KORSAN
“Bu akşam yazmalıyım. Yazabilir miyim ki?”
“Yazmalısın, yazmalısın. Hiç çekinme. İyi de olsa, kötü de olsa sana ait değil mi yazacakların? Beğenmezsen siler atarsın.”
“ İyi de ne yazacağım; neyi, kimi? Başlayabilir miyim ki? Hayır hayır! Benim işim değil yazmak, başaramam!”
“Kırma umudunu. Yine de yazmalısın derim ben. Yaz da ne yazarsan yaz. İyi yaz, kötü yaz, eğri büğrü yaz. Kendini, onu, uzakları, yakınları...”
“Tamam, tamam. Yazayım yazmasına da aman mı verir bana korsan? Pır pır edip duruyor odanın içerisinde. Baksana, şimdi de kondu zeytin ağaçlarını görüntüleyen tuvalin sırtına... Gagasını sürtüyor duvara. Sarı beyaz arası nüanslardan oluşan eşsiz renkleri, kısacık gagası ve şeytanımsı bakışlarıyla beni süzüyor... Ah, şimdi de pencereye uçtu, tüle tutunmaya çalışıyor. Düşemek için nasıl da geçirdi tırnaklarını? İnatçıdır. Kafasına koyduğunu başarır hep. Bak hele! Şimdi de gagasını kafesin tellerine vurarak dikkatimi çekmeye çalışıyor. Anladı benim yazmakta zorlandığımı. Tam duyamadım ama, ‘Moruk, ne anlarsın sen yazı yazmaktan?’ dedi gibi geldi bana. Öyle demiş olsa da korsanın beni sevdiğini biliyorum. Odaya her girişimde, kafesinin içinde sevinçten nasıl da pırpırlanıyor öyle! Dünyanın en güzel seslerini çıkarıyor. Yaaa! Benim gelişimi kutluyor belli ki!”
...
Ben Korsan’ı seviyor muyum? Önceleri ilgisizdim. O, aslında Mehmet’in korsanı.
“Baba, Korsan’a iyi bak,” diyip uçtu gitti okyanus ötesine. Neden gitti? Uçmayı çok sevdiğinden mi Korsan gibi? Ya da başka bir nedenden mi? Uzaklarda, çok uzaklarda kanat çırpmayı yeğledi. Karnında iki aylık Irmak’la Füsun da gitti beraberinde. Gittiler işte... Beni de Korsan’ı da tüm yakınlarını, üstelik canlarından çok sevdikleri ülkeleri Türkiye’yi de terk edip gittiler işte... Oysa bu ülkenin suyunu içmiş, havasını solumuş, ekmeğini yemiş, okullarında okuyup öğretmen olmuşlardı... Gittiler işte! Korsan kaldı bana yadigâr...”
...
“Dur Korsan! Dolaşıp durma başımın üstünde öyle. Şımarık! Oh olsun, seni de bırakıp gitti işte Mehmet, yaa! Anımsarsın kuşkusuz. Giderken ne demişti Mehmet bana?
‘Ne oldu baba? Ben bildim bileli mücadele içindesin. Neyi hallettiniz? Bak bakalım, kimler yönetiyor ülkeyi? Başaramadınız işte. Yaşamam bu ülkede ben! Şu kişiliksiz, bilimsiz, yobaz öğretmenlerin ellerine doğacak çocuğumu güvenle bırakabilir miyim? Okul sahipleri desen, para kazanmaktan başka düşünceleri yok. Çağdaş eğitim umurlarında bile değil. Öğrenciler onlar için müşteri sadece. Neredeyse haftanın yedi günü çalıştırdılar beni. Üstelik kendi aracımı okulun işleri için kullanıyorum da benzin paramı bile vermiyorlar. Kene gibiler, kene! Gidip şansımı deneyeceğim. Çocuğuma iyi bir eğitim, iyi bir gelecek hazırlamaya çalışacağım. Başaramazsam döner gelirim geri. Ben eşek olduktan sonra, nasıl olsa semer vuran çok olur!’
