- 663 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
662 – FİRARİ
Onur BİLGE
“Firari,
Aslında sana karşı olan duygularımdan haberdardın. Biliyordun durumumu. Seni gördüğümde kanımın damarlarımdan çekildiğini, kalp atışlarımın hızlandığını, sesimin heyecanla titremesinden anlıyordun. Her ne kadar anlamamış gibi davransan da her şeyin farkındaydın. Bütün bunları gördüğün, bildiğin, zaafımı anladığın için firar ettin.
Önerilerimi dinlemeyebilirdin. Öyle bir tepki vermeyebilirdin. Köprüleri yıkmanın, gemileri yakmanın ne âlemi vardı! Aramızdaki bütün bağların kopmasını istedin. Beni görmek, benimle konuşmak için değil, ilişiğini kesmek için geldin! Beni işlerine karıştıran sendin! Karıştığım için bu şekilde cezalandırmanın başka bir izahı olamaz!
Biliyordum çok yükseklerde olduğunu. Çünkü seni ben sırtlayıp yükseltmiştim. Çok yükseklerdeydin. Çok ötelerde… Uzanıp alamayacağım yerde… Ulaşılamayacak kadar uzağa gittin. Kaçtın!..
Hatırlıyor musun, neler anlatıyordum sana! Anlasan da anlamasan da anlatıyordum. Anlıyordun ya da anlamıyordun, anlamış gibi yapıyordun. Tebessümle dinliyordun. Belki sohbetten değil, ortamdan hoşlanıyordun. Benimle konuşmaktan zevk alıyordun. Çünkü çok sevildiğini biliyordun.
Biliyordum günün birinde yitip gideceğini. Bitip gideceğini biliyor, o menhus günü bekliyordum. Gecikmesi için dualar ediyordum. Sıradan biri değildin. Her şeyden değerliydin, canımdan da öyle… Gidersen biterdim!..
Ben seni bulur bulmaz kaybettim. Bulmamla kaybetmem arasında zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorum! Bir gün gibi…
Beraberliğimiz devam etsin isterdim. Efsaneleşsin yakınlığımız, destanlaşsın bağlılığımız. Çünkü kolay yakalanmıyor mutluluklar... Yeryüzünde herkes mutluluk arar. Her şey mutlu olabilmek içindir. Bütün çalışmalar, çabalar… İman bile mutlu olabilmek içindir! Mutluluğu bulan başka ne arar! Sen o mutluluktan ürktün! Bize mutluluğu çok gördün!
Sevmekten mi yoruldu, yaşlılıktan mı yüreğim, sanki durma noktasına geliyor, sonra tekrar güçleniyor, yeniden daha hızlı atmaya başlıyor. Her nefeste biraz daha tükendiğimi hissediyorum. Tepesi göründü ölüm dağının. Eteği yakındır. Yaşama gücüm ve nedenim kalmadı. Sonu ne olursa olsun, beklentilerin de tadı vardı. Şimdi umut tamamen sıfırlandı.
Gerçi telefonu kapattım ama iki satırlık bir mektupla özür dileyebilir, tekrar görüşmek istediğini bildirebilirdin. Ortak tanıdıklarımız vardı, birinden biriyle bir haber gönderebilirdin. Senden hiç ses seda yok! Demek ki temelli bitmiş dostluğumuz. Bir kalemde silivermişsin beni. Tebrik ederim!
Keşke sen bir adım gelseydin de ben reddetseydim!.. Reddedebilir miydim acaba? Bilmiyorum. Düşünüyorum da… Galiba duruma bağlı olurdu. Önce inanmam lazımdı samimiyetine… Sonra tüm yüreğinle gelişine… O zaman her şeyi unutabilir, kabul ederdim. Hem de seve seve!
Sanma ki osun busun, falan filansın! Sen hayatımdaki en büyük yalansın. Seni gören gözlerimde bir bulanıklık, bir karanlık… Sen ışıl ışılsın, capcanlı, rengârenk, ferli ferli… Bense sararmış, solgun, silik, belli belirsiz… Düşündükçe hiçleniyorum. Hiçlendikçe içleniyorum.
Ne zaman aklıma gelsen, o yağmurlu günde, bir bahar muştusu gibi ılık ılık tesir edişin geliyor aklıma. Kaşlarının, kirpiklerinin, saçlarının kömüründe başladı bu mavi yangın. Gözlerinin türkuazında mavi mavi yandım! Ben o çocuk gözlere ilk bakışta tutuldum. Ne umdum ne buldum!
