- 472 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Biberiye Hanım
Teni tenime haram olan kadınların râyihası, içten pazarlıklı olan içimdeki İblis’e; nefsimi galabe çalması için şevk veriyor. Nefsim dünden razı da, vicdanım rıza göstermiyor.
Mutfak kokusu içinde kalan karım, zencefil ve biberiye kokuyor. Bazen Biberiye Hanım diye takılırım da, gözlerini oyarım hâlet-i ruhiyesine giriyor, o hâlden hasedin nirvanasına ulaşıp, mutfak masası çatallı seslerin kavgasına ev sahipliği yapıyor.
Harfler büyüyor karımın ağzında, evvel zamanda yazılmış bir şiirin kahverengi gözlerine sataşıp, bir başka yazının sarı saçlarını yolmaya çalışıyor. Sataşması da yolması da hayali bir kumpanya mimikleri bağışlar kendisine. Karım sesini kısar birazcık, harfleri cüce olur karımın. Politikacılar gibi düşünmeye, kolluk kuvvetlerinin ifâde alması gibi sorular sormaya başlar.
Her sorusuna keskin bir cevap vermek yerine, lafazan bir laf kalabalığını tercih ediyorum ekseriyetle. Sonra itiraf etmemi istiyor benden: Hangisini, hangi sevgilimi anlatayım diyorum. Haliyle başından dumanlar yükseliyor, gözleri kızıla çalıyor, ben kırmızı karım ise boğa oluyor! Nefesini çekiyor, içsel nefeslerine tutunuyor ve pekii, herhangi birisini, yok yok en güzelini anlat diyor...
Gözleri masmavi diyorum, sanki bir gözünde denizler, öbüründe gökler dolmuş, gözleri âşık olmak için çok ideal diyorum. Sonra diyor karım, sonrasında bir boynu var ki diyorum, sen de ipek yolu gibi bereketli mi bereketli, uzun mu uzun ve öpülmek için şah damarı azgın bir atardamar! Ben diyeyim; çok güzel!
Karım olağan bir öykünün içinden kendini soyutlayıp yan bir karakter gibi hissediyor, ben Don Juan bir ahenkle anlatmaya devam ediyorum. Saçlarında güneş içmiş bir kestane kahvesi var, kokladığım zaman misk-i âmber kokan ve sarhoş eden... Karımın bu sefer yüzünde düşünce gölü oluşuyor ve her soru, sorulmamış her soru o göle çakıl taşı gibi düşüyor. Her gölün çakıl taşı ile irkildiği gibi, karımın yüz astarı da irkilerek dalgalanıyor. Sesinde bir serçe ilâhisi var diyorum, bir şehvet, tensel bir açlık ve zaptedilmemiş bir arzu yatıyor. Gözleri büyüyor karımın, bal renkli gözlerinden nemli sisler peydâ oluyor. Serçe parmağının tırnağını eziyor dişleri, öbür eliyle masaya dayanmış sıçramayı bekleyen bir Leopar gibi bekliyor. Fularındaki leopar desenleri ile uyumlu ve desenler ben konuştukça topuklarına kadar inmeye devam ediyor...
Ağlıyor... Yaşlarının içinde anne olamamanın ağırlığı, birkaç damla benim umarsızlığım, birkaç habbe de sataştığı şiirlerim, hayalden sevgililerim, et ve kemikten, kandan ve irinden müteşekkil olmayan hayali sevgililerim.
Yatak odasına geçiyoruz. Sahneden kulise geçmişiz gibi. Soyunuyoruz. Maskemi çıkarıyorum. Bacaklarım sarmaşık gibi karıma sarılma telaşı veriyor bana. Sarılıyorum. Aynalardan sekiyor loş ışıklar içinden kırmızılığı, az öncenin tersine, bu sefer karım kırmızı ben boğa oluyorum!
Tenlerimiz sükunete erince: karım uyudu, ben uyumaya çalıştım. Nedendir bilmiyorum, eski karım geldi aklıma. Geldiği gibi de gitti fazla durmadı, gitmesi de iyi oldu bir bakıma. Neme lazım şimdi geçmişle hesap kitap yapmaya. Eskiyi ve eskileri komodinin üzerine bırakıp, yarına sarıldım. Yarınlar karımın sırtındaki inci inci dizili gerdanlıktı.
Gecenin bir bölümünde neşter vurdum uykuya. yataktan kalktım, gölgemi salona taşıdım. Bir şiir yazdım ve bir dizesinde karımı aldattım!
Sabah hiçbir şey olmamış gibisine, komodinin üstündeki maskemi takarak, afiyet üzere kahvaltı masasına oturdum. Karımın yanakları gül reçeli gibi pembemsiydi. Zeytin taneleri ile de hârp etmedi.
Sonrasında verdiği nimetler için Rabbe ve elçisi olan İsa ve kutsal bakire Meryem için avuç içleri birbirine dokundu. Birkaç bâb fısıldadı ve âmen dedi. Bu her yemek öncesi ve sonrası bir ritüel idi. Verilmiş nimetler için hamd etmek gerekti. Karım inancını çocukluğundan miras edinmişti. Ben ise onun aksine çocukluğumda inancımı yitirmiş ve masum bir çocukluktan mirasyedi biri olarak çıkmıştım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.