Kimdir bu Acı, Kadir? (Kırık Dökük Hatıralar)
KİMDİR BU ACI, KADİR?
(Kırık Dökük Hatıralar)
-----1950 yılının Kadir gecesinde, yurdumuzun güzel bir parçası Felahiye’nin Cumhuriyet mahallesindeki toprak damlı, pecesiz, arıstağı m/is kokan köhne bir evde doğmuşum. Anam beni tandır başında ak sütüyle emzirmiş. Emzik nedir bilmem. Doğduğumda kilom fena değilmiş ki; “Gürbüzdün oğlum” diyor anam. “Benim çocuklarım hep böyle doğardı.” diye de övünüyor!
Birbirine bitişik kerpiçten evler ve yemyeşil damların üstünde, akşamın alaca karanlığında uçuşan cizindirikleri (Kırlangıç) seyretmek ne kadar güzeldi o vakitler. Günlük güneşlikti köyümüz. İnneler Havuz(Hafız)’un derenin öğle güneşini gören yamaçları, işte benim kundaklara belendiğim topraklardır.
-----Kara kuru bir çocuk. Çileli, ser sefil geçen o çocukluk günlerim, hafızamda tazeliğini hala koruyor. Ağyarın kem bakışları üzerimden gitmedi yıllardır, şahidim ben buna!
Seherlerde yemledim musurlarda kır atımı, dor atımı. Çift çubuk sürdük ortaklaşa. Verimsiz tarlalar, çorak ve taşlı. Tırpana gelecek ekin bitmezdi, umutları tırpanlardık azizim! Ortakçımız Göçmen Berber Memet’in tarlaları ne kendisini ondurdu, ne de Şevket’in Muharrem’i!
-----Bir birinin külüne muhtaç komşularımız, kadir kıymet bilen eş, dost akrabalarımızla geçen o tarifi imkansız kıymetli yıllar unutulacak gibi değil. Şöyle ki;
Değirmenci Zayit Ağam ile değirmenci Şevket dedem kardeştirler. Her iki tarafın horantası çoğalınca yaşadıkları mekan dar gelmeye başlamış, içeri evin ortasından bir duvar çekilmiş. Zayit Ağam “Açın ulan şu duvardan bir pencere, çocukların sesi gelsin hiç değilse!” diyerek aradaki duvara bir pencere açtırmış, bizlerin sesini ölene dek buradan dinlemiştir!
-----Evimizin sağında Toramanlı Anamın evi, solunda da Safiye Amemin tandırlığı vardı. Bir köşesindeki kilim dokuma tezgahına aklım yeter. Çul, çuval, heybe ve namazlağı dokur, satar, hatırı sayılır para da kazanırmış. Kazandıklarını giriş kapısının üstündeki bir yere çıkın içinde saklarmış. Bu gizli yeri bir amcam Hacıbey Acı bilirmiş sadece!
-----Bizler ekmeği bulamazken, atların sapı, samanı, kesi ve arpası öncelikliydi o zamanlar, çocuklar açmış kimin umurunda! Kara kalem, defter, silgi alamaz, ayağımıza ayakkabı bulamazdık giymeye. Biçilmiş yonca tarlasında yalın ayak gezdiğim düştü aklıma! Bu atmosferi kışın çat ayazında şöyle bir düşünün! Orta okulda edebiyat hocamın kitabını bana vererek bir türkçe kitabına kavuştuğumu sırası gelmişken söylemeliyim. Yani hep söylerim, fakirlik diz boyu idi vesselam…
-----İdare lambasının isli ışıklarında ders çalışarak yarınlara kucak açışımla birlikte, ilk okul, orta okul, lise derken azimle yürüdüğüm yollara hep kavun, karpuz kabuğu atılırdı her nedense!
-----Derken vermişti kısmeti Yüce Allah. Yıl 1965. Ver elini Almanya. Ah hasretlık! Ah Babam! Dertlere dert katan, hıçkırıkları boğum boğum boğazlarda düğümleyen diyarı gurbet. Yaşattığın hayat buysa, bırak üstü kalsın. Babasız geçen onca senelerim öksüz yıllarımdır benim. O’nun yılda bir kez izine gelişiyle yüreğimize su serpilir, dizi dibine çöker hasretliğimizi giderirdik.
-----Yavaştan yavaştan atıldık hayata ‘dört koldan’. Kurtalan Jandarma Birlik’te askerlik, Akbank’ta 29 yıl Sabancı’ya ırgatlıkla geçen bir ömre, “Yirmibeş Yıllık Kıymetli Hizmet Madalyası” ile değer biçildi. Bu süreye on beş yıl daha eklerseniz yaşım ortaya çıkar. Yani “70 inde Bebesiyim Anamın”
70’inde Bebesiyim Anamın
Anam bir başkadır Dünya güzeli
Çok zahmetler çekmiş billah ezeli
Şu yalan dünyaya geldi geleli
Elem dolu heybesiyim Anamın
Hakkını ödemek zorumuş meğer
İnan ki varlığı cihanı değer
Bundan böyle bana kızarsa eğer
Duyun dostlar! Kölesiyim Anamın
Ana başka imiş nasıl anlatsam
Diz çöksem dibine bağrına yatsam
Kundaklar içinde toprağa batsam
Yetmişinde bebesiyim Anamın
1970 yılında Defne Dergisinde, “Sen Ben Yokken” adlı şiirimi yayınladım. İşte o 20 yaş şiirim;
Sen Ben Yokken
Sen ben yokken yeryüzünde
Aşkımız vardı.
Nehirler gibi gümüş renkli
Poyraz rüzgârı serinliğindeydi
Aşkımız.
Sen ben yokken
Balıklar toprakta yaşardı.
Mamutlar gölgesinde geçerdi aşkımız.
Ölmeyi düşünmezdik, koşmazdık
Arkasından mutlulukların,
Gözlerimiz birbirini ısıtınca.
Sen ben yokken
Güneşin ışıkları yeşildi.
Bir masal ülkesinde o kulübede
Pembe bulutlar içerdik
Yudum, yudum
Aşkımıza susadığımızda.
Kadir ACI, 1970 Yılı, Defne Dergisi, İstanbul.
-----2005 de kaldığım yerden başlayıp, yok yoksulu, kör öksüzü gecelere şiirler yazıyorum, araştırmalar yapıyorum, kendimle barışık yaşıyorum dostlar. Elimde değil! Yüce Allah beni Türk kültürüne hizmet için yaratmış, şevk ve heyecanla sarılmışım bu işe. Çember daralıyor! Bir baltaya sap olmalı, bir işe yaramalı şu fani Kadir diyorum.
2015 yılında “Başlangıçtan Günümüze Felahiyeli Şair ve Yazarlar Güldestesi” kitabıma TYB Kayseri Şubesince “Yılın En İyi Derleme ve İnceleme Dalı Ödülü” verilmişti. Bitmiş olan “Felahiyemiz”i bu eserime ekleyecekken Korona belasından dolayı yelkenleri şimdilik indirdik.. Şafak sökecek, o günler de gelecek diye ümit ediyor, musibetin geçmesini bekliyorum. Allah, her şeyin hayırlısını versin...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.