- 855 Okunma
- 10 Yorum
- 4 Beğeni
670 - MAVİ GECE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Onur BİLGE
“Mavi Gece,
Gece gözlüm, Mavi Gece’m... Nasıl bir aldanış içinde kalmışım ben! Kıvrılmışım, bükülmüşüm, nasıl boyun eğmişim aşka! Nasıl bütünlenir dağılan varlığım bundan böyle?
Haddinden fazla sevmek ne demek, bilir misin? İçin için yanmak nasıldır, pamuk yataklar gibi? Cereyana kapılmak nasıldır, dumansız issiz? Yıldırım çarpması nasıldır?
O çok sevmek, nasıl bir lezzet, nasıl bir işkencedir, bedeli nedir, bana sor! Ne hoştur coşku ve o delilik inadına ne kadar korkunçtur! Çılgınca sevmek anlatılır gibi değil!
Bu akşam Antalya Yeni Yılı neşeyle karşılamaya hazırlanıyor. Kış, yurt sathında krallığını sürdürürken biz ılık bir bahar akşamı yaşıyoruz. Ne soğuk var ne küçük bir esinti… Bütün Antalyalılar sokaklarda… Cumhuriyet Meydanı, parklar, caddeler insan dolu…
Milli Piyango çekilişini takip etmek isteyenler radyo başlarında… Kahvehaneler tıklım tıklım dolu! Orada da biletleri ellerinde, gözlükleri gözlerinde bekleşen ihtiyarların, tombala oynayan gençlerin kulakları Ankara veya İstanbul Radyolarında…
Antalya Radyosu da deneme yayınlarından sonra yayına başladı. Şarampol’de tek katlı bir binada, birkaç metrelik anteniyle güçlü yayın yapıyor. Kıbrıs ve Bayrak Radyoları da dinlenebiliyor. Kıbrıs Radyosundaki spikerin konuşması çok tuhafıma gidiyor. “Burası Kıprıs Ratyo Yayın Kooperasyonu…”
Az daha Milli Piyango bileti alacaktım. Kaptan “Haram!..” dedi. “Neden?” dedim. “Ah var!..” diyince orada kaldım. Halbuki Türk Hava Kurumu, Kızılay falan da pay alıyor ondan. Devlet kazansın! Neyse... Zaten şansım yoktur. Hiç çıkmaz ki bana! Başladım yakınmaya. Arayıp da bulamadığım!
“Hiç gülmedi ki hayat bana! Piyangolar başkalarına vurdu hep! Hepsi dolu, tek boş olsa, bana o çıkar, inan ki! Talihim olsaydı sevdiğim kadar olmasa da idare edecek kadar sevilirdim en azından ama olmadı. Her zaman hayata geç kaldım. Hep tam yakalayacağım anda kaçırdım fırsatları. Hiçbir zaman birinci ve öncelikli olamadım. En fazla ikinci olabilmişimdir. Birinci ve tek olabilmeyi ne kadar çok isterdim ama muhal! En fazla da Islak Kız’da en sona kondum. En canciğer olduğumuz zamanlarda bile o kadar öncelikli kişi vardı ki hayatında! O kadar önemli işi…” diye bir başladım… “Ya Sabır!..” diye diye dinlemiştir ya da dinliyormuş gibi yapmıştır. O da bıktı benim söylenmelerimden.
Öyleydi ama yalan mı! Hele ilk zamanlar ben seni sabırsızlıkla beklerken iki üç gün ara veriyordun ya gelişlerine. Belki çekiniyordun her gün gelmeye ama bir de bana sor, nasıl uzadıkça uzuyordu o günler!
Zaman, hep aynı kalmıyor ki! Ömür gibi… Çocukluktan bakılınca gençlik ulaşılır gibi değil, gençlikten bakılınca yaşlılık asırlık, hayat bitmez tükenmez, yaşlılıktan geriye bakınca rüyadan farksız, uzunca bir gün…
“Hepimiz geçtik o yollardan, Sen neden tökezleyip duruyorsun?” diye kızdı Kaptan. “Kendince yaşamışsın işte aşkı. Onca şiir yazmışsın… İlle de karşılıklı olacak değil ya! Onu da yaşayamayanlar var! “Ah, bir âşık olabilsem!” diyenler var!”
“Yazdıklarım mı? Laf onlar… Şiirlerim şikâyetname… Mutluluk mu yazmışım! Ben sevgili değil, her nefeste beraber olabileceğim candan bir arkadaş istedim hep. O öyle olsaydı, çok sevgili olurdu, az da değil!”
“Bizim oğlan elif okur döner döner yine bildiğini okur! O olmamış… Olmayıversin! Ben varım, her istediğinde teklifsizce gelirsin, davet edersin reddetmem. Yanına gelen o kadar genç var! Yetmiyor muyuz biz sana? İlle de ille genç ve güzel bir bayan mı olmamız lazım?”
