- 351 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yazar nasıl koyun olur?
“(…) ve yapmadıklarıyla övülmekten hoşlananları azaptan kurtulurlar sanma…” Âl-i İmran, 188.
Yazar, okurunu aradan çıkardıkça, metinlerini okumak güçleşiyor. Yahut da tam tersi: Yazar, okurunun gözüne girmeye çalıştıkça, metinle arası açılıyor. İki türlüsünü de gördüm. İki çukura da düştüm. Okurunu büsbütün unutmak iyi birşey değil. Bu belli. Çünkü ötekimiz metnimizi/bizi kaybolmaktan koruyor. Sahi. ‘Diğer’i kalmadığında ‘ben’inde kaybolmaya başlar insan. Sonra kaybolduğunu da unutur. Sonra kendini de. Belki de bu yüzden Hakîm olan Rabbimiz yüzümüzü ‘ötekimize’ dönük yaratmış. Anlatmak istiyoruz. Dinlenmek istiyoruz. Beğenilmek istiyoruz. Sesimizin güzelliği yetmiyor. Yankısın işitmek istiyoruz. Bir kıyas arayışıdır şu aynı zamanda. Tutanacak birşey. Kendilik zindanında boğulmamanın yolu. Gülmek için gülümseyen yüzler görmeye muhtacız. Nihayetinde okunmak istemeyen neden yazsın? ‘Bilinmek isteyen gizli hazinenin’ tecellisi hepsi.
“Âlim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir…” diyor mürşidim. Demek: Okunmak istiyorsan şefkatli olacaksın. Okurunu sırtında taşıyacaksın bir nevi. Yamacına sen çıkacaksın. Ot yesen de ona süt vereceksin. Yaylım yaylım yayılmana-emeğine acımayacaksın. Furkan’ında, Cenab-ı Hakkın da beşerin fehmine tenezzül etmesi, beşerin diliyle-fehmiyle (ama elbette beşerden nihayetsiz öte) konuşması gibi. Bu bir rahmet aynası olduğu kadar bir nasihat de sana arkadaşım. el-Hadî olan Allah’ın kulları içinde irşad gayretine talip olanlara verdiği bir nasihat. Sen de okuruna göre konuşacaksın. Hidayet fildişi kulelerden aşağılara mendil sallamakla olmaz. Aleyhissalatuvesselamı tarif edişini hatırla Kur’an’ın: “Size ‘içinizden’ öyle bir peygamber geldi ki…”
Fakat faydacılık da bir noktadan sonra sanata taş koymaya başlıyor. Bu defa de düşlerine yetişmiyor metinlerin. O vakit şöyle bir ölçü olmalı belki yazdıklarında: Okurunun gözüne girmeye çalıştığın yerler de olsun, ötesiyle konuştuğun zamanlar da. Yani muhataplarını tek seferde bitirenlerden olma. Belki bu tutum endişemize kurtuluştur. Hem yazdığımıza bir zenginliktir. Bir nevi muhkemat-müteşabihat dersi. Herkesin hisse alabileceği ayetler de var Kur’an’da, ancak ehlinin anlayacağı yerler de. Kelamının ömrünü, kelamların en yücesini böyle örnek alarak da, uzatabilirsin belki.
Nasihat alırken ‘veren el’ olarak kitapları tercih ederim. Güzel bir söz, sırf söyleyenin söyleme biçiminden dolayı, kötü bir hale gelebilir. Öyleyse sözün hakkını vermek için aradan insanları bir miktar çıkarmak gerek. Hakikatin ‘hakikat’ olduğu için kabulu ancak bu şekilde mümkün olabilir. Evet. ‘Veren elin alan elden üstünlüğü’ kabul edildikçe sadakayı almak kolaylaşır. İnsan kemalde gördüğünün ihsanından alınmaz. Alır. Sarılır. Aşağıdan gelenleriyse izzetine kabul ettirmekte zorlanır.
Yine diyor ki mürşidim bir mektubunda: “Risale-i Nur benim bedelime sizlerle görüşür. Derse müştak yeni kardeşlerimize güzelce ders verir.” Demek daha fazlası da var: Yazarı bile arkada bırakmak gerekiyor bazen metinlerini okurken. Yahut ötesine geçmek gerekiyor. Nazarını müelliften yukarıya kaldırmak gerekiyor. Onu bir nakilci gibi görmek, hakikatin asıl sahibine bakmak, ardındaki el-Hadî’nin kokusunu, yani mehazdaki kudsiyeti duymak gerekiyor. Özellikle ahirzamanda…
Yazar kendisini aradan çektikçe okur hakikatle başbaşa kalır. Kendinden bahsetmemek değil kastettiğim. Bunu böyle anlamak da yanlış olur. Şuna yakın daha çok söylediğim: Kendini metninin gayesi yapmamak. Hakikat için detaylaşmak. Araçlaşmak. İşaretleşmek. Reşha gibi silinmek. Şeffaflaşmak. Eğer, damarına dokunmayacak bir nasihat ve tam hakverdiğin bir söz işitmek istiyorsan arkadaşım, bu zamanda okuyacaksın. Çünkü hayatları kelamlarını yalanlamayan mübarekler ‘güzel atlara binip’ gittiler. Şimdi aforizmada gayretli, yaşamakta mütereddit, yarım nal izleriyiz biz. Kendimizi detaylaştırdıkça hakikate hizmet edebiliriz. Yoksa zehiriz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.