- 346 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İslam uleması dünyayı 'tepsi şeklinde' mi sanıyordu?
Karşılaştıysanız bazılarını işitmişsinizdir mutlaka. ’Müslüman evrimciler’in bazı klişeleri var. Hangisiyle konuşsanız sözü mutlaka oralara getiriyor. Hepbir kaynaktan ezber yaptıklarını tezahürleriyle gösteriyor. İşte bu yazıda içlerinden birisine bir parça dokunmak istiyorum. Nedir? ’Dünyanın küreviyeti’ ile ’evrim’ arasında kurulan benzerliktir. Hülasa edeyim: İddia odur ki: Müslümanlar yüzyıllar boyunca ’dünyanın tepsi şeklinde olduğuna’ iman etmişler. Âlimleri tefsirlerinde böyle yazmışlar. Fıkıhçıları böyle hükümlerini açıklamışlar. Vaizleri hep bunu nasihat etmişler. İş böyle sürüp gitmiş. Ta ki Batı ’medeniyet’ olana kadar. Sonra bizimkiler bakmışlar ki: Ooo! Batılılar dünyanın küreviyetini çok feci isbat ediyorlar. Buna karşı mücadele etmek mümkün değil. Hemen geri basmışlar. "Ne yaptık yahu biz!" demişler. Tevbe-billah etmişler. Bilimin affına sığınmışlar. O zamana kadar ’satıh’ şeklinde anladıkları ayetleri de silbaştan ’küre’ye çevirmişler. Masalın, pardon, iddianın özeti böyle...
Mâzisi ne kadar derindir bilmiyorum. Ancak mâzisi olduğunu mürşidimin Muhakemat’ta bu iddiayı ele almasından anlıyorum. Demek evrimciler de bu işi yeni baştan konuşmuyorlar. Zaten bu minvalde her ne iddiaya rastlasanız arkasını oryantalistlerin metinlerinde bulursunuz. Onlardır İslam âlemine en ışıltılı çağlarını dahi "İslam’ın ortaçağı" diye yutturan. İslam milletini kendi geçmişiyle kavgalı/küs bir hale getiren. Hurafelerinin kendilerine ettiğini "din-i mübîn-i İslam’ın ehl-i İslam’a ettiği" diye semtimizde yediren. Satan. Sattıran. Hasbelkader tezgâhlarından geçen bir müslüman genç öyle feleğini şaşırır ki: Engizisyonu kendi ’kadılar heyeti’ diye akleder. Papa’yı ’müçtehid imamlar’ından birisi sanır. Hristiyan dünyanın dine/bilime bakışını da öz-bir bilâd-ı İslamiye’nin dine/bilime bakışı zanneder. Yani İslam tarihiyle Batı tarihini karıştırır. Şaşıbeş olur.
Peki bu konuda Bediüzzaman ne der? Bediüzzaman’ın dediği zihni Batı’dan gelen muktesebatla bulanmamış, kendi pınarının suyunu başkasının petşişesinden içmeye tenezzül etmemiş, şaşırmamış-şaşırtmamış bir Ehl-i Sünnet âliminin dediğidir. Yani? Yani müslümanların arzın küreviyetini inkâr ettiği yalandır. Böyle inkârlara sapanlar yanlış mehazlara dayanmaktadırlar. Uzatmayalım. Yerinden alalım:
"Senin munsıf olan zihnine malûmdur ki: Küreviyet-i arz ve yerin yuvarlaklığına, muhakkikîn-i İslâm—eğerçi ittifak-ı sükûtuyla olsa—ittifak etmişlerdir. Eğer bir şüphen varsa, Makasıd ve Mevafık’a git. Maksada vukuf ve ıttıla peyda edeceksin ve göreceksin: Sa’d (Sa’d-ı Taftazanî’yi kastediyor) ve Seyyid (Seyyid Şerif-i Cürcanî’yi kastediyor), top gibi küreyi ellerinde tutmuşlar, her tarafına temaşa ediyorlar. Eğer o kapı sana açılamadı; Mefatîhü’l-Gayb olan, İmam-ı Râzî’nin geniş olan tefsirine gir ve serir-i tedriste o dâhî imamın halka-i dersinde otur, dersini dinle.
Eğer onunla mutmain olamadın; arzı, küreviyet kabına sığıştıramadın. İbrahim Hakkı’nın arkasına düş, Hüccetü’l-İslâm olan İmam-ı Gazâlî’nin yanına git, fetva iste. De ki: ’Küreviyette müşâhhat var mıdır?’ Elbette diyecek: ’Kabul etmezsen müşâhhat vardır.’ Zira, tâ zamanından beri şöyle bir fetva göndermiş: ’Kim küreviyet-i arz gibi burhan-ı kat’iyle sabit olan bir emri, dine himayet bahanesiyle inkâr ve reddetse, dine cinayet-i azîm etmiş olur. Zira bu sadakat değil, hıyanettir.’
