GÖNÜL HIRSIZI
GÖNÜL HIRSIZI
Akıl,kalp, empati, ölüm hayat,edebiyat, mavi,siyah, kırmızı giyerken yazarın tılsımlı elbiselerini bu böyle gidecek her halde dedim. Ne bilirdim bir gönül hırsızı olduğunu.
Perde’ ye yaptığı tarifte gibiyim. "Biz hepimiz bu taraftayız arkada ne var" Her kitabı muhteşem bir tiyatro oyununu izlemek için heyecanla oturduğum koltuğun sihrine bürüyor beni. Perde açıldı mı artık sen yoksun o var. Tıpkı asıl yaşamak için ölüm gibi.
Kelimelerden renkler düşüyor diline. Renklere giydirdiği her bir anlam, ipekten yapılmış sırmalı kaftan gibi. Hem narin hem uçucu, hem sağlam hem kalıcı. Hiç şüphesiz göz kamaştırıcı ve gönül alıcı. Renk yelpazemde ana renksin Mavisi tükenen ressam ne etsin" dediği mavi diğer tüm tanımlarını üşütüyor. Soğuk renk besbelli.
"Sen kendin varsan varsın, yoksan var edilmek için başka renklerle buluşmazsın." dedigi mavi, ana renk oluşunu hiç bu kadar keskin tanımlarda görmemiştir.
"Soğukluk var teninde."
"Sükûn sende, keder sende, derinlik kasvet sende eğleşir"
"Ama en çok da mutluluk,umut ve huzur." Ahhh Kırmızı ... O kırmızı dedikçe İçinize düşüyor bir sızı. .Size bırakıyorum bu bahsi dokunmaya korkuyorum zira. Mavinin üşüten kaftanı çıkartılıp ateşe atılıyor kırmızıda. Yanmak kimbilir belki de siyahın kül rengine dönüşmesi değil, mavinin kırmızı da buluşması. Yanmak için önce morarmak belli ki sararıp solmak gerek. Asaletin bütün gizleri açığa çıkaran kefen beyazının aksine tüm gizleri örten siyahta toplanmışlığını hissettiren renkler bahsi tekrar tekrar okunmayı üzerinde tefekkürü mecbur bırakıyor.
Köprü tanımında mesafeleri hem yaklaştırıyor hem uzaklaştırıyor. Okuyucuyu’ iyi ki okumuşum ’dedirtecek satırlarla buluşturuyor.
İnce- eleme (eleştiri) gerektirdiğinin farkındayım. Yazacaksam yetmez kelimelerim bilirim. Kelimelerin sırtına anlamı kalpten yükleyen, onu ağırlıklarından kurtarıp gerçek manaya büründüren üslubu nezih, kalemi sarih bir yazar, Nazan Bekiroğlu.
Sinemadan, kitaplara, edebiyattan romana, şiire, yazana okuyana diyecekleri var. İçten, içli içli konuşmalar. Sonuna doğru neredeyse kitap boyunca dilinden düşüremediği Fuzûlî ye mektubu... Belki o da "Gerçek Sevgili" peşinde idi. Sitemi var ona." Serzenişlerimi ancak acı çekenler anlar sözlerim onlaradır " derken Ayna tutuyor edebiyata sanata. Rus Edebiyatının şah yazarlarının mürekkebi damlıyor satırlara. Kaleme, kağıda, mürekkebe tuttuğu aynasını edebiyat akımlarına çevirdiğinde Sadeliği ve yalınlığı "siyasete bulaşmadan da kalem oynatılabileceğini söyleyen, örnek almak istediği Anton Çehov, realizmini olağanüstü bulduğu Dostoyevski’ nin yaşamı ve felsefesi düşüyor diline. Modernizmde aynanın çatladığını, postmodernde sanatın parçalanıp, bölündüğü, un ufak olduğunu yazıyor. Sorgusuz sualsiz" seni anladım" diyecek birilerini aradığını itiraf ediyor. "Derdim yazarlık,tanınırlık değil, yazmasam ölürüm" diyecek kadar açık yürekli. Ne çok okuyacaklarım var daha dedirtiyor bu kitap.
