- 802 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
666 - SULTAN
Onur BİLGE
“Sultan,
Bakınca gözlerimi karartan güzelliğin, bambaşka bir âleme götürüyordu beni. Bu dünya o anda siliniyordu gözlerimden. Bir ben kalıyordum bir de sen… Sonra ben diye de bir şey kalmıyordu, hep sen, bir sen oluyordun.
Gidişin fırtınalar kopardı yüreğimde. Uçurum kenarları çekiyor beni. Nereden bileceksin yaptığın tahribatın boyutunu! Beni ne kadar çok üzdüğünü, ağlattığını… Görmedin, duymadın, tahmin bile edemezsin! Havasız ortamda bağırdım avaz avaz! Sessiz sessiz ağladım karanlıklarda, yağmurların altında… “Gözüme kum kaçtı!” dedim, neden kızardığını sorduklarında. “Onun için ağladım!” diyemezdim ya!
Sen görseydin, duysaydın, anlasaydın, söyleseydim de bilseydin bile aldırmazdın ki! Yoluna devam ederdin, hiçbir şey olmamış gibi… Saat Kulesi’nin tepesine çıkmak, haykırmak istiyorum seni sevdiğimi! Eskiden saat başı çalarmış. Zamanın ne kadar değerli olduğunu hatırlatır, insanları uyarırmış.
Tellal Topal Hasan’a söylemek, üç beş kuruş vermek eline, aşkımı Antalya’ya ilan ettirmek istiyorum. Kalekapısı’nda, elinde davul, güm güm vurarak tokmağını: “Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin! Bizim Necmettin, torunu yaşında bir geline âşık olmuş!” Tekrar güm güm güm!.. “Onun kim olduğunu biliyor musunuz?” Güm güm de güm güm!.. O iyi bilir işini nasıl yapacağını. Sesi de öyle bir gürdür ki megafon istemez. Mikrofonsuz derler öylelerine.
Onu bulamazsam, Tellal Âkif’i bulurum. O da ondan aşağı kalmaz! Bütün Antalyalılar duysun aşkımı diye. Bütün hayvanlar, bitkiler, dağlar taşlar, kelebekler kuşlar duysunlar. Belki o zaman içime dert olmaktan çıkar da rahatlarım! Şöyle Toroslarda yankılansın! Sağır sultan bile duysun!
Yoksa Kalekapısı’na idam sehpası kurulsun eskisi gibi. Olay cümle âleme ilan edilsin. Tepeden tırnağa bembeyaz, kefen gibi bir idam gömleği giydirsinler, arkadan kelepçelesinler bileklerimi, boynuma bir yafta assınlar. Üstünde idam sebebimin sen, yalnızca sen olduğun yazılı olsun. Katlime verilen fermanda tek senin imzan bulunsun. Ferman, yüzüme karşı, senin huzurunda okunsun! Boynuma yağlı urgan geçirildikten sonra usulen son arzum sorulsun. Son arzum, aşkmavi gözlerine son bir kez yakından bakmak olsun! Bütün söyleyemediklerim gözlerimden okunsun! Eli kanlı eşkıyalar gibi assınlar beni! Cezam ibret olsun herkese!
Seni iznin olmaksızın sevdiğim, aramızdaki yaş farkından ötürü örf ve âdetlerimize aykırı hareket ettiğim için dava aç bana. Suçumu itiraf, cezamı kabul edeyim ilkin. Burdur Caddesindeki Antalya Hapishanesi’ne tıksınlar beni.
Bilmem hiç dikkatini çekti mi şimdiki Hastaneüstü veya Hapsaneüstü denilen, sonradan Güllük Caddesi adını alan yolun üstünde, postane binasının karşısındaki korkunç bina? Duyduğuma göre, 1919 yılının Mart ayında, İtalyan işgalinden birkaç gün önce, Antalyalı Rumlar tarafından baskına uğramış. Kapıları kırılarak boşaltılmış, içindekilerden idamlık olanlar Konyaaltı’na doğru kaçmışlar. Sonradan Ardıç soyadını alan Jandarma Üsteğmeni Emin Bey tarafından atla takip edilip hepsi de birer birer vurulmuş.
O zamanlar, bu şekilde yakalanarak öldürülenlerin kafaları kesilir, atların yem torbalarına konur, kelleler emri veren yetkililere götürülüp gösterilirmiş.