“İşte böyle Korsan... Gittiler. Kaldık mı şimdi ikimiz baş başa?”
...
Ben Korsan’ı seviyorum. O istediği kadar geçsin dalgasını... Şu anda kafesine girdi, beni gözetliyor. Kapısını kapatacağımı anladığı kesin! Daha ben ayağa kalkmadan çıkıp kaçıyor dışarı. Kaçması bir şey değil de pisliyor sağa sola yahu! Bir de selpakla pislik temizliyorum nokta nokta!
...
“Ah Korsan! Benim için bir kuş, bir kanarya olmadığını biliyorsun kuşkusuz. Seni görünce Mehmet’i anımsıyorum. Kırmızı yanakları, kartalımsı burnu, bazen sert, bazen yumuşak bakışları geliyor gözlerimin önüne... Füsun, Irmak...
Artık seni görmek istemiyorum Korsan! Bu kadar kirletmeye hakkın yok ortalığı. Bıktırdın beni! İstediğin kadar hiç de güzel olmayan sesinle şakıyarak dikkatimi çekmeye çalış. İstediğin kadar geç dalganı! Bakımını da yapmayacağım işte!
Ama Korsan, yemin suyun biterse? Dayanamam senin yoksun kalmana. Bitlenirsin, yaa! Gül bakalım, gül! Ama dur, bu kadarı yeter! Tutup sokacağım kafesine seni! Biliyorsun, soba tütüyor bazen. Pencereyi açmak zorunda kalıyorum. Ya kaçarsan dışarıya? Gelemezsin gayri... Dışarısı zordur, Korsan! Yem bulamaz, ayaza dayanamazsın. Sen yine de kal kafesinde... Yemin, suyun hazır. Altını da değiştiriyorum sıklıkla. Bitlendiğinde ilaçlıyorum da seni. Tamam, tamam! Kafeste durmak da kolay değil doğallıkla. Kısıtlı tüm hareketlerin. Doyasıya kanat çırpıp uçamıyor, daireler, elipsler çizerek dalamıyorsun gökyüzünün maviliklerine. Büyük bir özlem içinde olduğunu biliyorum Korsan. İnan ki sana göre değil dışarısı... Senin bilmediğin o kadar çok tehlike var ki... Zehirli ilaçlar, kirletilmiş göller, denizler, akarsular; siyanürlü atıklar, salgın hastalıklar; işsizlik, evsizlik... Bir de yobazlar var Korsan, yobazlar! Oturmuşlar küresel haydutların dizlerine, alimallah yakaladılar mı seni boyayıverirler siyaha da bir daha çıkamazsın el içine. Korkunç bir kriz de var ama ondan sana söz etmeyeceğim. O küçücük yüreğin dayanamaz da kalıveririm yapayalnız sonra...
Sen yine de kal kafesinde. Suyunu tazeledim. Yemini koydum. Kafesin de pencere önünde, doğayı izliyorsun. Bak keyfine! Biliyorum, biliyorum... ‘Mutluluk kursaktan ibaret değil,’ diyorsun, değil mi? ‘Mehmet de bırakıp gitti beni,’ diye yasta olduğunu biliyorum. O yüzden ötmek istemiyorsun sıklıkla. Aslında hiç ötmeyeceksin de bakımını yapmayacağımdan korkuyorsun. Çıkarcı seniiii! Böyle düşünüyorsan, haksızlık ediyorsun. Seni bıraktı gitti de Mehmet, beni bırakmadı mı sanki?
Haylaz! Yine mi dışarı çıktın sen, ha? Şimdi yakalarım seni Korsan! Neden mi? Bırak nedenini! Birkaç satır yazdırmadın bana! Her yanı pislettin! Şimdi de ağlıyorsun, öyle mi? Utan, utan! Hadi bakalım, kafese! Çık da göreyim şimdi!
Hadi hadi, şimdi de despotlukla suçluyorsun beni, ha? Oyalama da işime bakayım biraz!
