- 563 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
ŞEYH EDEBALI.
ŞEYH EDEBALİ KİMDİR?
Şeyh Ede-Balı 1206 yılında Merv’de doğdu. Asıl adı, İmâdüddin Mustafa b. İbrahim b. İnac el-Kırşehrî’dir. Selçuklular döneminin ünlü âlimlerinden olan Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlâna Celâleddin-i Rumi’nin çağdaşıdır. Şeyh Ede-Balı ilk tahsilini Karaman’da yaptı. Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidî’nin öğrencisi oldu. Daha sonra Şam’a giderek, Sadreddin Süleyman b. Ebu’l-Îz ve Cemâleddin el-Hasîrî gibi dönemin tanınmış âlimlerinden dinî ilim tahsil etti. Şam’dan ülkesine dönünce tasavvufa yöneldi. Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü’nde bir zaviye kurarak halkı irşada başladı. Âşıkpaşazâde zaviyesinin hiç boş kalmadığını, Ede-Balı’nın, gelip geçen fukaranın her türlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını, hatta bu maksatla koyun sürüsü bulundurduğunu kaydederler..
Söğüt ve Domaniç yaylaları, Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Ede-Balı’nın zaviyesinde misafir olarak kalırdı. Orta Asya’dan getirdikleri bir takım özelliklerden dolayı âlim ve sûfilere karşı son derece hürmeti olan Osman Gazi, mübarek günlerde Ede-Balı’nın zaviyesine giderek dinî ve idarî konularda, onun görüşlerini alırdı.
Osman Gazi’nin, Ede-Balı’nın zaviyesinde misafir olarak kaldığı bir gece gördüğü rüya şöyle idi. Şeyh Ede-Balı’nın koynundan bir ay çıkıp, Osman Gazi’nin koynuna girdi ve göğsünden bir ağaç bitti. Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları gökleri, kökleri tüm dünyaya sardı. Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar. Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge etti.
Osman Bey rüyasını Şeyh Ede-Balı’ye anlatır. O da rüyayı şöyle yorumlar: “Oğul Osman, Hak Teâla sana ve soyuna hükümranlık verdi. Mübarek olsun. Kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun” demiştir. Şeyh’in bu yorumu üzerine Osman Gazi, Malhun Hatun (Rabia Bala Hatun) ile evlenir.
Bir Babaî şeyhi olan Ede-Balı’nın aynı zamanda Ahî teşkilatının reisi olduğu düşünülür. Çünkü kardeşi Şemseddin bir ahî reisidir. Bilecik’in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra zaviyesini buraya taşıyan Ede-Balı, aynı şekilde dinî hizmetlerine devam etmiştir. Osman Gazi’nin vefatından sonra, Şeyh Ede-Balı, son zamanlarında, kızı ve torunu Alâaddin Bey ile Bilecik’e yerleşmiş olup, kendisine Kozağaç (Şimdiki Karaağaç) köyünün öşür ve hasılatı verilmiş, kızı Rabia Hatun da kendilerine verilen bu köyü tekkeye vakfetmiştir. Şeyh Ede-Balı uzun bir hayat sürdükten sonra, 726 (1326) yılında Bilecik’te vefat etti ve naaşı, zaviyesinin mescid olarak kullanılan odasına defnedildi.
Şeyh Ede-Balı, mutasavvıf olmasının yanında, ilk Osmanlı kadısı ve müftüsüdür. Dönemin birçok fakihi ile teşrik-i mesai yapmış ve onlardan ders almış, çok sayıda talebe yetiştirmiştir. Önde gelen öğrencilerinden ve aynı zamanda damadı olan Dursun Fakih, Ede-Balı’dan sonra Osmanlı Beyliğinin ikinci müftüsü ve kadısı olmuştur. Mevlid-i Şerif’in yazarı olan Süleyman Çelebi’nin, Mahmut Paşa yönüyle ikinci kuşaktan Şeyh Ede-Balı’nın torunu olduğu rivayet edilmektedir.
YORUMLAR
Yazı; lastikten daha esnek, kılıçtan daha keskin bir konuyu işlemiş. Hal böyle olunca da burada din eğitiminin verilmesini istemediğiniz algısıyla, sizi din karşıtı biri olarak niteleyecek yorumlara oldukça açık görünüyor.
Şahsınızı tanımıyorum. Belki de ilk defa uğruyorum sayfanıza.
Ben bu yazıyı okuduğumda "Din eğitimini isteyene ve talep edene verilmesi gereken bir hizmet olmaktan çıkarıp, istemeyene dayatılan bir eziyet haline getirmek gericiliktir..." bölümüyle, dine karşı değil de uygulamanın herkese zorunlu kılınmasına karşı olduğunuzu, diğer bölümde "Öğle tatillerinin, mesai saatlerinin, sınav takvimlerinin herhangi bir dinin ibadetine göre düzenlenmesi; okul, hastane, adliye ve devlet dairelerinde herhangi bir dinin ibadetine yönelik ibadethaneler açılması;" olası şifreleme ve mahalle baskısına atıf yaptığınızı çıkardım.
Kişisel düşüncem; öncelikle dine bakış açınızı belirterek giriş yapmanız. Devamında da hangi dinin (Peygamber efendimizin yönlendirdiği ve Kur'anı kerimin rehberliğindeki mucizevi din mi, yoksa Emevilerden süregelen, çıkar odaklı ve kişiye göre şekillendirilen, genelde Arap kültürüne dayalı dogmatik din mi?..) olduğu açıklaması yapılarak, konunun daha ılımlı bir zeminde değerlendirilmesine yön verilmeliydi.
Amacım, burada size akıl verme hadsizliğinde bulunmak değil, anlatılmak istenilen, birçok kısmında hemfikir olduğum yazınızın daha makbul görülmesi yönündeki fikirlerimi beyandan ibaretti. Sürçülisan oldu ise affola.
Saygılarımla.