Aşkın mahpushanesi yetmiyormuş gibi bir de o hapishanede çekeyim çilemi. Öyle bir an gelsin ki dayanamayayım hasretine daha fazla, bir yolunu bulup firar edeyim! Kepez tarafına doğru koşamam, dizlerim tutmaz, gücüm yetmez, yol yokuş yukarı… En iyisi Konyaaltı’na doğru kaçmak! Yokuş aşağı yormaz, kırık topuklu ayağımı zorlamaz o kadar. Oradan da Hurma’ya kadar yolum var! Sağ salim ulaşabilirsem, o meşhur kaynağın buz gibi suyundan doya doya içerim. Başındaki taşa oturup dinlenirim. Ulu ağaçların koyu gölgelerinin altında serinlerim.
Aynı ilde olmak da çözüm değil, aynı dilde olmadıktan sonra. Bir anlamı da gönüldür dilin. İl de dil de önemli değil, dilde olmadıktan sonra…
Belki de kaçamam, saklamam. Ele geçirirler beni “Aşk eşkıyası firar etti!” diye vururlar! Vururlar boynuma bıçağı, kafamı vücudumdan ayırırlar! Üç tel ak saçımdan tuttukları gibi atarlar kellemi yem tornasına, doğru huzuruna götürüp sana gösterirler. Biri var biri yok, olanı da çürük dişlerimle sırıtır vaziyette kalmışımdır acıdan. Gözlerim dehşetle açılmış, daha da kararan çukurlarından, kömürlükten fare bakar gibi bakmaktadır. Yanaklarım kan içindedir, çenemden şıp şıp kanlı bir su akmaktadır. Saçlarım vıcık vıcık, pembeye boyanmış, adamın eline dolanmıştır. Tiksintiyle şöyle bir süzersin… “Evet o!..” dersin ve emredersin: “Götürün!..”
İşte böyleymiş eskiden Adalya’da eşkıyalık edenlerin hali. Eşkıyalığın gelecek zamanki hali sırıtan kelleymiş. Çünkü onlar, savaş esnasındaki otorite boşluğundan istifade ederek insancıkları haraca keserlermiş. Çete kurar, dağlara çıkar, korku yayarlarmış. Atlarla köyleri basar, garibanların yükte hafif, pahada ağır neleri varsa gasp ederlermiş. Vermeye yanaşmayanların göbeklerine kızgın yağ dökerek nerede ne kadar neleri varsa çıkarttırır, alır giderlermiş. Karılarından kızlarından hoşlarına gidenleri saçlarından tuttukları gibi sürüklerler, atlarının terkilerine attıkları gibi fırlarlarmış!
Dağlarda oturak âlemleri yapar, çalar söyler, yer içer, kadınları kızları sabahlara kadar oynatırlarmış. Halkın en büyük korkusu onlarmış. Onlarla kimse baş edemezmiş. İnsanın kendi kendisine ettiğini gâvur bile edemezmiş! En zora giden de onların kendi aralarından çıkmış olmasıymış.
Bu arada efeler de varmış. Onlar Milli Mücadelede canla başla çalışmışlar. Adlarını tarihe altın harflerle yazdırmışlar. Onlar milis kuvvetler, senin anlayacağın, sivillerden oluşan resmi askeri rezerv gücüymüşler. Onlar da dağlara çıkarlar ama düşmanlarla savaşırlarmış. Bazen de diğerlerinin yapamadıkları işlerde daha başarılı olurlarmış.
İşte böyle Sultan’ım! Ben, bildiğin gibi tebaandan Necmettin Akman… Büyük bir suç işledim. Bilerek bilmeyerek, ancak haddimi bilmeyerek birini sevdim. Huzuruna geldim. Cezama razıyım. Yeter ki adil olsun!
“Boynum kıldan ince…”
Eşkıya”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 666
YORUMLAR
Onur BİLGE
DU_RU
Bana yazar derler Sevgili Bilge
Espri anlayışına sığınıyorum affedin.
Mükemmel bir anlatım devamı dileğimle kal sağlıcakla
Midayet Kara tarafından 29.12.2020 17:09:51 zamanında düzenlenmiştir.
Onur BİLGE
Teşekkürler... Sevgiler... :)
Hikayenizde Necmettin "Sultanına " duygularını yazıyor ama ne yazmak....
Duyguların ifade şekilleri mükemmel...
sevdiğini duyurabilmek için tellal bile tutuyor, olmadı kendisi dara ağacına gidip beyaz elbiseye yazdırıyor
Suçluyum çünkü seviyorum. Sevmeyi eşkıyalıkla özdeşleştirme son
sonra ölüm halini bile gözümüzde canlandırıp "pişmiş kelle misali" öğrenmiş oluyoruz
harikaydı elinize sağlık
Hazin bir aşk hikayesi.
Ustaca ger dönüşlerle bilmediğimiz eski gerçekler.
Ve... Güzel Antalya'nın tanıtımı.
Sen ne güzel yazıyorsun be ONUR !
Selam ve Sevgiyle.