Taşa kuşa, çiçeğe böceğe sevdalıydın. O zalimin büyüsüne nasıl kapıldın! Benden yana bir kerecik olsun dilediğim gibi bakmadın!
Gölgem uzundu benim, doğuya doğruydu, seninkinin tersine. Sen kuşluk vaktindeydin, bense ikindi… Onun için aralı dursak da yaş farkı itibarıyla, zaman zaman değerler birbirlerine. Sarılırlar bir biçimde. O zaman bir ümit ışığı düşer içime. Perdeye düşen hayaller gibidirler. Ne hayaller düşürürler gözlerime!
Gölgem uzamaya devam edecek benim, seninki aksine kısalmaya… Yakalamaya çalışırken gölgem gölgeni, o usul usul kaçacak, saklanacak ayakların altına. Sonra yön değiştirecek çaresiz. Aynı yönde uzamaya başlayacak benimkiyle ama artık hiç yakalayamayacak gölgem bile gölgeni.
Ölüm, kan oturmuş gözlerimden bakıyor bana aynada. Yalnızlıktan da berbat bir uçuruma doğru gidiyorum. Bulanık düşünceler içinde yuvarlanıyorum. Kâbuslarla uyanıyorum zorla daldığım uykulardan!
İç içe karanlık odalarda kilitli kalmışım. Bir merdiven buluyor, çıkıyorum… Çatıdan bir yol bulacağım, aklım sıra… Merdiven orada bitiyor. Çıkış yok. Dama açılan kapı yok! Geriye de dönemeden sıkışıp kalıyorum dar geçitlerin arasına. Daralarak uyanıyorum! Bu reva mı bana!
Ölü katılığında uyanıyorum. Kanım pıhtılaşmış tüm vücudumda. Bakışlarım bir noktada donmuş. Bütün bedenim buz olmuş! Yarınsızlığın nasıl bir duygu olduğunu anlıyorum. Var oluştan yok oluşu görüyorum. Kahroluyorum!..
“Göründü dünyanın dibi!” diyorum kendi kendime. Zamanı durdurmanın mümkün olmadığını ve çok vaktim kalmadığını düşündüğümde çıldıracak gibi oluyorum!
Bu duygular ve korkular içindeyken senden de vazgeçiyorum, dünyadan da… Günahlarım geliyor aklıma. Sapanla vurduğum kuşlar, kırdığım camlar, dövdüğüm çocuklar geliyor. Uçurtmasını yağmaladığım çocuğun ağlaması geliyor gözümün önüne. O alaşağı ettiğim, bisikletini kaçırdığım çocuğun yerdeki hali, yüzünün ifadesi…
Ne de olsa emeği vardı analığımın bende… Ona isyanlarım geliyor aklıma. Evlendikten sonra da karımın sözüne bakıp, evini satıp, parayı elinden kapıp, onu kiraya çıkarışım… Nesrin’i sevdiğim halde sırf ondan intikam almak amacıyla kardeşini alışım… Nesrin’e yazdığım şiirleri, Nevin’e yazmış gibi yapışım… Saymaya kalksam defterler yetmez!
Allah’a isyanım geliyor aklıma! İşte orada mahvolduğumu duyuyorum! Tövbeye başlıyorum… “Affet Allah’ım! Affet Allah’ım!.. Estağfurullah el Azim! Estağfurullah el Azim!..”
Çok korkuyorum Allah’tan! Hesaptan!.. Bu yüzle o huzura nasıl çıkacağım, bilmiyorum! Sevap olarak ne götüreceğim? Ya günahlarım? Ya günahlarımı nasıl taşıyacağım? Belki herkesin bir danışmanı vardır. Benim danışmanım malum… Ona sordum.
“Kaptan, Allah aşkına bana anlat, nasıl oluyor da benim kalbimde korkuyla sevgi birlikte olabiliyor? Hani bir kalpte bu ikisi bir arada olamazdı? Korkulan sevilemezdi, sevilenden korkulmazdı… İçimde çok büyük bir Allah korkusu oluştu! Önceden zerresi yoktu! Allah sevgisi de yoktu. Çünkü O’nun varlığından bihaberdim. Olmayan nasıl sevilir! Fakat şimdi O’nun sevgisi, bahsi geçtiğinde yaş olarak akıyor gözlerimden ve kolay kolay da dinmiyor. O Kaçak var ya o Kaçak… Onun sevgisi kalbimi acıtıyor, esrar çekmişim gibi hayaller gösteriyor. Hayal hayal, âlem âlem gezdiriyor. Allah sevgisi ise hem çılgınlar gibi sevindiriyor, hem içime bir gariplik hissi getiriyor. Anlatması çok zor!”