Ağlıyorsun Korsan? Bak bana, sulu göz! Birazdan gelir çıkarırım kafesinden, tamam mı? Avuçlarımın içine de alacağım; yanaklarını yanağıma da süreceğim... Biliyor musun Korsan, gözlerinin içine de bakmak istiyorum. Anlamak istiyorum, çocuk gözlerine benzer mi gözlerin? Öyle özledim ki çocuk gözlerine bakmayı. Bir bilsen Korsan, ne erişilmez bir mutluluktur çocuk gözlerine bakmak, ne heyecanlıdır... Doyum olmaz o gözlere bakmaya. Bir okyanustur çocuk gözleri. Tüm hüzünler, sevinçler, korkular vardır o gözlerde. İrkilmeler, ürkeklikler vardır. Güven ve güvensizlikler vardır. Sevgiler, sevgisizlikler vardır. Ezilmişlik ve horlanmışlıklar vardır... Hepsini barındırırlar o gözler maviliklerinde, karalıklarında, elalıklarında. Yaşamaktır çocuk gözlerine bakmak, Korsan. Anlamaktır, doymaktır; mutlanmak, umutlanmaktır...
Şimdi de çocuk gözlerini kıskandın, değil mi? Hadi hadi, anlamadım mı sanıyorsun? Çaktırmıyorsun ama tanırım seni. O nokta gözlerini de sol yanağındaki kara benlerini de çok seviyorum. Bilmezlikten gelme, senin gözlerine bakmak da mutlandırıyor beni. Biliyorsun.
Çıkmak mı istiyorsun? Tamam, söz! Şimdi anlatacaklarım çok önemli. Eğer can kulağıyla dinlersen, açacağım kapını. Ne mi anlatacağım? Üzüleceksin ama anlatmak zorundayım.
Filistin var ya Filistin? Kaç gündür televizyon ekranlarında Filistin çocuklarının gözlerini görüyorum. O ne büyük, o ne korkulu gözler Korsan, bir bilsen! Üstlerine dolu gibi yağıyor bombalar... Kaçışıyorlar, düşüyorlar, nar taneleri gibi saçılıyorlar etrafa! Binalar üzerlerine yıkılıyor Korsan, üzerlerine! Toz duman içinde her yan! Omuzlarından kopmuş çocuk başları... O başlarda fal taşı gibi açılmış gözler... Anlıyorsun değil mi? Yine de meydan okuyorlardı bombalara o gözler!
Söyle, söyle! Bir daha söyle de herkes duysun! Yakına, Türkiye’ye mi geleyim? Tinerciler, mendil satıcıları, dilenciler, ırzına geçilen çocuklar, ha? Köprü altlarında, kapı diplerinde it gibi titreyen çocuklar mı? Tamam, tamam anladım! Yahu sen ne çok şey biliyormuşsun Korsan? Onlara ilgisiz kaldığımı söyleme bana ama. O çocukların gözlerini de görmediğimi sanma... O gözler ağarttı saçlarımı, Korsan! Söyletme beni şimdi! O gözlerin her biri için bir can adadım da yine alamadım ellerinden bezirgânların... İşte o yüzden, ‘kelebek kanadı yüreğim’ yırtık benim, anlıyor musun?
Acımasız davranma bana, Korsan! Ne olur, haksızlık etme bana. Bir kez de sen benim gözlerime, bak!”
“Korsaaaaaaan! Müjde Korsan! İşte, Mehmet cama gelmiş! Füsun omzundan bakıyor... Irmak kucağında! Dur seni alayım kafesinden. Bak, tanıdın değil mi Mehmet’i? Irmak da nasıl büyümüş ama... Bak, bak! Görüyorsun, sana dokunabilmek için nasıl da tırmalıyor camı... Şu gülümsemeye bakar mısın? O güldükçe dünya da gülüyor Korsan!
“Şimdi de Irmak’ı kıskandın, değil mi? Seni yaramaz!
Bana iki satır yazı yazdırmasan da seni sevmeyi sürdüreceğim Korsan.”
Mustafa Öcalan