NEŞET ERTAŞ GİBİ
Neşet ERTAŞ; eşsiz dehâsı, parlak zekâsı, ender hâfızâsı, tükenmez çabasıyla kendini ulusuna adamış; onurumuz ve gururumuz, büyük önder ATATÜRK’ÜN vefat ettiği 1938’de; ozanlar diyarı Kırşehir’in kırsalında, yoksul bir evde dünyaya gözlerini açtı.
Kahırlı annesinin sütünden daha çok ustası babasının ve yürekleri közlü çevresinin kendine has, dokulu ve kokulu, süzülü ve büyülü türkü ve nağmelerinin; o ezgileri bağrında damıtıp dile getiren sazlarının içe işleyen, yanık, yüzyıllara tanık ve dertlere banık, bazen de ruhsuz bedenlerde sanık seslerinin; çelik, çekik ve çevik tellerinin; yaralı perdelerinin devasıyla yüksek ruhunu yücelterek; zengin, engin, ilham pınarı, erdem çınarı gönlünü incelterek; sanat atmosferinin havasıyla, âşık atalarının dâvâsıyla, garipliğin belâsıyla beslenerek büyüdü.
Küçük yaşlarında çocuk ve soluk elleri mızrap ve sap tutup da o, “asırların gizleri”ni, erenlerin sözlerini, sevenlerin gözlerini sinesinde yaşatan, atalar yadigârı, gönüller bestekârı, âşıklar yâri bağlamayı bağrına bastığında; idealize edilmiş, tertemiz, hasretli sevdaları kutsanmış ve yufka yüreklerimize yaslanmış halk hikâyelerimiz ve masallarımızdaki gibi, sanki rüyasında Hakk’ın nuru yüzüne yansımış, gönlü erimiş bir kurşuna dönüşmüş, saçıyla sakalı bilgelikle aklanmış, bakışı billurlanmış, sesi korlanmış; dilinde doğa işlenmiş âb-ı hayat gibi Türkçe duası; elinde MUSA’nın asası, sırtında PİR SULTAN’a kalan curası olan, oğuzların çırası, ozanların atası DEDE KORKUT’un elinden, üzümleri Cemşit zamanından kalmış, Leyla’nın gözlerinden karasını almış, Altay dağlarının suyunda çalkanmış, Kevser’den tatlı, taht ve taçtan kıymetli bade içmiş de aşka kanmış gibi; duygulu ve burgulu, bahar sellerinin taşırdığı ırmaklar gibi coşkulu saz çalmayı başardı.
Saz dışında sazın akrabaları keman ve davul gibi başka çalgıları da söyleten seçkin yeteneğiyle; katıksız ve atıksız topraklarda soluduğu anaç Anadolu’nun bozkır havasıyla, cananların cefasıyla, feleğin ezasıyla kavrulmuş, gurbet ellerde “genç ömrü harman olup savrulmuş”, aşk dalgasında yunuk, buğulu, sargılı, bazen de kaygılı; mert, bozlaklara yeni bir nefes katan, ALLAH vergisi, kadife sesini kalbiyle yoğurup pişirerek; özüne bağlı, gönülden dağlı, sevgi ağlı, kendine özgü tezenesi, tavrı ve tarzıyla çaldığı dertli sazını ömrü boyunca hep, bedeninin bir parçası gibi yanında taşıyıp, bülbül gibi şakıttı.
Çocukluğumuzda duyduğumuz, gönülden vurulduğumuz belki kime ait olduğunu düşünmediğimiz, sorgulamadığımız nice dokunaklı türkünün sözünü bulup, üretip, bestesini yapıp, “Şurada bir garip yârim var deyi/ Hatırdan çıkarma ara sevdiğim” gibi dizelerle gerçek sevgiyi anlattı.
Ankara İstanbul demeden dolaşıp, Almanya’ya ulaşıp, derdine derman arayıp, yurduna dönüp, yüzlerce türkü destesini miras bırakıp “Veda” şiiriyle çileli ama kutlu, insanlıktan umutlu hayatının sonuna geldiğini haber verdi.
74 yaşında “bir sonsuz rüyaya gözlerini açarak”, ecel şerbetini içerek, yalan dünyadan göçerek, hayatın ötesine geçerek memleketinde yurdun dört bir yanından gelen, kulakları ayarlı, türkülerde kararlı, sanatçıya duyarlı ve vefalı on binlerce insanın ve hemşerilerinin katılımıyla düzenlenen yerinde bir uğurlamayla bedenini toprağa, ruhunu Hakk’a teslim ederek “garip” yolculuğunu tamamladı.
Muharrem DELİBAŞ (2013)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.