- 1024 Okunma
- 12 Yorum
- 8 Beğeni
KIZIN ADI GÜLİSTAN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kızın adı;
GÜLİSTAN.
Güzelliği dillere destan.
“Giyinir gezer fistan.”
.................................
Köyün yaşlı yengesi Gülperi Yenge, Gülistan için bir güzelleme dizer tandır başında toplanan kadınlara.
Gülistan nazlıdır, bahara benzer huyu
İncedir reyhan dalı gibi fidandır boyu.
Kumral saçı, karakaşlı, ela gözlü
Hoş sohbetli, doğru sözlü.
Keklik sekişli,
Ceylan bakışlı.
Kilim dokur, oya işler
Duyan pişman, gören aklın şaşar,
Sabreden karlı dağlar aşar.
……………………..
Gülistan, yaşlı gözlerle değirmen yamacının dik kayalıklarına bakarken, Handris’in bin yıllık törelerine lanet okudu.
Kuzucu Cemal duygusallığı bıraktı, ciddileşti.
“Ne oldu Gülistan? Benim bilmediğim bir şey mi oldu? Anlat hele.”
Gülistan’ın ağlaması yerini aralıklı hıçkırıklara bıraktıysa da gözyaşları dinmedi. Hüzünlü yüzüne şimdiye kadar Cemal’in görmediği bir güzellik çökmüştü. Masum bakan gözleri çok şeyler anlatıyordu.
“Sana olup bitenlerden şimdiye kadar hiç söz etmedim, korkuyorum Cemal, kötü şeyler olacak diye çok korkuyorum.”
Bütün olup bitenleri anlatmak niyetindeydi, ama sicim gibi akan gözyaşları sağanağı yeniden başlamıştı. Cemal bir tuhaf oldu, yüreğine bilmediği bir korku gelip oturdu.
Kuzu sürüsü dere yatağını geçip karşı bayıra varmıştı. Cemal olan bitenlerin farkında değildi. Aslında gerçek hayatta yaşadığı sorunların da farkında olmadığı belliydi. Sorunların üstesinden gelemeyeceği bir hayal dünyasına girmiş, Gülistan’dan başka hiçbir şey düşünemez olmuştu. Çevresinde olup bitenlerin farkına varamıyordu.
“Kız Gülistan bu korkunun, ağlamanın sebebi nedir, anlamıyorum, şunu baştan anlat!”
“İçimde bir korku var, Cemal.”
“Korkun, kuşkun nedendir, Allah aşkına?”
“Anamın uzaktan akrabaları var, Murat’ın öte yandaki köylerinde.”
“Hangi köy, köyün adı yok mu?”
“Adı batsın belki, ne bileyim adını.”
“Eee… ne olmuş yani o köyde ananın akrabaları varsa? Herkesin de akrabaları vardır.”
“Ama bu başka!..”
“Ne yani, başkaysa?”
“Cemal, neden anlamıyorsun? “ Gülistan üst üste içini çekerken, yaşmağının kenarıyla nemlenen gözlerini sildi.
“Anlatmıyorsun ki, anlayayım.”
“Geçenlerde bize gelmişlerdi, anamın dayısı karısıyla beraber.”
Cemal’in beynine ansızın bir şimşek çaktı ve söndü, beti benzi kesildi, ağzı kurudu, dilini ağzında yavaşça yuvarladı, yutkundu. Gülistan’ın ne anlatmak istediği anlamaya çalıştı, yine de sordu.
“İyi de, insanın evine misafir gelmez mi, Gülistan?”
“Ama kadın benimle ilgilenip durmuştu. Nereden bilecektim, geçen gün annem babamla konuşurken sesleri avluya kadar geldi, orada olduğumu bilmiyorlardı. Adamın hali vakti yerindeymiş, kendi köyünün zengini sayılırmış. Koyunları, tarlaları çokmuş. İyi de bana ne malından sanki.” Gülistan’ın boğazı doldu gerisini anlatamadı.