“Korkuyla sevgi aynı kalpte olamaz. Bu kural, insanlar arasındaki sevgi için geçerlidir. Biri gelirken diğeri kalkar gider. Bu ikisi sadece Allah aşkında bir arada olabilir. Orada Cemal ille Celal iç içedir. Celal’den Cemal, Cemal’den Celal çıkar.”
“Bana benim anlayacağım gibi anlatsana Mustafa Kaptan! Sen bunlardan bahsederken benim aklıma Cemal Bey’le Celal Usta geliyor.”
“Onlar Allah’ın sıfatlarıdır. Güzel isimlerindendir. Hepimiz O’ndan korkarız. Celalinden Cemaline sığınırız. Kur’an-ı Kerim’de geçen doksan dokuz sıfatı vardır. Bunlara isim de denir. Esma ül Hüsna olarak adlandırılır. Güzel İsimler demektir. Lafz-ı Celal ile yüze tamamlanır. Her kim bunları ezberlerse, mânâlarını idrak etmeye çalışırsa, cennete gider. Böyle bir hadis olduğu rivayet edilir.”
“O zaman kolay! Ben de ezberlerim! Kafam kalındır benim ama çok okurum, nasıl olsa bir an gelir ki ezberlemiş olurum. O zaman benim de korkmama gerek kalmaz. Yaşa Kaptan sen!..”
“Mânâlarını da bileceksin! Öyle papağan gibi ezberlemeyeceksin! O zaman sana tam mânâsıyla fayda sağlamaz!”
“Hepsinin mi? Benim kıt aklımda kalmaz ki onlar! Geçenlerde sen sadece Rahman sıfatını iki saat anlattın! “Aklında ne kaldı?” diye sor bakalım! Hiçbir şey… İnan ki hiçbir şey kalmadı!.. Onları kavramak kolay mı!.. Şimdi yine ümitsizliğe düştüm!”
“Bizim dinimiz, ümitsizlik dini değil! Allah merhametlilerin en merhametlisidir! Affeder! Yeter ki sen nadim ol! Hüsnüniyetle dön O’na! O’na samimiyetle yaklaş! O’na sığın!”
“Sahi mi Kaptan? Günah defterimdekilerin hepsini siler mi?”
“O, yönelişine ve dileyişine bağlı!”
Nelere tamah ettim bu yaşıma kadar! Ne taraflara döndüm yüzümü! Neler diledim! Neler istedim! Hem de nasıl!.. Nelerle vakit geçirmişim! Nasıl da tüketmişim ömrümü, gerekli gereksiz şeylere ulaşabilmek için!
Bir zamanların, mecmualardan fırlamış kadar kadar şık ve güzel Nesrin’i, bir çocuk doğurunca katana gibi oldu! O haliyle görseydim, hiç sever miydim onu! Nevin desen, zaten pısırığın, uyuşuğun biriydi. Hımbılın teki… Karakterine başka sevimsiz sıfatlar da eklendi. Aldı başını, kalktı gitti! Çocuklarımın her biri yeni bir dünya, yeni birer gündü! Armut, ağacından uzağa düşer mi! Onların da bugünden yarın nasıl olacakları görüldü!
Nelerle vakit geçirmişim ben! Şimdi anlıyorum, insanların nankörlüklerini. Şimdi… Arkalarını dönüp giderken geride bıraktıklarını zerre kadar düşünmediklerini… Onlarla ve onlar için öldürdüğüm zaman nedeniyle hayıflanıyorum.
Mümkün olsa da en azından on yıl kadar geriye gidebilsem, her anımı kendim için yaşayabilsem! Bu aklım o zaman başımda olsaydı, bugün bu halde olur muydum ben!..
Ben kaçığın biriyim Firari! İyi ki kaçtın benden! İyi ki benden çıktın da ben kaldım! Şimdi ben, yepyeni bir ben olacağım! Azimle arayacağım, Allah’ı bulacağım!
Allah’ı bulacağım!..
Dedektif”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 622
YORUMLAR
Çıkarken kapıyı çarpmamak lazım. Geri dönebilirsiniz.
Adım adım gelene koşarak varılır.
Aklını kullanmasını bilenler, bilmediği bir şeye ulaşabilir. Düşünen ve aklını kullananlar hidayete ermişlerdir.
Anadolu'da kullanılan kelimeler; "hımbıl=yavaş" harika akıcı bir anlatımdı...
Keşkeler insanların geviş getirme hali diyenler var:))