Eğer ümmîsin, fetvayı okuyamıyorsun; bizim hem-asrımız ve fikren biraderimiz olan Hüseyn-i Cisrî’nin sözünü dinle. Zira, yüksek sesle münkir-i küreviyeti tehdit ettiği gibi, hakikat kuvvetiyle pervasız olarak der: ’Kim dine istinadla, himayet yolunda müdevveriyet-i arzı inkâr ederse, sadîk-ı ahmaktır, adüvv-ü şedidden daha ziyade zarar vermiş olur.’
Eğer bu yüksek sesle senin yatmış olan fikr-i hakikatin uykudan kalkmadıysa ve gözün de açılamadı; İbni Hümam ve Fahrü’l-İslâm gibi zâtların ellerini tut, İmam-ı Şafiî’ye git, istiftâ et. De ki: ’Şeriatta vardır: Bir vakitte beş vaktin namazı kılınır. Hem de bir kavim vardır, yatsı namazlarının vakti bazı vakitte yoktur. Hem de bir kavim vardır, güneş çok günlerde gurub ve çok gecelerde tulû etmez. Nasıl oruç tutacaklar?’ Hem de istifsar et ki: ’Şartın târif-i şer’îsi olan, sair erkâna mukarin olan şeydir. Nasıl namazda şart olan istikbal-i kıbleye intibak eder? Halbuki, yalnız kıyam ve yarı kuudda mukarenet vardır.’
Emin ol, İmam-ı Şafiî mesele-i ûlâyı şarktan ve garptan geçen dairenin müdevveriyetiyle tasvir edecektir. İkinci ve üçüncü meseleyi dahi, cenuptan şimale mümted olan dairenin mukavvesiyetiyle tatbik edecektir. Burhan-ı aklî gibi cevap verecektir. Hem de kıble meselesinde diyecek: ’Kıble ve Kâbe öyle bir amud-u nurânîdir ki, semavatı Arşa kadar takmış ve nazm edip, küre-i arzın tabakatını ferşe kadar delerek kâinatın muntazam bir amud-u nurânîsi olmuştur. Eğer gıtâ ve perde keşfolunsa, hatt-ı şâkul ile senin gözünün şuâsı, namazın herbir hareketinde ayn-ı kıbleyle temas ve musafaha edecektir.’"
Bakınız, metin boyunca Bediüzzaman Hazretleri İslam tarihini bir süvari süratiyle katederek, isimden isime atlayarak, ilimden ilime geçerek, âlimden âlime örnek vererek şunu göstermektedir: Dünyanın küreviyeti İslam âlimlerinin zaten söylediği birşeydir. Bu noktada müslümanlara yapılan saldırı haksızdır. Eğer hata ile aksini savunanlar varsa onlar şâzdır. Azdır. Birazdır. Onların durumuna bakılarak, cadde-i kübra orası sanrılanarak, İslam ulemasının hakkaniyeti töhmet altında bırakılamaz.
Bir de şöyle ikinci bir sıkıntı var: Arzın küreviyeti müşahedat açısından nasıl olup da evrimle eşitlenebilir? Biz dünyanın küre şeklinde olduğunu hergün görüyoruz. Hergün küre şeklinde bir dünyaya uyanıyoruz. Yani delillerini her an hazır buluyoruz. Test edebiliriz. Evrimin böyle bir sabitelik durumu var mı Allah aşkına? Evrimle asıl kastedilen ’türden türe geçiş’ bağlamında soruyorum: Yaşadığı dünyada türden türe geçen bir canlıya şahit olanımız var mı? Ne bileyim, eşekten aslan doğduğuna, kaplumbağa yavrusunun kuş olduğuna, balığın kertenkeleye dönüştüğüne, izlediği Marvel filmleri dışında, şahit olan var mı? Hal böyleyken bu durum nasıl dünyanın küreviyeti ile eşitlenebilir? O nerede? Bu nerede? Hergün kalkılan dünya nerede? Bir gece yatılan rüya nerede? Ondaki kesinlik nerede? Bundaki ’mış gibi’ taklit nerede? Neyse, uzatmayayım dostlar, meramımı anlatabildim sanıyorum. Cenab-ı Hak cümlemizi hidayetinden ayırmasın. Ahirzaman fitnesine şaşırtmasın. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.