“Haklısın! Benimkisi galiba takıntı… Gönül kaçanı kovalar ya… Onun için peşindeyim belki de. Gurur meselesi mi yaptım bilmiyorum. Aslında ben de yakıştıramıyorum kendime… Bu yaştan sonra… Çok mu fazla duygusalım, ondan mı acaba? Yoksa şiirlerime malzeme mi ettim onu ben?”
“Onu kendine soracaksın. Önce kendini anlamaya bakacaksın, sonra da başkalarını anlamaya çalışacaksın. Ağlanmayacaksın! Kimseden bir şey beklemeyeceksin! Farz et ki kimse yok dünyada! Gelecek olsa bile dirayetli ol! “Gelme!..” de! Kararlı ve güçlü ol! Yalnız Allah’a muhtaçsın sen! Onunla beraber başka kimseye ihtiyacın yok! Kişiye Allah yeter!..
Kendine yetmeye devam et! Allah var! O hep var O’nunla konuş. O, kulu gösteriyor ve soruyor: O mu ben mi? Sen Yarabbi! Sen!..” diyeceksin, kulu gördüğünde. Allah aşkı tam, yeterli doyurucu, hasretsiz kesretsiz bir bütünleşme ki her an... Onda elem yok, korku yok, derin huzur var.”
Aslında ben belki yenik düşüşümü hazmedememenin sancısını çekiyorum. Kaybım büyük, biliyorum! Umursanmayışımı kabul edemiyorum!
Cehaletin korkunç karanlığında ışıksız kalmışım, Kaptan’ı buluncaya kadar. Ne kadar fayda sağlıyor bana, bir ağabey, bir baba gibi... Zaman zaman kendi karanlığım korkutuyor beni. Kimsesizliğim üşütüyor. Sevginin sıcak ellerinde ısıtmak istiyorum ellerimi.
İşte bir yıl daha geçti. Bir yıl daha eksildi kalan üç beş yılımdan. An be an kabrin kapısına doğru gitmekteyim. Epeyce yaklaşmışım. Ecelin kazma kürek seslerini duyuyorum zaman zaman.
Zaman! Zaman! Ah, acımasız zaman!.. Her zaman belimi büken o oldu! Otuz yaşına yakın evlenmemiş olmasaydım belki böyle olmayacaktı. Zamanında davransaydım, sevdiğim kızları elimden alamayacaklardı.
İlk gençliğimde, sevdiğim kızı uzaktan dürbünle izlemeyle zaman kaybedeceğime dikkatini çekmeye çalışsaydım, gereken atılımları yapsaydım, içime kapanmayacaktım. Ulaşabilseydim, o kadar tamah etmeyecek, o kadar acı çekmeyecektim. En büyük acıyı da yine bir kış günü onu dürbünle izlerken, yazdan yaza İstanbul’a gelen, diğer zamanlarda evlerinde kimse olmayan komşumuzun arka bahçesinde Fevzi’yle buluştuklarını gördüğümde yaşadım! Aman ne ağladım! Ne ağladım!..
Zaman, gözümün içine baka baka geçti. Geçerken bir şeyleri de beraberinde götürmeyi ihmal etmedi. Önce saçlarımdan almaya başladı. İki körfez, ardından bir göl açıldı kafamda. Sonra dişlerime el attı. Her an hücre hücre eksiltti bedenimi. Nasıl da tümüyle alıp gitti gençliğimi!
Parmaklarının ucuna basa basa gelip geçiyor zaman. Çıt çıkarmadan, görünmeden, gölgesi yere düşmeden… Hayalet gibi… Zaman, ne büyük bir düşman!
“İnsan hayatında gecenin yaşandığı bir zaman dilimi vardır. Orada sevgiler ve aşk, olanca ihtişamlarıyla karanlıklarımızı süsler ve aydınlatır ama bir yere kadar. Gerçek aşk, ufukta belirinceye kadar…
Geceyi aydınlatan, süsleyen ay ve yıldızlar, güneş doğuncaya kadar göz alıcıdır, vardır. Güneş doğduğunda onlardan eser kalmaz!” diyor Kaptan.
Ne zaman bitecek Mavi Gece? Güneş ne zaman doğacak? En uzun geceleri yaşıyoruz. Günler kısacık…
Bana da çıkacak mı acaba büyük ikramiye?
Hiç ümidim yok!
Talihsiz”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 670
YORUMLAR
Öncelikle ahali saygısızlık olarak adlandırsa da yazı başlığından sonra bir iki paragraf okudum sonuna geldim...
