- 526 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Tahta Çanak ve Sepet Kıssası
Geçen yıllarda izlediğim Eskimoların kültürleriyle ilgili bir belgeselin, unutamadığım hüzünlü bir bölümü vardı. Zor koşullarda yaşam mücadelesi veren kar insanları çok eski yıllarda yaşlılarını evlerinden uzak karlar arasında ölüme terke ettikleri anlatılıyordu belgeselde.
Orta yaşlı bir Eskimo erkeği, siyaha yakın kırış kırış olmuş gri renkli yüzünün derisi ve ağzında dişleri kalmamış yaşlı annesini sırtlayıp evinden uzaklara taşıdı. Annesini karların içine bırakıp yönünü evine çevirdi. Ninenin, yazgısını kabul etmiş çaresizlikle kendisini karlar arasına terk eden oğluna bakışı dayanılmazdı. Rüzgârla beraber tipi başladı. Karlar arasında yaşlı kadının süliyeti yavaş yavaş kayboluyordu…
Eskimolar gibi bazı kültürlerde yaşlılarına iyi davranmadıkları örneklerine rastlanır. Bizim de az da olsa yaşlılarımıza iyi davranılmadığı örneklerimiz var. Oysa kutsal kitabımızda anne-baba yaşlandığı zaman onlara iyi davranmamız gereken ayetler ve peygamberimizin çokça hadisleri var…
Atasözlerimiz ve masal diye niteleyeceğimiz kıssalarımız da var bu alanda maalesef… “Baba oğluna bağ bağışlamış oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş.”, “Et kulum, bu kulum…” Böylesi acı sözlere muhatap olmamak dileğiyle kıssalarımıza bakalım geç kalmadan:
Orta yaşlı anne, baba, yaşlı dede ve çocuktan oluşan bir ailede yaşanan dram yüklüdür birinci kıssamız. Kıssa bu ya! Dede iyice yaşlanmıştır. Hareketlerini kontrol etmekte zorlanmaktadır. Yemek yerken üstü başına döker ağaç kaşığa aldığı çorbayı. Özellikle evin annesi rahatsız olmaktadır kayınpederinin hallerinden. Sürekli sürat asmakta; sıcak yuvada fırtınalar estirmektedir. Baba da babasının hareketlerinden memnun değildir.
Duruma bir çare üretilir. Marangozluk işlerinden de anlayan baba bir tahta çanak çakar apar topar. Dede, çorbasını odanın uzak bir köşesinde içmektedir oğlunun kendisine layık gördüğü çanakta. Çok üzülmektedir dedesinin sefil haline çocuk. Bir gün eline geçirdiği tahta parçalarından bir şeyler yapmaya çabalar. Anne-baba çocuğa ne yapmak istediğini sorar. Çocuk:
Bir tahta çanak yapmak istiyorum. Yaşlandığınız zaman çakacağım bu çanakta yemek vereceğim size der. Masalsı kıssalarımız güzel biter çoğu kez. Anne-baba hatalarını idrak edip gereğini yaparlar. Dededen af dileyip sofralarını birleştirirler.
Aynı konuyu anlatan, sepet masal, kıssasının birkaç versiyonu anlatılır. Bir öğretmen arkadaşımın anlattığı kısa bir versiyonunu anlatacağım. Yine bir çekirdek aile! İyice yaşlanmış pamuk sakallı dede, burnu yukarlarda gelin. Ve pısırık, kişiliksiz baba ve melek yüzlü riyasız, yalansız bir çocuk ailemizi oluşturmaktalar.
Aksakallı dede tıpkı tahta çanakta betimlenen dedenin davranışlarını sergilemektedir. Zamanlı zamansız söze girmesi… Sık sık gittiği tuvalette uzun süre kalması gelinin iyice canı sıkmaktadır. Gelin, günlerce dededen yakınmakta, soruna bir çare bulunmasını istemektedir. Evin eli iş tutan erkeği, soruna bir çare üretir!
Günlerden bir kış günü, dedeyi bir sepete koyduğu gibi karlı dağların yolunu tutar. Dağın doruklarına yakın bir kayanın karlı kaplı cephesine babasını bırakıp yönünü köyüne çevirir. Yaşlı dede son bir gayretle oğluna seslenir:
Oğul, sepeti burada bırakma. Yaşlandığın zaman torunuma lazım olur bu sepet… Neyse bu kıssa da güzel biter. Yaptığından nadim olur oğul. Yaşlı gözlerle babasına döner. Sepeti sırtlanarak köyünün yoluna revan olur…
Büyüklerimiz bizlere vereceği öğütleri masal ve kıssalarla süsleyerek anlatırlardı. Bu kıssaları ben de, 70’e iyice merdiven dayamış bir yurttaş olarak anlatıyorum. Torunlarım var sevimli! Dede diye hitap ederler bana! Telefonla görüşüyoruz ancak. Görüntülü konuşuyoruz. Nasılsınız dede diye soruyorlar?
