- 460 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ebubekir Sofuoğlu'nu anlamak çok mu zor?
Ebubekir Sofuoğlu Hoca’nın uğradığı iftiradan sonra da gördük: Bu milletin göğsü şeriat-ı İslamiye ile bağlıdır. Başka türlü hiyerarşiler üzerinden doğru-yanlış dayatmasına gelemez. Erdoğan ki, belki ’Cumhuriyet tarihinin dindar seçmen tarafından en çok sevilen lideri’dir, şeriat-ı ilahiyeyi karşısına alsa, o da bu halktan onay alamaz. Nitekim ’dinin güncellenmesi’ tartışmalarında bunu da yaşadık. Neyse ki orada yanlıştan çabuk dönüldü. Elhamdülillah. Fakat Sofuoğlu Hoca vakasında nedense aynı basiret gösterilemiyor. Evet. Neden? Gerçi bu defa mevzuun Erdoğan’a çıkan bir tarafı yok. Ancak nefsinin avukatlığını terketmeyenler onu da bu işin içine sokmaya çalışıyorlar.
Hani Sofuoğlu Hoca’ya diyorlar ya: "Kendi sözünü Erdoğan’ın diline koymaya çalışıyor!" diye. (Halbuki haksızlar. Çünkü Erdoğan’ın Sofuoğlu’nu doğrular konuşmaları internette dolaşıyor.) Aynen bunun gibi: Bu defa da duydukları çıtırtıdan ince dala bastıklarını anlayan bazı zümreler, attıkları twitleri, döktükleri beyanları, gösterdikleri tepkileri Erdoğan’ın ağzına koymaya çalışıyorlar. Bununla da bir kalkan elde etmeye çabalıyorlar. Bugün birçoğuna rastladım. Ceminin özeti şöyledir: İbrahim Kalın, Fahrettin Altun veya ilgili başka bir isim olsun, bunlar Erdoğan’dan habersiz Sofuoğlu’na suçlama yapmış olamazlar. Zira bu kişiler Erdoğan’ın öz-bir dilleridir. Dilegetirdikleri hep onun sözleridir. Böyle yazmışlarsa kesinlikle bir bildikleri vardır ve o bildiklerinin de işaretini kesinlikle reisten almışlardır.
Bediüzzaman’ın "kavgada başına Kur’an’ı siper eden çocuk" misali vardır. Okuyanlar anımsayacaklar. İşte bunların hali de biraz buna benziyor. Korumaları gereken şeyi kalkan istimal ederek kendilerini ’asıl korunması gereken şey’ makamına çıkarmış oluyorlar. Halbuki feraset sahibi en azından şunun farkında olmalıdır: Bu mevzuda işi Erdoğan’a kadar çıkarmak ancak yanlışı büyütür. Erdem sahibi sorumluluğu üstüne alıp başkasına sıçramasını engeller. Yanlışını bariyerler. Ancak elbette bu tutum da bir parça fedakârlık gerektirir. Kur’an’a gelecek darbeye kafasını uzatmak can acısını göze almak demektir. Canını Kur’an’dan tatlı görense Kur’an’ı kafasına kaldırır. Zararı da Mushaf’a aldırır. Allah korusun.
Kaldı ki: Erdoğan, bin maşaallah ona, böyle alıştırmadı bizi. Yani biz onun sesini duymak için ne İbrahim Kalın’ın ne de Fahrettin Altun’un sosyalmedya hesaplarına kulak vermek zorunda değiliz. Erdoğan, Sultan Abdülhamid Han merhumdan aşkın olarak, ülkeyi halkıyla içiçe yönetiyor. Çok yerde bizzat kendisi konuşuyor. Söyleyeceğini de kendisi söylüyor. Bugün, değil sadece bana, sokaktaki herhangi bir insana İbrahim Kalın ile Fahrettin Altun Beylerin seslerini dinletseniz kim olduklarını çıkaramaz. Hatta belki fotoğraflarından da çıkarabilenlerin sayısı az olur. Ama Erdoğan’ın sesini Çin’de dinletseniz tanıyacakları bulursunuz. Bu hususta Erdoğan’ın dış sesle konuşmaya ihtiyacı mı var?