Bilmiyorum yazılarda ne arıyorum, belki sosyal ve siyasal olaylara, hukuksuzluklara, insanların neden intiharettiğine, kadın cinayetlerine, dinlerin çürütüldüğüne ve yalan çıktığına, saray rejiminin bu çağda tarih öncesi çağlar gibi düşündüğüne vb vb vb konulara değinmenizi isterdim..
sonra dedim acaba haksızlık mı yapıyorum yazıya... tekrar ortasını açtım bolca nasihat.... dedim benim ilgimi çeken bir yer var mı, üzerinde düşünebileceğim, "bizim oğlan elif okur döner döner kendin okur..." lan acaba bu ben miyim, bak bana da dokunmuş yazı... haksızlık yapmış olabilrim..
sonra gün içinde özet geçtiğim haber başlıklarınai tviter gündemlerine, ekonomi haberlerine vb baktım.
dedim kendime yine, boşver ülkenin çivisi çıkmışi hangi kılavye ne yazarsa yazsın... yeter ki içini döksün, rahatlasıni başkarına bir şeyler öğrettiği hissine kapılsın...
ya hu dedim böyle yorum olmaz, çok saygısız ve bencilce... hadi yazıyı tekrar oku, çünkü onur bilge; adı veya rumuzu güzel yazar, okutur kendini... lan dedim okumaktan bıktın zaten.. ne okuyup ne öğreneceksin, insaniliği, insanlığı mı... duyguların girdiği kabın şeklini almasını mı...
sonra yine dedim.. bari seçki kuruluna teşekkür edeyim..o kadar vasat yazı içinden en iyisini bulmaya seçmeye çalışıyor, galiba yazı güzel olmallı.. belki konu hakkında çare üretmiştir veya herhangi bir okurun bağ ağrısını geçirecek ilaç hükmündedir,
oysa benim karnım ağrıyor, kalbim ve zihnim ağrıyor... ilacı yok dedim.. yazılar ilaç olamıyor artık.. niye dedim dermansız bir hastalığa tutuldum, ya hu dedim, covidi bile yendim ihtimal bu hastalık da neyin nesi...vırıs gelir vırıs gider... ya hu düzgün yazsana, doğrusu tırısgelmeli tırıs gitmeli.. eski çağ benzemeleri onlar.. bizim arabanın motoru biraz abartı olsun, 6 bin beygit gücünde 3. vitesle gelir 3 vitesle gider dedim..
vitrin süsü mü acaba yazılan yazılar dedim, insanları çekmek için mi gün yazı ve şiirleri dedim.. dedim de dedim..
elif okudum kendimi okudum... ya hu dedim, müzik ruhun gıdasıymış, en iyi sanatçılar da herhalde şol arap kitabını üç beş yedi elif çekip besteleyenler olmalı dedim... yine olmadı ayıp ettin dedim, sana ne oldu böyle dedim.. neden böyle diyorsun dedim..
ben gecede kaldım, gün doğmuyoru dedim... güneşi patlatacağız çocuklar... evrene ölüm diye bir çığlık çıktı içimden bilmiyorum neremden kalbimden mi, ciğerimden mi pankreas veya kemiklerimden mi bağırsaklarımdan veya atar veya toplar damarlarımdan mı...
vay talihsiz dedim içimden, vay senin haline ki... bir türlü vuramadım turnayı gözünden... turna dedim sonra kuş muydu balık mıydı .. neden hayvanın gözünü vurmak istiyorsun dedim, ya hu dedim mecaz eylemişler bu sözü edenler de dedim... hiç mi aklın çalışmıyoru senin dedim ey dünyevi ey insani..
yazıya baktım tekrar ne gördüm..
"Önce saçlarımdan almaya başladı."
sade saçlar olsa iyi dedim, dişler de gidiyoru bir iki, ciğerler gideyeru, hep gidiyoru... doğduğumuzdan beri bir şeyler gidiyoru aslında.. hiç gelmeyoru dedim... giden gittiği yeri seviyor geri dönmüyor dedim...
sonra dedim.. bu da bir okuma ve yorum yapma çeşididir, eskilerin kafa basmaz, ben de eskidim, artık kafam basmıyor...
kaleminize kılavyenize sağlık sayın onur bilge...
eksik olmayın, birbirinize emanet olun..
Başta günün güzel yazısını kutlarım, o şans bende de yok aynı kefedeyiz yinede halimize şükür, daha talihsizlerini görüyoruz.
Kalın sağlıcakla selâmlar
Nezahat Arseven
Dünyada kim şanslı ki
Şanslı olsa, en fazla neyi kazanabilir ki
Musalla taşı için sıra bekleyen cemaat neyin şansından bahsedebilir ki
Etse etse bugünkü tombalanın kendisine çıkmadığından şükrederdi
Herkesin rolü farklı, role göre şansı farklı
Sabır ve şükür temelli davranışlar her şeyin ilaçı olsa gerek hocam.
Harikasınız
Benim yazma yeteğim hiç yok.
Olsaydı, karantina için yolları kapanan bir köyde, musalla taşındaki mefta için kılınan namazdan sonra oraçıkta, bir sonraki mefta için tüm köylülerden kura çekilir ve zamanı muallak bir saatte, ama yakın, musalla taşı sırası onundur. Ve bu böyle tüm köy halkı bitinceye kadar devam eder gider.
Nasıl bir duygu köylüler için?
Bilmezler ki zaten hayatın gerçeği bu.
Biz unutuyoruz vesselam.
Güzel yıllar hocam. Muhteşemsiniz