- 717 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
675 – ASRİ KIZ
Onur BİLGE
“Asri Kız,
Geçen gün Kaptan’ın anlattıklarını tamamlayamamıştım. Kaldığım yerden devam edeyim…
“Eskiden bir hamam kültürümüz vardı. Kızın çeyiz sandığında mutlaka olması gereken fildişi üzerine gümüş işli tarak, ipek peştamal, gümüşlü nalın, el leğeniyle ibrikti. Bunlardan biri eksik olursa o gelin kınanırdı.
Gelin hanım sabah erkenden kalkacak. Elini yüzünü yıkadıktan sonra saçlarına biraz su sürecek. Geçecek aynanın karşına, gümüş işli tarağıyla saçlarını tarayacak. Gümüş tarağın üstündeki tenezlere takılan küçük altınlar ya da gümüş parçaları tarandıkça şıkırdayacak.
Kayınvalidesiyle hamama gidecek. İpek peştamalı kuşanacak. Ayağında gümüş nalınlar, etrafında küçük çıngıraklar her adımda şıngırdayacak. Hamamın kubbesinde yankılanacak nalınların sesi. “Bambulların gelini geliyor!” diyecekler. Bütün başlar kapıya çevrilecek. Bütün bakışlar gelinin üzerinde toplanacak.
Gelin hanım, beliklerini açmış, saçlarını dağıtmış, şelale gibi dalga dalga omuzlarından aşağıya dökülmüş, uçları kalçalarında… Bir gümüş işli fildişi tarak takmış başına… Tel tel ayrılmış tarak izleri… Başı yukarıda, kaşları yay gibi gerilmiş, kirpikleri kaşlarına değiyor. Dudaklar kıpkırmızı, yanaklar al al… Dişleri inci gibi dizili bembeyaz ama gelinler her zaman her yerde gülmez.
Kayınvalide gururla kasılıyor. “Var mı böyle bir gelini olan aranızda?” der gibi yürüyor. Kim bilir kaç çift pabuç eskitmiş onu buluncaya kadar! Kim bilir kaç kapı çalmış! Eh! Tabii ki haklı böbürlenmekte…
El leğeniyle ibrik, hane halkından büyüklerin, misafirlerin, özellikle de kaynatanın eline su dökmek için kullanılırdı. Onlar yerlerinden kalkmasınlar. Lavaboya kadar zahmet etmesinler. Hemen oracıkta yıkayıversinler ellerini, ağızlarını.
Gelin hanım, elinde leğenle ibrik, sol kolunda peşkirle gelir, o zat-ı muhteremin önünde saygıyla eğilir, öpülesi ellerine ılık sular döker, arkasından da kurulaması için havlu tutardı. Nerde şimdi öyle gelinler!..”
Galiba Kaptan da yeni nesilden şikâyetçiydi. Geliniyle arası nasıldı acaba? Aman! Ben de dedikoducu karılara döndüm! Nasılsa nasıl be adam! Sana ne!.. Allah Allah!.. Kendimi tanıyamaz oldum!
O leğende kocasının ayaklarını da yıkayacak garibim! Kazık kadar adam kapıdan girer girmez banyoya gitmesin, o pis ayaklarını halılara kilimlere güzelce bir sıvasın, evi kokutsun… Sonra da otursun başköşeye, uzatsın ayaklarını, çoraplarını çıkarttırsın, ayaklarını yıkattırsın, kurulattırsın!
Öyle herifler ayakkabılarını, çizmelerini de o kızcağızlara çıkarttırıyordur inan ki! Neden eğilsinler! Eğilirlerse bellerindeki altın kemerler kırılır Maazallah!
Öf!.. İyi ki erkek olmuşum! Olmuşum ama olamamışım! Olmuş olsaydım Nevin bütün pis işleri bana mı yaptırtırdı! “Çöpü dök Necmettin!” “Peki karıcığım!” “Sobayı boşalt Necmettin!” “Peki karıcığım!” Ayakçı Necmettin! O kadar hizmet ettin de iyi ettin!..
İstanbul kızı alırsan öyle olur işte! Analığının sözünü dinleseydin de onun dediği kızı alsaydın, böyle olmayacaktı! Bak ellerde neler var!..
Fakat sende bu kafa olduktan sonra, sen hizmetçi de alsan sultan ederdin! Şiirleştirirdin! Döner sen ona kul köle olurdun! O da bir Nevin olur otururdu! Zaten o da sümsüğün, sümüklünün biriydi. Nesrine inat, onu kraliçe ettin kendine! Sus artık sus! Senden adam olmaz! At sahibine göre kişner!
“Sazlı sözlü sünnet hamamları, gelin hamamları, damat hamamları olurdu. Hamamda çalınır söylenir, oyunlar oynanır, eğlenilirdi. Bunlar yine var ama eskisi gibi değil. Her şeyin tadı kaçtı.
Kadınlar sabahtan hamama giderler, öğleye doğru çıkarlardı. Yaz kış ellerinde birer şemsiye olurdu. Erkeklerin yanlarından geçerlerken şemsiyeyi o tarafa yatırırlar, saklanırlardı. Utanma vardı. Ar vardı. Şimdilerde ar damarları çatladı!”
Kaptan, o kadar memleket gezmiş. Onca okyanus, deniz aşmış. Nasıl olmuş da o yıllarda kalabilmiş, anlayamadım. Adam bal gibi… Durdukça koyulmuş. Yağ olsaydı kokardı. Çünkü aslı ekşi ayrandır.
Ben İstanbul çocuğuyum. O böyle konuştukça alınıyorum. Ben Kaleiçi’ndeki dükkânımdan denize, el kadar mayoyla gider, dönüşte balık gibi ıslak ıslak gelirdim. Etrafta kadınlar kızlar da olurdu. Hiç aldırmazdım. Çünkü oldum olası aynıydım.
