra bu fikrinden dönmüyor ve dönemiyor. Çünkü şirk mantığı hücrelerine kadar işlemiş; şirk damarlarında hareket halinde seyrediyor. Şirk zehri DNA’sına kodlanmış âdeta.
Hidayet önderlerine tabî olan insanlar içinde, bu özelliklere sahip insanları görmek mümkün. Bu tür gelenekçiler, terk edemediği eski inancını başka bir forma sokarak, yani biraz değiştirerek vahye dayalı inancının içine yerleştirmeye gayret ederler ve halen ediyorlar. Bunların örneklerini görüyoruz. Yaşadıkları devrin hidayet önderlerine tabî olduğu iddiasındadırlar. Ancak; eski cemaatinin yanlış ve bütünüyle Kur’an dışı bakış açısını, hak yola aktarmaya çalışırlar. Gelenekçi mistikler, sofiler, dervişler buna güzel bir örnektir. Tasavvuf öğretisini İslâm zanneden gelenekçilerin çok büyük bir bölümüne Kur’an’daki İslâm’dan anlatsanız da hiçbir şey anlamaz.
Birinci grup, hadis ve mezhep savunuculuğu yapar. İslamcı, Hıristiyan ve Yahudi gelenekçilerin ortak özelliği mezheplere ve cemaatlere bölünmüş olmalarıdır. Gelenekleri ve kültürleriyle harmanladıkları bir din anlayışına sahiptirler. Birbirlerine ve kendilerinden olmayan herkese düşmandırlar. Hatta, kendilerinden olmayanların yok olmasını, ölmesini isteyenleri dahi vardır.
Dinlerinin hükümlerini yaşamak, bir beşer için imkânsızdır. Bu konuda, şöyle bir örnek verebiliriz: Hanefi fıkhının en kapsamlı külliyatı Reddül Muhtar adlı eserin, 500 küsur sayfadan oluşan 1. cildinde, abdest 70 sayfada anlatılıyor. Kur’an’da ise, bir ayet var abdestin nasıl alınacağıyla ilgili ve bu ayette abdestin dört farzı bildiriliyor. Yahudi gelenekçilerde de buna benzer uygulamalar var ve detay konusunda İslamcı gelenekçileri hiçbir konuda aratmazlar.
Gelenekçilerin dinlerinin detaylarını, bir âlim zümresi bilir. Bu âlimler, onlar için çok değerlidir. Âlimlerin içtihatları, mutlak doğrudur ve verdikleri hükümler de tartışmaya açık değildir. Örneğin; Kuran’da, her türlü deniz canlısını yemek helal; ama Ebu Hanife’ye göre midye ve deniz kabuklularını yemek haramdır.
“Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir meta olarak helal kılındı.” (Mâide Suresi 96. Ayet)
Gelenekçiler, bu ayete rağmen, Ebu Hanife’nin hükmünü tercih eder. Âlimlerine olan bu bağlılık, gelenekçilerin ortak özelliğidir. Ruhban sınıfı, üç gelenekçi grupta da vardır ve gelenekçileri yönlendiren asıl bu şirk ehli âlimlerdir.
Bir gelenekçi, devrin hidayet edicisini bulsa bile, bu şirk dininin âlimlerinin etkisinden kurtulamaz. Onlara, yani şirk dininin âlimlerine hiçbir yönden benzemeyen hidayet edicinin farkını anlayamaz. Çünkü kıyas yapabilecek zihni yeterliliğe ve bilgi birikimine, muhakeme istidadına sahip değildir. Böyle bir durumla karşılaştığında eski âlimi nasıl algılıyorsa, hidayet ediciyi de öyle algılar ve hatta aklınca aralarında benzerlikler bulur.
Meselâ; Deccal’ın kontrolündeki İngiliz derin devleti, yanlış bir din imajı oluşturmak için üç dinin gelenekçisini de kullanır.
Gelenekçi bakış açısı ve İslâm’ın gelenekçi yorumu kesinlikle hafife alınacak bir konu değil. Çünkü münafıklar, yanlış İslâm imajını gelenekçileri kullanarak oluşturuyor ve dünya kamuoyunu böyle yönlendiriyorlar.
İkinci gelenekçi grup ise; İslam beş şartı olduğuna inanan, cami cemaati kafasına sahip, etliye sütlüye dokunmayan bir muhafazakâr tipi. Bu tür gelenekçiler, köhne Batı medeniyetine hayran ve bu medeniyet karşısında ezik ve kompleksli insanları destekler. Neyi muhafaza ettiği belli olmayan bu şuursuz insan yığınları, yazacağım ayetin kapsamına giriyor. Risksiz hayat ve birkaç ibadeti yerine getirdikten sonra, cennete kavuşma sevdası, bu tür gelenekçi kitlenin din anlayışının temelini oluşturur. Bu muhafazakâr gelenekçi tipini, Hıristiyan ve Yahudi gelenekçilere uyarlamak zor değil. Haftada bir kiliseye giderek vicdan rahatlatmaya çalışan Hıristiyan’ı örnek vereyim, gerisini siz düşünün…
“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.” (Hac Suresi 11)
Üçüncü müşrik grubu, diğer iki gruptan biraz daha farklı; farkı ise şu: Hemen hemen hiçbir ibadeti yerine getirmez ve bir inancı veya davası yoktur. Dünyadaki insanların büyük bölümü, bu müşrik türündendir. Allah’ın varlığına inandığını söyler ama biraz konuşunca, Allah’ın varlığının onun için çok net olmadığını görürsünüz. Hayatları, birtakım klişeler üzerine bina edilmiştir. Klişelerinden birkaç örnek verebiliriz: Dünyayı sen mi kurtaracaksın. İmanla paranın kimde olduğu belli olmaz. Mutlu olduğun şeyi yap… 35 saat dedi kodu yapar sonra: “Çok keyifli bir gündü, arkadaşımla dertleştik.” İçindeki sesi dinle. (Evet, ama hangi ses? Üç ses var İblis, nefis ve vicdan) Hiçbir konuda yeterli bilgisi yoktur. Bir konuda duydukları, yani duyumları onun için hakikattir. Okumaz, araştırmaz, ömrü televizyonun başında geçer, siyasî ve sosyal olayların nedenleri ve niçiniyle ilgilenmez. Tek amacı, daha fazla tüketmek ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmektir. Bu tür insanlar kolay yönlendirilebilir. Deccal kültürünü yaymak için her biri adeta gönüllü elçidir. Ama kimin elçisi olduğunu ve neye aracılık ettiğini bilmeden, bu elçiliği yerine getirirler.
Müşriklerin, üç çeşidini de münafıklar yönetir. Münafıklarıysa şeytan yönetir.
“ÜMMETİMDEN BAŞI SARIKLI YETMİŞ BİN ÂLİM KİŞİ, DECCALE TABİ OLACAKLAR.” (İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned, s. 796)
Müşrikler, dünya nüfusun en kalabalık insan topluluğudur. Münafıklar ve müminler ise çok daha azdır. Özellikle, mümine çok nadir rastlanır; elmas hükmündedir mümin. Müslüman sayısı biraz daha fazladır. Gerçek mücadele, münafık ve müminler arasında geçer. Dünyadaki sistemin kontrolü, az sayıdaki münafık da olduğu zaman, hayat kâbusa döner ve müşrikleri onlar yönlendirir. Ama Dünyadaki sistemin kontrolü, çok az sayıdaki mümin eline geçtiğinde, hayat normale döner ve müşrikler dahi huzur içinde yaşar ve zulüm görmezler.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.