İyiyim diyorum! Bir haftalık zaman diliminin sadece beş gününde toplam 15 saat sokağa çıkma, parklarda dolaşma hakkımız var. Sizler şanslısınız! Çok yakında okullarınıza uçacaksınız kuşlar gibi. Biz 65’liler okullarına giden çocukları seyredeceğiz balkonlardan gözlerimizdeki yaşlarla…
Sadede gelelim! İnsanlık, yaşlılarına ilgi, itina göstermeyi gerektirir. Bizler, evet bizim kuşak, yoksulluklar içinde gocunmadan, kafa, kol enerjimizi halkımızın mutlu geleceği için sonuna kadar koşulsuz harcamış bir kuşağız. Yolsuz, susuz, ışıksız köylerde doğup büyüdük. Çıra ve isli lamba şişelerinin ışığında ders çalıştık. Toplum çıkarını kişisel çıkarımızın önünde tutmayı yaşamımızın biricik düsturu yaptık.
Yurttaş hak ve görevlerini içselleştirerek yaşadık. Yasalara uyduk. Devlet malını canımız gibi koruma çabası içinde olduk çalışma yaşamımızda… Özellikle birçok siyasi büyüklerimizin, hükümet etme yöntemlerini kınadıkları batı ülkelerinde 65 yaş üstü, yaşlı yurttaşlarına sokağa çıkma kısıtlaması uygulamazken bizimkiler biz 65 üstlülere bu kısıtlamayı niçin reva görüyorlar. Erken terki dünya edemediğimiz için çok mu hatalıyız!!!???
YORUMLAR
Necati hocamın yorumuna bakmadan yazarsam kıymetli olacağını hissettiğim
ve siz sayın yazarın toplumsal hafızasına güvendiğimden elbet;
isli çıraya yaşım yetmese de, isli kandilleri görmüşlüğüm bakidir yurdum Anadolu da.
ebem anlatmışlığım, amcamın erken ölümü, onun saçlarını tararken bile kendine zulmünü ve öyle çok içtenlikten onun çektiklerine ortak olmuşluğumu da, İbrahim diyerek...
değerli yazarım, kötü örnek iyiye ne katar bilmem ama,
ebemli Sivas kışlarını anlatmışlığım, onun yaşlı ve benim çocuk olarak kapıyı açamadığımız,
konu komşunun gelerek kapımızı açtığı da doğrudur yazı ve şiirlerimiz de.
velhasılı demem şu,
ne değerlisiniz ömrüme değer,
ebeme yeniden yaşama şansı
ve ülkeme " kader " bu olamaz deyişli isyanlarınızla...
eyvallah.
İBRAHİM YILMAZ
var olunuz,
fazla beceremesem de
yaşanmışlıkların tortusunu anlatma çabasındayım tarihimiz, kültürümüz ve de sınıf bilincimiz körelmesin diye
bu bağlamda sizlere yoldaş olmanın sevinci sarıyor memleket hallerinin gamlandırdığı gönlümü...
Emeğe ve sanata saygımla iyi yıllar dost.
himmet aygüt
çok yaşayın değerli öğretmenim,
ülkenin hala en çok sizin aydınlığınıza ihtiyacı var diye düşünüyorken ben gibileri.
nice güzel ve aydınlık yıllara elbet, sağ olun.
Yılmaz Hocam İyi Geceler!
Yine belgeselden yola çıkarak, kıssadan hisse alınacak, ders niteliğinde, bir yazı kaleme almış, gençlerimize kıssadan hisse almalarını öğütlemişsiniz.
Zannedersem 10 yıl kadar oldu. Ben eski evimi sattım, yeni bir aldım. Evimi sattığım hemşerimdi.
O zaman yanılmıyorsam 67 yaşındaydı. Beni evi alırken bir kısım birikmişini verdi, eksiğini banka kredisiyle tamamladı.
Evlendiği kadın kendinden 10 yaş kadar küçüktü. Memlekette oğlu ve torunları vardı. Adam evleniyor diye kızmışlar. Hiç destek olmadılar. Evlendiği kadının eşinden ayrılmış bir kızı iki torunu vardı.
Belli ki evlilik gönül işi değil, ticari bir evlilikti. Hemşerim evlenirken nikah şahidi ben oldum.