Belki önemli bir mevzu da değil lakin canımız sıkılıyor işte arkadaşlar. FETÖ’yü takip edenler bilirler. Onlarda, Gülen’in uzletinden(!) dolayı, böyle söylemler çokça dolaşırdı. Bir derlerdi ki: Gülen’in ne düşündüğünü anlamak isteyen Ekrem Dumanlı’nın köşeyazılarına bakmalı. Bir derlerdi ki: Kerim Balcı’nın ağzından çıkan Gülen’in ağzından çıkmış gibidir. Yok Abdullah Aymaz’dır. Yok ötekisi. Yok berikisi. Böyle rivayetler menzillerinde dolaşır dururdu. Şükürler olsun ki Erdoğan bizi perde arkası bir yönetime alıştırmadı. Hani, Tom Cruise’un Son Samuray filminde denildiği gibi, "Japon imparatorunun sesi kutsaldır. Herkesin duymasına izin verilmez..." deyu gizemler içinde boğulmadı. İçimizde oldu. ’İçimizden birisi’ oldu. Sünnete ittiba etti. Bu nedenle de halkının gözünde itibar kazandı. Şimdi, şunca yıldan sonra düşüncelerini başkalarının dudaklarından mı okumaya başlayacağız, daha neler!
Yani bu bataklıktan neden çıkılamıyor anlayamıyorum. Bakınız, Cübbeli Ahmed Hoca selefî dernekler hakkında önemli bir açıklama yaptı, ta Süleyman Soylu Bey’den hakkaniyetli bir ses aldı. Çağırdılar. Dinlediler. Endişelerini öğrendiler. Şu neden Sofuoğlu Hoca’ya da yapılmıyor? Yapılamadı? Halbuki, değil üniversite profesörüne, sokaktaki insana sorsanız size konuyla ilgili malumatlarını aktarırlar. Ben bile aktarırım. Üniversite Mahallesinde oturuyorum. Birçok öğrenci yurdunun olduğu bir bölgede yaşıyorum. Üstgeçitte yürürken adım başı ’günlük kiralık daire’ ilanına rastlıyorum. Yerlere bile yapıştırmışlar. İş bu denli sokağa düşmüşken Sofuoğlu Hoca neden tukaka ediliyor ki? Sofuoğlu’nun dikkat çektiği ’bu işin bir organizasyon eseri olabileceği’ ihtimali değil mi? Bunun da en az Cübbeli Ahmed Hoca’nın uyarısı kadar kale alınması gereken bir tarafı yok mu? Üzülmemek elde değil.
Rahmetli Timurtaş Hoca geliyor aklıma. Vaaz kasetleri gizli gizli çoğaltılıp elden ele gezdirilirdi. Birkaçı çocukluğumda bizim eve kadar ulaşmıştı. Şöyle bir kafamdan geçiriyorum anlattıklarını. Belki aşıracaksınız: "Merhum iyi ki bugünleri görmemiş!" diye dua ediyorum. Neden? Çünkü o vaazlarda söylediği hakikatlerin herbiri için ayrı ayrı linçlere maruz kalıp mahkeme mahkeme süründürülebilirdi. Evet. Zaten ’eski’ ile ’zamane’ arasındaki bir farkı da burasından yakalıyorum: Eskiden dindarlar kendi dertleri hakkında daha çok ortak sancılara sahipti. Şimdi yepyeni İslamî(!) gruplarımız var. Adları İslamî ama, kimisi feminizm için, kimisi eşcinseller için, kimisi de bilmem hangi ideoloji için duyar kasıyorlar. Geriye hakikaten İslam için dertlenen bir avuç ’gelenekçi’ adam kalıyor. Kıyametin kopmaması da hürmetlerinedir bence. Cenab-ı Hak ayaklarımızı istikametten ayırmasın. Âmin. Âmin. Âmin.