“Sonra, başka ne duydun?” Cemal ümitsizce sordu.
“Sonrası yok bu işin Cemal, anlamıyor musun?” Birkaç güne geleceklermiş… Daha kötüsü…” Gülistan kendini tutamadı, yüksek sesle hıçkırmaya başladı.
“Nedir, daha kötüsü?
“Daha kötüsü, adam kaç yaşındadır bilmiyorum. Geçen yıl karısı dördüncü çocuğunu doğururken kurtulamamış. Anlayacağın dört çocuklu bir adama verecek annem olacak kadın, beni.”
Cemal günlerdir işkillenmişti, ama böyle olacağını tahmin bile edememişti. Bir Gülistan’a baktı, döndü yamaçta yayılan kuzulara baktı, içinden “Kuzuların canı cehenneme” dedi. Dünyası yıkılmıştı.
“Varacak mısın?” Ümitsizce sordu.
“Ölürüm de yine varmam. Kendimi Murat’ın bulanık sularına atmazsam, ben de Gülistan değilim.”
Cemal oturduğu kayanın üzerinde buz kesildi, Gülistan elden gidiyor muydu? Anlamsızca sordu.
“Ya, razı ederlerse, gider misin?”
“Hayır, Murat’a atarım kendimi diyorum, neden anlamıyorsun, Cemal?” Cemale bakmadan;
“Dahası var, senin bilmediğin.”
“Nedir, kurban olduğum, yüreğimi yakacak ne kaldı?”
“ Adam iç cebinden koca bir deste çıkarıp anama vermiş, çok para dedi babama. Para anamın basiretini bağlamış, kendi öz kızını parayla sattı, Cemal!.. Sonra eklemiş boynu devrilesi; “Başlık parası yönünden endişeniz olmasın.” Demiş, anama. “
“Ya, baban… baban karşı çıkmamış mı onca şeye?
“Çıkmaz olur mu, anama söz geçiremiyor ki… Anamı bilirsin. Ona maval okuyunca; anam yalandan başına bir çatkı dolamış. “Bana maval okumayı bırakın, aptal yerine de koymayın.” Demekle yetinmiş, ancak.”
Cemal’in aklı başına yeni gelmişti. Sahi ya! Nesi vardı ki? Malı mülkü, tarlası tapanı, koyunları var mıydı? Sadece kendini bildi bileli köyün kuzu çobanıydı. O şimdiye kadar sadece Gülistan’a olan sevdasını düşünmüştü. Hayal aleminden yeni uyanmış gibiydi. Başlık parası gerekirdi, şimdiye kadar ne başlık parasını düşünmüş, ne de geçim derdini. Gençlik sevdası başına vurmuş, güneşlerde kavrulmuştu.
“Gözü kör olsun şu fakirliğin.” Dedi tiksintiyle.
Gülistan, Cemal’e döndü, ümitsiz bakışlar birleşti. Cemal’in kalbi sıkışmış atmıyordu, zorlukla yutkundu. Gözlerini doğrudan Gülistan’ın nemli ela gözlerine dikti.
“Seni kimseye yar etmem, Gülistan. Sonu ne olursa olsun. Gerekirse seni kaçıracağım.” Derken dilinden döküleni kalbine sordu, yüzü sarardı.
“Beni anlıyor musun, Gülistan?”
“Eğer doğru anlayabildiysem…” dedi yumuşak bir sesle Gülistan.
Söylediklerinin farkında değildi sanki yüzü sarardı, bedeni taş kesildi yeniden, biraz önce söylediklerine kendisi de inanmamıştı. Meşe koruluklarının üzerinde gezinen sis bulutuna baktı. Karşı yamaçta hafif bir ışıltı kuzuların sırtına vurmuştu. O esnada aklına onlarca soru takıldı.
