- 1290 Okunma
- 4 Yorum
- 4 Beğeni
684 - ANTALYA ÇİÇEĞİ
Onur BİLGE
“Antalya Çiçeği,
“Antalya’da baharın geldiği dut ağaçlarının yeşermeye başlamasıyla, mimozaların açmasıyla anlaşılırdı. Nisanda limon, portakal, mandalina, greyfurt, bergamot ve turunç çiçek açar, ağaçların altlarına konfeti yağdırırlar. Oralar kar yağmış gibi bembeyaz olur. Çocuklar ellerinde iğneler, onları toplarlar, iplere dizerler, kollarına, boyunlarına, başlarına takarlardı. Antalya sokakları narenciye çiçeği kokardı.
Bahçe duvarlarına sarmaşıklar ağardı. Hanımelleri sarkardı dört bir yandan… Bahçe kapılarının önlerini gölgeleyen Rodos çiçeklerinin yeşil yaprakları görünmezdi çiçeklerinden. Çardaklara asmaların yanı sıra sarmaşık güller de ağdırılırdı. Kameriyelerin altında gül kokulu koyu bir gölge… Oradaki sohbetin tadı bir başka olurdu.
Hatmi çiçeğine Hüsnüyusuf ya da Gülfatma derdik. Gül hatmiler renk renk, boy boy her bakılan yerdeydi. Mor salkımlar, akasyalara sarılırdı. Küpe çiçekleri, menekşeler, güller, karanfiller… Daha neler neler vardı avlularda. Şebboylar, nergisler, leylaklar, zambaklar yaseminler koku yarışındaydılar. Ya kır çiçekleri? Onlara ne demeli? Papatyalar, gelincikler, çiğdemler, yaban gülleri, ebegümeçleri, yabani orkideler…
Yağ ve gaz tenekelerine ekerdik çiçeklerimizi. Saksılarımız çiçekle dolar taşardı. Hepimizde beyaz veya kırmızı zambak soğanları vardı. Zamanı geldiğinde kocaman kocaman açarlardı. Beyaz zambaklar ne kadar güzel kokarlardı! Karanfilsiz gülsüz, fulsüz ev yoktu. Menekşeler, sümbülteberler, katmerli nergisler… Rengârenk şakayıklar, fulyalar… Saymakla bitmez, hepsi bir anda akla gelmez, anlatılmaz güzellikte çiçekler… Envaiçeşit kaktüsler...
Kısacası Antalya çiçek cennetiydi. Bütün evler bahçeliydi, içleri çiçekten geçilmezdi. Onlarcası birden açınca bahçeler, sokaklar beyaz zambak kokmaya başlardı. İğde ağaçları çiçek açtığında da öyle olurdu... Bir de Melisa vardı. Parfüm çiçeği veya akşamsefası diye bilinirdi. Koca ağaç olurdu.
Gündüzleri çiçeklerini bükerek güneşten koruyan, akşamüstü renk renk, bazıları karışık renkte, yani ebruli açan gerçek akşamsefaları da vardı. Kökleri pancar kökü gibiydi. Çok kokmazlardı ama renkleri ve görünüşleriyle güzellik saçarlardı. Çocuklar onların siyah boncuklara benzeyen tohumlarını toplayarak iplere dizer, bileklikler, kolyeler yaparak takınırlardı. Gündüz çok fazla fark edilmese de Antalya akşamları mis gibi çiçek kokardı.
Bahçe duvarları görülmezdi ağan çiçeklerden. Kırlar yer yer beyaz ve sarıpapatyalarla dolardı. Aralarında kan kırmızı gelincikler açardı. İşte Antalya böyle bir çiçek diyarıydı.
Ful, nadide bir çiçekti. Artık çok az kaldı. Diğerleri de epey azaldı. O da her evde vardı. Küçük, beyaz, kat kat yapraklı, minik gül gibi açardı. Çiçekleri çok güzel kokardı. Erkekler onları yakalarının sollarına takarlardı. Burun değse o kısmı renk değiştirmeye solmaya başlar, uzaktan koklanır, temas edilmezdi. Koparıldığında hemen solmaması için küçük bir domatese saplarlardı. Orada uzunca bir süre yaşar, çevreye koku yayardı. Çoğaltılması biraz zordu. Kanırtmacından her zaman tutmazdı. Onun için saksıdan saksıya daldırılır, sonra kesilmek suretiyle ayrılırdı. Belki de onu için nesli azaldı.
Çaya beyaz yasemin çiçekleri katılırdı. Ayrıca değişik bir aroma elde etmek için turunç kabuklarından yapılan bir esans ilave edilirdi.
Dağlarımız ağaç ve çiçek kokar bizim. Rüzgârımızda çam ve kekik kokusu vardır. Adaçayı çeşitleri başta olmak üzere çok sayıda şifalı ot ve çiçek serilidir Toroslar’a...
Antalya’ya erken gelir bahar. İlkin papatyalar açmaya başlar, sonra diğer çiçekler… Hava yine günlük güneşlik… Ne yazık ki bademler, erikler aldanacak, vakitsiz açacaklar.