Ayşe Kulin’ den Platon’ a, Rus Edebiyatının dehalarindan Türk edebiyatının sancılı dönemlerine bir dolu kitap ve yazar tahlilleri, edebî kişilikleri, hayat felsefeleri ile ilgili kısa yazılar.
En sonunda kendine hitaplari var bir öz eleştiri niteliğinde. Çuvaldızı kendine batırmak istese de beceremediği haklı gerekçelerini sunduğu satırlar "eleştiriye tahammülüm yok tabi" bahsinde.
"Benim yazılarımda boyaya batmış rüküş bir kadının sırtına binen ağırlık yok, süs yok, hüner gösterme gayreti yok, kalem kayıyor ben yazıyorum" diyor.
Anladım seni, kalbime değdin. Gözüm kapalı alacağım iki yazardan birisin Nazan Bekiroğlu.
Montaine’ nin "Denemeler" i tadında. Anton Çehov hikayelerinin özendiğini itiraf ettiği uslubundaki derinlikli sadeliğe girmiş bile.
Şair ve şiiri edebiyatın temsilcileri olarak görüyor."şairin şiiri kendini tehlikelere atarken indiği uçurumlardan topladığı tecrübeyle zenginleşir" diyor. "Öyle bir riskli yerde ki şair, orada tohum çatlamasa ölür " cümlesi şairierin sırtlarındaki yükün gönüllü hammalları olarak görüyor. Leyla ile Mecnun" u diline dolamış tüm şairierin Muhibbi’ yi Fuzûlî başta olmak üzere tüm "şairler dilin gelecek nesle aktarıcılarıdır çünkü onlarda dili istediği gibi kullanma selahiyeti vardır" diyerek Edebiyatı bir piramide benzetiyor. Gelecek nesillere sağlam temeller attıran estetik kaygılı romanı piramidin en tepesine , okuyucuyu çok okur, yazarını çok satan yapan kitapları ise piramidin tabanına yerleştiriyor." Piramit ters dönerse toplumu ve edebiyatı yarınlara taşımak şöyle dursun kendisi bile dengede duramaz" diyor.Tum eserlerin estetik ve hakikat kaygısı taşıması gerektiğini savunuyor. Diğerlerini edebiyatın "Üvey Evlatları" olarak nitelendiriyor. Nar Ağacı kitabında atalarının izini sürdüğü, Tiflisten, Batum dan geçen buralara kendi gibi yolu düşen Rus Edebiyatının yazarlarını bir vefa borcu varmış gibi anıyor.
Kendini eleştirenlere verdiği cevaplar ( syf 249)
Deli mi, divane mi, veli mi, virane mi bir yerlere konduramıyor kendini bencileyin.
Sinemayı da dahil etmiş kitabına. Okuyucusuna ’Mutlaka seyretmeliyim’ dedirttigi film tahlilleri " bana tarihi veya
edebî bir şey katmıyorsa, geçmişimle günüme köprü olup, geleceğe ışık olmuyorsa vakit israfından başka bir şey değildir" diyecek kadar duyarlı. ’Yaşam Ağacı’ ve ’Savaş Tanrısı’ filmleri üzerine yazdıkları tahliller muhteşem.
’Ben ne kadarsam o kadarsın’ diyen roman kahramanı ( siz okuyun bulun onu da) kadar cüretkar, "yazmasam ölürüm" diyecek kadar kısacık cümlelere gizliyor kendini. Romanlarındaki şiirsel ahengi eleştirenlerin aksine bu yalın iki kelimesi bile büyülüyor beni. Hiç şüphem yok Nazan Bekiroğlu bir gönül hırsızı.
Yazdıkların kalbime değdi.
Peki. Anladım seni. Ülkü Kara
24 .12.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.