Sonra, oturdum, babalarına sahip çıkmayan evlatlara,"Baba Sen Yaşlandığında,Ben de Seni Buraya mı Getireceğim" başlığıyla yayınlanan, aşağıdaki hikayeyi, daktilo ettim, basıyla gönderdim.
Benim mektup etkili olmuş. Çocuklar gelib babalarıyla yakından ilgilendiler. Bağa oğul barıştı buzlar eridi.
Sizin bu yazıya da iyi yorum olur diye düşündüm ve hikayenin tamamını kopyalayıp yapıştırayım dedim.
Gözden kaçıranlar okursa diye değerlendirdim. Sizi yürekten Kutlarım Hocam.
Baba Sen Yaşlandığında, Ben de Seni Buraya mı Getireceğim
İbretlik bir hikaye….Kimse ne oldum dememeli..Çünki ne olacağımızı Allahtan başka bilen bir kuvvet daha yok….Ebeveynlerimize karşı yükümlülüklerimiz ve görevlerimiz var….ve bunlar yüklenilemeyecek boyutta değil….Aşağıdaki kıssayı okuyup kendimize de pay çıkarmalıyız sanırım…
Evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.
Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve
“Ya ben giderim, yada baban bu evde kalmayacak” diyerek rest çekti.
Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve birde çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can
“Baba bende seninle gelmek istiyorum” diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.
Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik can sürekli babasına
“Baba nereye gidiyoruz ?” diye soruyor ama cevap alamıyordu.
Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.
Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı en sonda babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.
Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü.
Öyle üzgündü ki, dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu.
Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can’ın elini tutup hızla barakayı terketti. Arabaya bindiler.
Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu.
Can “Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim” diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı.
Barakaya ulaştığında “Beni affet baba” diyerek babasının boynuna sarıldı.
Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu “Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet” diye hatasını belli ediyordu..
Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu…
“Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum…”
bazı davranışlar aile içinde öğrenilen davranışlardır..hüsniniyet,iyihuyluluk da esasında ailedeki genel yapıdan gelir…ebeveynlerin kendi büyüklerine karşı takındıkları tavır,gelecekte çocuklarına da olumlu ya da olumsuz bir tutum olarak mutlaka yansıyacaktır….
İBRAHİM YILMAZ
Ulusları yaşatan tarih bilgisi ve kültürüne sahip çıkmaktır. Bu bağlamda sizleri takip etme uğraşı içindeyim.
farkında olmadan farklı zaman diliminde aynı konuyu işlemişiz. yazıyı yazmakta birinci amacım "Devlet Ama" mızın bizlere günde üç saat özgürlük tanıması ve sizin de bir haksızlığı gideren öykünüzde ki, amacı gütmekti.
Emeğe ve sanata saygımla iyi yıllar dileklerimle selamlarımı sunuyorum soylu gönlünüze.
Zor zamanlardan geçiyoruz: genci yaşlısı.
Nerede ise her şey ama her şey dünde kaldı.
Alınan önlemler elbet koruyucu anlamda uygulanan ve ne kadar devam edecek kim bilir?
Yaşlılarımız başımızın tacı üstelik hakları asla ödenmez.
Zor hocam çok zor çaresiz kalmak.
Allah sonumuzu hayır etsin
Selam ve saygılarımla
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve saanata saygımla dostlukla kalın.
hayat döne döne gencede yaşlılık getirir elbette. bundan kaçış da yok. Eskiden iç içe yaşardık ebe dede yalnız kalmazdı. Çoğuda Alzahemir olmazdı. Refah arttıkça bencil nesil arttı. Kalabalıklar içinde yalnız yaşayan insan oğlu pandemi ile dahada yalnızlığa itildi ne yazık ki. Sokağa çıkma yasağı 65 yaş için tuz biber oldu. Anlamlı güzel bir yazı olmuş.kaleme sağlık
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla dostlukla kaln.
İhtiyarlık yaşayan herkesin başına gelecek illaki... Saygı duymamız lazım her zaman için ki bu konu da Kur'an da uyarılarda vardır insana ''Öf bile demeyiniz anne ve ya babanızdan birisi ya da her ikisi sizin yanınızda yaşlanırlarsa.'' diye, zamanında anne ve babasına saygı gösteren saygı görecektir yaşlanınca... Kıssalar da gayet güzel ve yerinde kutlarım yürekten Hocam...
İBRAHİM YILMAZ
Emeğe ve sanata saygımla sağlık ve dostluk kalın.
İBRAHİM YILMAZ
Emete ve sanata saygıyla...