“Gerçekten kaçırabilir miydi Gülistan’ı?”
Gülistan;
“Sanırım sen hem çok korkuyorsun, hem de ne yapacağını bilmiyorsun.”
Oturdukları kayadan ses çıktı, ama Cemal’den ses çıkmadı. Gülistan sessizce arkasını döndü, Cemal’in yüzüne sert ve aynı zamanda alaylı bir tavırla baktı. Gülistan bunu beklemiyordu, aniden irkildi, önce titrer gibi oldu, ardından çenesi kilitlendi, ela gözleri irileşti. Cemal’e bakan yüzünü yere indirdi, başını başka yana çevirdi.
“Senin beni kaçıracağın yok. Ben artık gideyim, anam arar şimdi.” Arkasına bakmadan yokuşa doğru yürüdü.
Mavi kanatlı iki kelebek bir çiçeğin yaprağına konmuşlardı. Mavi kanatları her saniyede yelpaze gibi açılıp kapanıyordu. Bir arı kuşu onlara doğru süzüldü, kelebekler kondukları yapraktan uzaklaştılar. Murat nehri bir garip aktı, güneş bir bulut kümesinin ardına saklandı, kuzular yayıldıkları bayırdan başlarını kaldırıp melediler. Meşe dalına konmuş kumrular anısızın çığlık attılar. İki turna dere yatağından havalanarak hazin türküleriyle Cemal’in üzerinden geçtiler. Adalar düzlüğündeki kanadı kırık turna, uzaktan uçan turnalara bakarak feryat etti. Gülistan ayrıldıktan sonra Cemal’in dünyası yıkılmıştı. Sadece yıkılan dünyası değil, beyninden vurulmuşa döndü. Gökyüzündeki bulutlar, değirmen yamacındaki kavaklar, çevrede görünen her şey Cemal’in etrafında döndü. Her şeye boş gözlerle bakıyor, dili dönmez, sesi çıkmaz olmuştu. Beyninde bir uğultu, ne değirmenin gürültüsünü, ne de derenin çağıltısını duymadı. Kayalıklarda oynaşan oğlaklardan biri aşağıya yuvarlandı, Cemal hiçbirini görmedi. Değirmenin gürültüsü kuzuların sesine karıştı, Cemal yine duymadı. Değirmenin damında oturan değirmenciyi ne gördü, ne de söylediklerini duydu.
Gülistan yürümüyordu, ayakları sürükleniyordu. Hıçkırarak giderken omuzları inip kalkıyordu. Ağır adımlarla köyün yolunu tutmuştu, Cemal boynu bükük, ümitsizce ardından bakarken;
“Seni kimseye yar etmeyeceğim, Gülistan, yemin olsun!” dedi. Cemal yeminini tutabilecek güçte miydi, bilinmedi.
Dünyada kim varsa, Handris’ten büyüğüne, darıdan ufağına sövdü. Ağzını bozmuştu bir kere. Dağa taşa, kurda kuşa, yoldan geçen yoldaşa, yamaçta otlayan kuzulara da sövdü. Oturduğu yerden kalkarken dikenleri kurumuş bir kenger tümünü tekmeledi. Yoruldu, bir taşın üzerine oturdu, soluklandı ve kendinden utandı.
Kuşluk vakti büyük kayanın sivrisinden havalanan kara tüylü bir kartal, dik yarın üzerinden sakin aralıklarla yükselip alçaldı. Kanatlarını iyice açarak süzülüyor, sanki görünmeyen bir ipe bağlanmış gibi hiç kımıldamadan duruyordu. Gülistan gözlerini kartaldan bir süre ayıramadı. Cemal’e bakamadan geldiği yoldan yokuş aşağı koşar adımlarla uzaklaştı.
Cemal, Gülistan’a yanık,
Gülistan, Cemal’e sevdalı.
……………………….
