- 584 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Özgürlük!
KAZIM ÖZTÜRK
ÖZTÜRKÇE
[email protected]
[email protected]
ÖZGÜRLÜK!
Özgürlük; herhangi bir şartla sınırlanmama, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu. Bir başka adıyla; Hürriyet.
Özgür irade, bireysel özgürlük, adalet, kamu hakları, politik özgürlük, ifade özgürlüğü, ahlaki sorumluluk, özerklik, öz irade kavramlarını karşılayabilen genel bir anlama sahiptir. En kısa tanımıyla: “kendi hareketlerini kontrol edebilme niteliği” dir.
İslam’da ifade özgürlüğü hiçbir sistemde olmadığı kadar fazladır. Saadet asrı dahil, tarih boyunca gayri müslimlerin kendi inançlarını rahatlıkla yaşamaları bunun açık belgesidir.
“Dinde zorlama yoktur. Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir.”(Bakara, 2/256),
“De ki: İşte Rabbiniz tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”(Kehf/29),
“Resulüm! Sen insanları irşada devam et! Zaten senin görevin sadece irşat edip düşündürmektir. Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin.”(Ğaşiye/21-22)mealindeki ayetler ve benzerleri İslam’da özgürce bir hayata imkân tanınmış olduğunu göstermektedir.
İfade özgürlüğünün bu günkü demokrasilerden çok daha fazla olduğunu gösteren yüzlerce misal vardır. Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Biz her sabah Resulullah (a.s.m) ile birlikte mescitte oturuyorduk. Prensip olarak kendisi evine gitmek için ayağa kalktığında biz de ayağa kalkar ve o evine gidinceye kadar ayakta beklerdik. Bir gün kalkıp mescidin ortasına geldiğinde bedevî bir adam yanına gidip:
- “Ya Muhammed! Bana iki deve yükü zahire ver; sen bunu ne kendi malından ne de babanın malından veriyor değilsin.” dedi. Bu arada arkadan kendisine yetişir yetişmez ridasından/abasından tutmuş çekiyordu, öyle ki boynu kıpkırmızı kesilmişti. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m):
- “Hayır! Allah’tan bağışlanmamı dilerim (vereceğim malın bana veya babama ait olduğunu söylemekten Allah’a sığınırım), fakat benim yakamı bırakmadan sana bir şey vermem.” dedi; bunu üç defa tekrarladı. Sonra bir adam çağırdı ve ona:
-“Bu adama biri arpa, biri de hurma olmak üzere iki deve yükünü ver.” buyurdu (Kenzu’l-Ummal, h. No: 18709).
Hz. Aişe anlatıyor:
-“Resulullah (a.s.) hiçbir zaman kendi nefsi (şahsına yönelik yapılan haksızlıklar) için kimseden intikam almadı. O sadece Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyenlere karşı tavır koyar ve ceza verirdi.”(Buharî, Menakıb, 23).
Mekke fethinden sonra, bütün düşmanlarını affetmesi Hz. Peygamberin harikulade vakarlı olan konumunu, hoşgörülü ve affedici ahlakını göstermektedir.
- İnfaz edilen bazı kimselerin suçu, Hz. Peygamberi eleştirmek değil, İslam dininin bütün kutsallarına küfretmek, insanları imana gelmekten alıkoymak, İslam devletini ortadan kaldırmak için değişik komplolar kurmaya teşebbüs etmek ve benzeri suçlardır.
Değilse Hz. Peygamberin, kendisini eleştiren onlarca kişiyi affettiği bilinmektedir.
Abdullah b. Mesud anlatıyor:
Huneyn gazvesinde Hz. Peygamber ganimeti taksim ederken, adamın birisi:
- “Vallahi bu taksimat/paylaşımda Allah rızası gözetilmemiştir.” dedi. Ben de bunu Resulullah’a söyledim.
“Allah ve resulü adalet etmezse, kim adalet edebilir! Allah Musa’ya rahmet etsin; o bundan daha fazla insanların eziyetlerine maruz kalmış ve sabretmişti.” diye buyurdu.”(Buharî, humus,19).
Emevîler, Abbâsîler, Fâtımîler, Selçuklular, Osmanlılar ve bütün Müslüman devletler her daim kendi tebaası olmayı kabul etmiş gayri müslimlerin mabetlerine ve dinî yaşantılarına saygı göstermiş, dinî hürriyetlerini her türlü tecavüzden korumuşlardır. Hususen Osmanlıların takip ettiği dînî müsamaha sayesinde bugün de pek çok Osmanlı şehrinde cami, kilise ve havrayı bir arada görmek mümkündür. Tarihte yaşanan bazı küçük ve istisnaî uygulamalar bir tarafa bırakılacak olursa, farklı din mensuplarınca kutsal mekân olarak kabul edilen mabetler ve dinî mekânlar hep korunmuş ve zarar görmelerine müsaade edilmemiştir.
Müslüman bir ülkede yaşayan gayri müslimlere / zimmilere, din ve vicdan hürriyeti meşrû dairede tanınmış ve tatbik edilmiştir. Osmanlı hukukunda zimmîlerin dinleri ile baş başa bırakılmaları, İslâm’dan alınan temel bir prensiptir. Fâtih’in Sırp Kralı Brankoviç’e Macar Kralı’nın “Sırbistan’ın her tarafında Katolik kiliseleri tesis edeceğim, Protestan kiliselerini yıkacağım” dediğini bile bile, "Eğer devletime itâat ederseniz, her camiinin yanında bir kilise inşâ edilecek; buralarda herkes kendi Hâlıkına ibâdet edecek” cevâbını vermiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.