- 742 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
BİR MEZARDA İKİ KİŞİ!..
Tek mezar iki can; iki kişinin yasını tutmak da varmış kaderde!..
İnsan bir kişiyi iki kişilik severse iki kişilik yanar onu kaybettiğinde...
Yıllar öncesine gittiğinde anlamıştı, neden canının bu kadar yandığını:
Herkes uyurken uyanmıştı yine. Yatağın içinde bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duruyordu. Belli ki ağlıyordu. İçini çekiyor minik sarsıntılarla omuzları titriyordu. Her sabah aynı işkence...
-Hadi kalk ben toplarım yatağını. Banyoya bıraktım giysilerini. Sobanın arkasına poşet bıraktım. Kirlileri de onun içine koy. Ben kimseye göstermeden yıkarım.
O zamanlar; dar ve uzun silindir şeklinde tenekeden odun sobaları olurdu. Kış aylarında sıcacık hamam gibi ısıtılırdı banyolar...
Küçük bir serçe gibi ürkekti küçük kız. Çiçekli ıslak pijamalarının içinde tir tir titriyordu. Ama soğuktan değildi. Utanç ve korku karışımı bir üşümeydi bu üşüme...
İnsanın soğuktan bedeni üşürdü ve ısınınca geçerdi üşümesi. Ruhu ve yüreği üşüyeni ise ne güneş ne de ateş ısıtırdı.
Belki bir ömür üşüyecekti küçük kardeşi. On üç yaşına girmişti ama bir türlü kurtulamamıştı şu alta kaçırma huyundan. Her gece yatmadan önce başlardı kabusu. Herkes kanepelerde yatarken, onun yere serilen yatağı vardı.
Muşambası içinde dürülü yer yatağı ve yıkanmaktan yıpranmış mevresimiyle, diğer kardeşlerin yeni ve güzel yorganlarından farklı yorganı; herkes yattıktan sonra ablası tarafından hazırlanırdı.
Huzursuz bir gecenin sabahında ise ıslak çamaşırlarla uyanırdı zavallı kardeşi. Ne çok acırdı kardeşine. Küçük bir anne gibi korur gözetirdi onu...
Hemen fırladı kalktı yataktan. Yorganını ıslak çarşafının üzerine kapattı bir çırpıda. Ekşi ekşi idrar kokusu yine de havaya karıştı.
Genzini yakmadı ama. Çünkü hem alışmıştı hem de sanırım gülün dikenini sevmek gibiydi; kardeşine olan düşkünlüğü ve merhameti...
O kadar çok seviyor ve o kadar kıyamıyordu ki kardeşine midesi bulansa da hiç belli etmiyordu.
Yıkarken az da olsa rahatsız oluyordu elbette. Ve buz gibi havada bahçede yıkarken elleri çok üşüyordu. Ama sevmek böyle bir şey olsa gerekti, hiç de zoruna gitmiyordu; ne o nahoş koku ne de soğukta üşüyen ellerinin sızlaması...
Anneleri de vardı başlarında. Ama abla kardeş dayanışması haline gelen rutin bir duruma dönüşmüştü bu her sabah her sabah alt ıslatma ve gizli gizli çarşaf yıkama işi.
Kardeşi nedense annesinden daha çok çekiniyordu. Bundan iki sene kadar önce, yine yatağını ıslatan kardeşini annesi biraz yüksek bir sesle azarlamıştı.
-Bebek gibi hâla altına yapıyorsun. Kocaman kız oldun!..Kaç kere söyledim akşamları su içme diye!
Bir hafta boyunca durup durup ağlamıştı. Zaten o günden sonra başlamıştı abla kardeş dayanışması da...
O gün yine güya gizli gizli çamaşırlar yıkandı. İplere serilip kurutuldu. Fedakar abla evlenmeden önce bu soruna bir çözüm bulmak için ne zamandır kafa patlatıyor, ama bir türlü o aradığı çözüme ulaşamıyordu.
Ertesi günün sabahı yine kardeşinin sesiyle uyandı. İki gözü iki çeşme ağlayan kardeşine üzülerek baktı. Hemen yerinden doğrulup yatağının içinde oturdu.
-Ne oldu kuzum?
-Abla sen niye evleniyorsun? Sen gidince ben çok ağlarım. Evlenmesen olmaz mı? Genç kız iki ay önce nişanlanmıştı.
Ağlayarak gelip ablasına sarıldı. Sarılıp birlikte ağladılar. Ablası kardeşinin anlayacağı bir dille anlattı. Sık sık ziyarete geleceğini de ekledi.
-Abla bu gece altıma kaçırmadım bak! Dedi sessizce utanarak.
Yorganı kaldırıp temiz çarşafını gösterdi ablasına. Ağlamıyordu artık. Sevinç içinde gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
O gün bir başlangıçtı. Ertesi gün ve diğer günlerde de devam etti abla kardeşin mutluluğu...
Aralarında beş yaş olmasına rağmen, kendisine abla gibi değil de anne gibi kucak açan ablası sayesinde, daha az yara alan küçük kız büyüdüğünde; ablasının değerini daha iyi anlamıştı.
Elinde değildi. Ablasını her zaman annesinden daha çok sevmişti. Bu sevgiyi fazlasıyla hak eden ablasına ömür boyu minnettar kalacaktı...
...
YORUMLAR
Sevgi; ne kadar büyük bir anlam, oysa topu topu beş harf... başka yok, eğri yaz ya da dik yaz ne fark eder, küçük bir sözcük.
Küçük olmasına küçük, ama dünyadan büyük dünyaları içine barındıran geniş bir alan, iyiliği hem de kötülüğü her şeyi içine barındırmasını bilen kocaman yüreklerin anahtarı, sevgi.
Ve oluşturulacak Sevgi Pınarları; içinde ne kin, ne nefret olmayan, imrenilir bir maneviyat ile ahlaki değerlere verilen önemdir karşılığı sevginin.
Herkes, herkesin yerine sevsin isterim. Ben ikimizin yerine de severim, abla ve küçük kızın sevmesi gibi. Küçük kıza öz güveni kazandıran ablanın sevgi reçetesi, onu içinde bulunduğu durumdan kurtarmıştır. Sevgi deyip geçmemek gerekir.
Ahlaki değerlerin usta kalemi, sizi saygıyla selamlıyorum.