İlkbaharda Muş ovasını boydan boya süsleyen al duvaklı lalelere benzeyen al yanaklı, akça pakça gelinler, gelincik tarlasına dönmüş gencecik kızlar ve çivit leçekli kadınlar damlara çıkmışlardı.
Düğün kafilesi köyden ayrılmıştı, gelip yanı başından geçecekti. Gülistan’ı bir ata bindirmişlerdi, iki delikanlı atın gemini sıkı tutmuşlardı. Cemal, gelinin bindiği atın dizginlerini yakalamak istedi, cesaret edemeyince vazgeçti, sadece atın üzerindeki allı geline bakmakla yetindi. Gülistan da kederli gözlerle ona bakıyordu, al yanaklarına acı bir ifade yerleşmişti.
Cemal yutkundu, gözleri gibi boğazı da dolmuştu. Gülistan boynunu bükmüş bakarken, gözyaşlarını tutamamıştı. Cemal gözlerini kırptı, kısa süreliğine başını yana çevirdi. Önünden atlılar geçiyordu. Gelinin yanı başında atını süren orta yaşlı bir kadın:
“Olur, böyle şeyler gelin kızım. Her kız babasının evinden ayrılırken ağlar. Gelinin ağlaması da adettendir. Şu sefil genç niye ağlıyor, onu anlamadım, doğrusu?” Kadına cevap veren olmadı. Dünürcü kadın gelini teselli etmeye çalışıyordu. Ne bilsin kadın, yanan yürekleri nasıl anlasın?
İlkbaharın habercisi sığırcık kuşları gibi uçmaya hazırlanan Murat suyu geçitteki siyah taşların üzerinden akarken, alt tarafta girdaplar oluşuyordu. Söğüt yaprakları kayboluncaya kadar girdaplarda döndüler. Güneşin zayıf ışıkları Murat’ın bulanık sularında eridi. Adalar düzlüğünün yaşlı söğütlerin sararmış yaprakları ışıldadı, hafif esen yele karşı dayanamayanlar döküldüler. Güneşin zayıf ışıkları yamaçta yayılan kuzuların sırtına inceden dokunmuştu. Binlerce yıl sabah güneşinin altında parlayan nehre bugün karanlık bir duvar gibi bir uğursuzluk çökmüş, yine bulanık akıyordu. Murat suyu adalar düzlüğünde geniş bir alana yayılmıştı, geçit taşlıydı. Su yine de bulanık ve sessiz akıyordu.
Başı dizlerine dayalı, gözleri kan çanağı gibi, benzi solgun, kirli saçları dağınıktı. Yaşlı kadın Cemal’in çenesinden tutup kaldırdı, gün ışığında gözlerine baktı. Gözlerinde hiçbir ifade yoktu, içi ölmüş gibiydi. Kalbi heyecanla çarpıyor, cesareti kalmamış, kararlılığı kaybolmuştu. Gözlerini yumdu, anlaşılmaz bir dille sadece homurdandı. Boynu uzun, bedeni zayıf, saçları uzun ve kirliydi. Suskundu. Önce derinden soludu, ardından tekrar anlaşılmaz bir homurtu çıktı boğazından. Çaresizliği bir daha oraya çıkmıştı. Yuvalarına kaçmış kara göz bebeklerinin durgun bakışlarıyla al duvaklı gelini süzdü.
Kağnının birini gelin için hazırlanmıştı. Yan yana duran kağnılara koşulu öküzler geviş getirmekle yetinirken, atlılar suyu geçmek için sabırsızlanmışlardı. Geçidin beri yüzünde karşı köyden yeni gelenlerin kalabalığı büyümüştü.
Gri puşili, rengi solmuş yamalı ceketli bir ihtiyar, kuru meşe kütüğüne sırtını yaslamıştı. Meşe dalı bastonun ucuyla rüzgarın topladığı yerdeki saman çöplerini karıştırıyordu. Uzun beyaz tel sakalı her hareketinde titrerken anlamsız gözlerle sudan geçmeye çalışan düğün kafilesine bakıyordu.