Bir de kardelenimiz vardır bizim. Ana vatanı Akseki’dir. Eskiden Marulya denilen bu Antalya’nın en eski yerleşim bölgesi, Toroslar’dadır. Kurulduğu yerdeki dağların, Manavgat sularıyla birlikte meydana getirdiği manzara harikadır. Göktepe ve Çini Yaylası, yeşilliği ve tabii güzellikleriyle ruhlara huzur verici niteliktedir.
Ulu Camisi ve medresesi görülmeye değer tarihi yerlerindendir. Yazları kurak ve sıcak, kışları yağmurlu, boralı karlı ve çok soğuktur. Yazın o dayanılmaz sıcağında yine de serinleyebilmek için havadar yerler, serin gölgeler bulunur. Kışın yalnız karçiçeği şenliğini görmek için bile Toroslara tırmanmaya değer.” diye anlattı Antalya çiçeklerini Kaptan. Sırılsıklam Antalya sevdalısı bu adam!
Yunan mitolojisinde, yöremizde yetişen bazı çiçekler için söylenen ilginç efsanelerden bahsetti. Bunlardan ilki sümbülle ilgiliydi.
Spartalı Hyacinthus da boylu poslu yakışıklı bir delikanlıymış. Ona hem güneş tanrısı Apollo hem de batı rüzgârının tanrısı Zefirus âşıkmış.
Bir rivayete göre, Hyacinthus’a kendilerini göstermek amacıyla bir disk atma yarışı yapmışlar. Apollo’nun attığı disk yanlışlıkla sevdiği gence gelmiş. Orada can vermiş. Yine bir rivayete göre Zefirus kıskançlığından hafif bir rüzgâr çıkardığı için Apollo’nun diski kayarak gencin ölümüne sebep olmuş. Sümbül, o yakışıklının adını almış.
Gülün, çiçeklerin en güzeli, kraliçesi olduğu iddia edilir. Onun için de söylenegelen bir efsane varmış. “Yunan mitolojisinde köpek sürüsü gibi tanrı var. Hepsinin de bir işi var.” Diyor, gülüyor Kaptan. “Güya gülü de çiçek tanrısı Chloris yaratmış. Bir gün ormanda dolaşırken bir orman perisi cesedi bulmuş, onu çiçek haline getirmiş. Aşk tanrıçası Afrodit’le şarap tanrısı Dionysus’u o yaptığı çiçeğe armağanlar vermeleri için çağırmış. Afrodit ona güzellik, Dionysus ise güzel bir koku ve hoş bir nektar vermiş. Batı rüzgârı tanrısı Zephirus bulutları dağıtmış, güneş tanrısı Apollo ona ışık ve sıcaklık saçmış. Peri ölüsü ancak bu şekilde gül olarak açmış.”
Kaptan bu uydurukları iyi biliyor bilmesine de aktarırken fena halde de sinirleniyor. Sonra durup düşünüyor. “Neden kızıyorum ki!” diye kıs kıs gülerek veriyor veriştiriyor!..
“Çiçek yapmak için bula bula peri ölüsü bulmuş! Sanki başka malzeme yokmuş! Bunlar hep dağda ormanda dolaşırlar nedense. Nasıl bir tanrı ki kendi işiyken tamamlayamamış da diğerlerini yardıma çağırmış! Masal bu ya… Uydur uydur söyle! Nasıl olsa aksi ispatlanacak değil! Sapık herifler! İnanmazsın Azizim! Yunanistan’da halen bu tanrılara inananlar var! Kaç tanesiyle konuştum! Çatıra çatır kavga ediyorlar insanla! Cehalet had safhada! Çok acı! Çok acı!..”
“Benim de bir çiçeğim var Kaptan.” diyecektim ona. “Hem de Antalya Çiçeği!” Ben de başlayacaktım çiçeğimi anlatmaya… Rengini, şeklini, kokusunu, nektarını… “Benim!” diyemediğim için sustum.
Ben sana dargın değilim Antalya Çiçeği. Ben kaderime küstüm!
Küstüm Çiçeği”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 684
YORUMLAR
Tebrik ediyorum. Antalya gerçekten de kendine hayran bırakan bir yer. Bu harika yazınızın altına bir şiirimi yorum olarak bırakmak istedim. Saygılarımla.
Antalya ve Karanfil
Koşup gelmişler
Dünyanın her milletinden
Dolu dolu
Antalya
Karanfilin doğduğu yer
Sevgi bahçesi
Pek hoş durur
Karanfildeki jale
Yalnızlığımı izale
Sen uzaktayken
Kokunu duyarım
Rengârenk karanfillerde
Sarılır gece ve mehtap
Sarılır deniz ve yakamoz
Sarılır karanfil ve jale
Ve bir şelale Manavgat’ta
Karanfille kucaklaşır
Akar köpük köpük
Tutulmak buna denir
Orada kalır kalbinin bir parçası
Antalya ne güzel
27 Aralık 1993
Osman Akçay