Bizim mahalleden kızlar da olurdu yanımda. Anneleri teslim ederlerdi bana. Başkasına değil ama bana… Neden? Çünkü güvenilir bir delikanlıydım ben. Kızlara yan gözle bakmazdım, yan baktırmazdım, hiçbir şikâyetleri olmazdı benden de ondan… Bir defa yanlış yapmış olsaydım, o anneler güvenirler de teslim ederler miydi gül gibi kızlarını bana!
Demek ki ahlak anlayışı yöreden yöreye değişiklikler arz ediyor. Bazı yerlerde normal karşılanan olaylar, bazı yerlerde büyük hadiselere sebep olabiliyor.
Geçenlerde İspanyol paça pantolon giyen on beş on altı yaşlarındaki kızın birinin arkasına otuz beş kırk yaşlarında bir adam takılmış, ayak takımından. Kızcağızı takip etmeye, yanına sokulmaya, laf atmaya başlamış. O da karşıdan gelmekte olan bir polis memuruna onu şikâyet etmiş. “Memur Bey, bu adam beni rahatsız ediyor. Peşime takıldı. Laf atıyor. Koskoca adam…” demiş. Polis daha adama bir şey demeden kıza: “Sen de böyle giyinmeseydin kızım! Giyiyorsunuz pantolonu…” demiş. Sonra adama kızmış. Adam ağız değiştirmiş. “Ben aslında polise muhbirlik yapanlardanım. Size çalışıyorum…” falan diye bir şeyler gevelememiş.
Kız şikâyet ettiğine edeceğine pişman olmuş. Eve döndüğünde aynaya bakmış. Açık saçık yeri yok. Üstünde kısa kollu bir gömlek, ayağında pantolon…
Hayale sınır yok. Adam nasıl hayal ediyorsa öyle görüyor demek ki! Diğeri de erkek… Erkek dayanışması… Ben de erkeğim ama giyinik birini çıplak tahayyül etmem. Erkekten erkeğe fark var. Bütün erkekler aynı şekilde ayarlanamayacaksa bütün kadınları kızları ayarlamaya çalışmaktan başka çare kalmamış anlaşılan. Erkekler gözlerini örtmesinler, kadınlar tepeden tırnağa örtülsün! Gözlerine gözlük, ellerine eldiven, yetmedi şemsiye… Yok artık! O kadar da değil!
“İslam’da peçe yok! Tesettürde eller ayaklar için örtü yok!” demiyor muydu Kaptan! Bir de mini etek hakkındaki düşüncelerini sorup da iyice zıvanadan çıkarmak istemedim. Sustum.
“Böyle ayrı gayrı yoktu eskiden. Senin bahçen benim bahçem diye bir ayırım yoktu. Herkesin bir bahçesi vardı ama izinsiz girilmez diye bir kural yoktu. Samimiyet vardı. Hoşgörü vardı. Sokaklarda oynayan çocuklar susadıklarında komşu avlulara girer, destursuz su içerlerdi. Karınları acıkınca komşu teyzelerinden yağlı ekmek falan isteyebilirlerdi. Evlerine giderlerse geriye gelemeyebilirlerdi. Annelerinin: “Yeter artık oynadığın! Biraz da ders çalış bakalım! Gir içeriye!” diyeceklerini bal gibi de biliyorlardı.
Oyun esnasında düşerlerse, dizleri kanarsa hemen bir avluya dalarlar, yaralanan yerlerini yıkarlar. Annelerine duyurmazlardı bile. O zaman oyunları yarım kalırdı.
Birilerinin bahçesindeki ağaçların dallarındaki olgun ve dolgun meyveler bahçe duvarlarından sokaklara sarkmışsa “Göz hakkı!” diye meşrulaştırarak afiyetle midelere indirilirdi. “Ne yapıyorsunuz siz? Utanmıyor musunuz başkasının malına el uzatmaya? Haram! Haram!..” diyen olursa: “Gören gözün hakkı var!” diye gülerlerdi. “Ne yapalım! Canımız çekti! Sonra sahibine söyleriz. Helal eder.” derlerdi.”
“Haram değil mi? Doğru mu yaptıkları? Hırsızlık günah değil mi?” diye sözünü kestim.
“Onlar akıl baliğ değil. Çocuk… Günah yazılmıyor onlara. Ancak o yaşlarda günahın sevabın ne demek olduğunu öğrenmeleri lazım. Herkesin bir bağımsızlık alanı, onun da bir sınırı vardır. Dışına taşamaz. Kimse kimsenin hakkına tecavüz edemez.”
Sen de benim hakkım değilsin. Şimdi ben, kendi içimde yaşamakta olduğum aşk ve hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir takım beklentilerim nedeniyle hayali bir mütecaviz mi oluyorum?
Hayır! Hayır!.. Ben masumum!
Masum”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 675
YORUMLAR
Eski bir kültürümüzü yad eden sözcükler, sabahın erken bir vaktinde yaprakların üzerini süsleyen şebnem tanecikleri misli sıralanmıştır. Ne güzel...
Daha dün gibi hatırlarım; bir elinde ibrik, diğer elinde bakır leğen kaynanasına saygı göstergesi olarak eline su dökerken şahit olduk bir geline. Zamane gelini olarak bildiğim modern gelin de daha ilk günlerinde ayaklarını üst üste atarak kaynanasına emir verircesine;
"Çayımı doldur." dediğine şahit olduk.
Ahlaki değerlerimizden uzaklaşıyoruz değerli üstadım...
Saygılarımla...