“Başını kaldır da bak oğul.” Uzun sakallı yaşlı adam dürterek konuştu, Cemal’den yana bakmadan bir yerleri uzattığı bastonuyla gösterdi.
“Şu akan Murat Nehri, bu dağlar, şu Adalar düzlüğü ve suyu geçmekte olan düğün alayı, görünen ne varsa hepsi, hayatın ta kendisidir. Sen, ben, hepimiz gece gündüz dur durak bilmeden akan Murat nehri gibiyiz. Akıntının bizi nereye götüreceğini henüz bilmiyoruz. " dedi.
Cemal, yaşlı adamın dediklerinden bir şey anlamadı, sadece görmeyen gözlerle bakmakla yetindi.
Artık hiç ses yoktu, duymuyordu. Bütün sesler yok olmuştu. Ne düğün alayının sevinçli bağırışları, ne de yanı başında gözü yaşlı Emine yengenin hıçkırıklarını duymadı. Bütün köy susmuşken, Murat nehri ahengini bozmadan kendi halinde akıyordu. Sadece aralıklarla Adalar düzlüğü tarafından feryat den bir çığlık oturmuştu beynine. Turnanın feryadı… Gelini götüren kağnı geçidin öte yüzüne varmak üzereydi. Uzun süre başka hiçbir ses duymadı. Sonra birden Varto depremi gürlemesi gibi dünya üzerine yıkıldı. Olanları yeni anlamıştı sanki başını gökyüzüne kaldırdı sadece;
“Neden… neden… neden?...” diyerek haykırdı.
Yaralı turnanın acı çığlığı bir kez daha yükseldi, gözler o yana döndü.
……………………………….
12 ARALIK 2020
Mehmet AKIN
TURNANIN FERYADI - ( ROMANIMIZDAN )
YORUMLAR
gün yazısı olması çok isabetli olmuş
çok mutlu oldum
tekrar tebrikler
kadercilik vb şeylerle asla alakası yok
saygılar efendim...
Mehmet Burhan AKIN
Merhaba Efendim,
Dağların eteklerinde bakarsınız; bir kayanın dibinden ya da yaşlı bir ağacın kökleri arasından doğan küçük gözeler vardır bilirsiniz, küçük küçük akarak pınarlar oluşur, hepsi de yarpuz kokar.
Çok badireler atlatan ülkemizin her yanı Anadolu koksun, gözelere düşen yarpuz yaprakları misali. Küçük gözelerden oluşan pınara;
"SEVGİ PINARI " adını verdik. Yeter ki; içmesini bilelim her sabah gün doğarken birer tas kurduğumuz sevgi pınarından.
Saygılarımla....
Çok başarılı! Tabiat tasvirleri harika! Olayla iç içe... Duygularla haşır neşir... Hatta duyguların dili, doğada ne varsa... Anlatımda her an kare kare resmedilmiş.
Konuşmalardan çok hal diliyle konuşmuş mekânda ne varsa...
Adam, sevdiği kızın güzelliğini şöyle anlatmış: "O kadar güzel ki! İşte o kadar güzel!.." Bu roman bölümü de öyle...
Teşekkürler... Sevgiler... :)
Mehmet Burhan AKIN
Teşekkürler Efendim...
Bu romanımızda sizin ve Serap Hanım hocamızın katkıları çok büyüktür.
Yazılarınızı sürekli takip ederek yazı hatalarımı düzeltmeye çalıştım.
Sizden beğeni almak beni memnun etti.
Hikayemiz; yetmişli yıllarda yaşanmış bir olayıdır, canlı şahidiyim.
Yardımlarınızı beklerim.
Saygılarımla Efendim...
Onur BİLGE
Mehmet Burhan AKIN
Dostlarımızdan aldığımız akıl ve kılavuzlukları sayesinde, Şükürler olsun romanımızı bitirdik. Düzeltme aşamasındayız, dualarınızı bekliyorum.
Saygılarımla...
Hocam Murat nehri gibi akmış yazı
Lakin kaderci yaklaşımla sonuca bağlamak yazınızı çöp etmiş
Belki Murat nehrinin yönü değiştiremeyebilirsin ancak sal yapmayı öğrenebilirsiniz
Bu bakımdan yaşlı ak sakallı dedenin fikri yaklaşım kaderciliktir
Sizler bu kadercilik yaklaşımı ile
Bu törenin altından nasıl kalkacaksınız
Karanlığa bir ateş olmaksa maksatınız
Ki! İddianız o yönde
Şimdi sizi alkışlayıp pohpohlayan biri gibi olmamı mı bekliyordunuz
Yoksa eleştiri yaptığım İçin küsüp gitmeye mi kalkacaksınız
Defterden
Durum ne yazık ki bu Hocam
Üzgünüm
Nice saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Edebiyat Defterinde Edebiyat için varım, siyasi görüşler, ideolojiler veya dini inançlar için değil. Genellikle gördüğüm, yaşadığım ya da duyduğum temaları hikaye etmeyi severim.
Haklı ve de yolumuza ışık tutacak yorumlar, yöremizin tabiriyle “ başım ve gözüm üstüne” deriz, hatalarımızı da düzeltiriz.
Kesinlikle pohpohlanmayı asla istemeyiz.
Zamanında yaşanan, görünen olayları o günün gerçekleri ile dile getirmek kadercilik olmasa gerek.
Yazıda; kaderci yaklaşım dediğiniz, özellikle vurgulanmış bir durum değildir. Sebebine gelince altmışlı yıllarda çocukluğum, yetmişli yıllarda gençliğimin geçtiği kendi yöremde yaşanan gerçek bir hikayeyi romanımızın bir bölümüne tema olarak seçtik. Buna kadercilik demeyelim, o günün şartları diyelim.
Ki, an itibariyle yöremizde bu gibi sorunlar fazla kalmamış sayılır, hikayede geçen atlar ve kağnı arabaları gibi…
“ Sizler bu kadercilik yaklaşımı ile
Bu törenin altından nasıl kalkacaksınız
Karanlığa bir ateş olmaksa maksatınız
Ki! İddianız o yönde “
Yukarıda ki sözlerinize katılmıyorum, hakkımda böyle yazmanızı asla kabul etmiyorum. Hele;
"Karanlığa bir ateş olmaksa maksatınız" biraz ağır olmamış mı sizce? Düzeltirseniz memnun olurum.
Yazımızda kadercilikle ilgili ne bir açıklama, ne de bir vurgu yapmadım,
Kadere inanmak ayrı şeydir,
Kadercilik yapmak ayrı şeydir, bunları birbirine bağlamak, bağcıyı dövmekten başka olmasa gerek.
Yukarıdaki iddianızı; Dine inanmak ile dincilik yapan insanlara benzettim. Her insan inancında serbesttir, ama din adı altında dincilik yapmak cehalettir, insanlığa yapılan kötülüktür.
Üzgün olduğunuzu belirtmişsiniz, ben de; yukarıda tırnak içine aldığım sözlerinize çok üzüldüm. Beni bu şekil değerlendirmeyin, rica ederim.
Saygılarımla….
MÜSLÜM BAYRAM
cemal çobansa ne olmuş hani
gülistanı mal gibi sattılar dersin başlık parasına
hem de hiç sevmediği tanımadığı birine...
O halde cemalin karşısına çıkan ak sakallı dedenin kaderine razı gel minvalindeki sözleriyle yazıyı noktalamış olman tam bir kadercilik değilse nedir????
Ak sakallı dede de varsa idi keramet
çıksaydı düğün alayını durdursaydı ya karşına çıkarak
yanlış yapıyorsunuz deseydi ya...
yazınız o gün koşullarına uygundur doğrudur da
lakin bu günün koşullarında isek eğer, ak sakallı dedenin sözlerini flaş sözler olarak
bize sevdirmeye güzelleme yapmanıza karşıyım. Bu bir hurafedir.
masallarda gökten üç elma hesabı...
aksi takdirde sizin ne dindarlığınız ne de kimsenin dinciliği veya inançsızlığı ile ilgim olamaz
nice saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Yazımızda; ak sakallı, kerametleri olan bir dede yoktur ve bu anlamda bir anlatım da kaleme alınmamıştır. Yaşlı adamın geçtiği bölüm;
“Başını kaldır da bak oğul.” Uzun sakallı yaşlı bir adam dürterek konuştu, Cemal’den yana bakmadan bir yerleri uzattığı bastonuyla gösterdi.
“Şu akan Murat Nehri, bu dağlar, şu Adalar düzlüğü ve suyu geçmekte olan düğün alayı, görünen ne varsa hepsi, hayatın ta kendisidir. Sen, ben, hepimiz gece gündüz dur durak bilmeden akan Murat nehri gibiyiz. Akıntının bizi nereye götüreceğini henüz bilmiyoruz. " dedi.
Cemal, yaşlı adamın dediklerinden bir şey anlamadı, sadece görmeyen gözlerle bakmakla yetindi. "
Burada ne keramet var ne de ak sakallı piri fani, sadece yazıda geçen köyden yaşlı ve sıradan bir adam... kendisi de çaresiz, kahramanımız Cemal de, orada toplanan herkes de öyledir. Asıl, bu yönden bakanız gerekirdi. Durup dururken bunu dine, inanca bağlamak ne alaka?
Kısacası; yazımıza yaptığınız eleştiri yorumunuzu asla doğru bulmuyorum.
Beni, yüreği insan sevgisiyle dolu biri olarak bilmenizi dilerim.
Teşekkürler...
MÜSLÜM BAYRAM
Keşke bana da benim gibi Eleştiri yapanlar olsa
Olaya birde bu açıdan bak olur mu?;))
İyi akşamlar diliyorum
Nice saygılarımla
Hüzünlü bir hikaye baştan sona ki özellikle köy ortamlarında bu ve buna benzer olaylar çok yaşanmıştır. Para ile kadınların alınıp satılması, kızların istemediği kişiler ile nikaha zorlanması, bunlardan kurtulmamız lazım artık bu yüz yılda ama olmuyor işte bir türlü. Kutlarım içtenlikle mandardı...
Mehmet Burhan AKIN
Yetmişli yıllara şahidi olduğumuz bir hikaye...
Hikayenin geçtiği yörede şu anda bu tür olaylar pek kalmadı, at ve kağnı arabaları gibi...
Yaşayan romancılarımız; insan psikolojisi ve polisiye konulara daha çok ağırlık verdikleri için köy ve doğa romanları unutuldu sanırım.
Karınca kadarınca; yaşadığımız yöreden malzeme toplayarak teması köy olan bir roman yazmaya çalıştık.
Saygılarımla Efendim.
güzel içli bir hikaye.kaleme sağlık. anlatım, akıcı içten duyguludoğa ile içiçe.
Mehmet Burhan AKIN
Geçmişe dayalı yaşanmış bir hikayenin canlı şahidi olduk zamanında, kaleme düşen bir parçacık süsleme oldu sadece.
Saygılarımla Efendim...
Özellikle tasvirlerin güçlülüğü, yöreyi ve ortamı tanıtmak açısından kayda değer bir başarıydı. Anlatım diliniz de sade ve akıcıydı.
Duyguların aktarımı biraz zayıf kalsa da ( sanırım yöredeki yaklaşımı olduğu gibi anlatmak için ) yaşanan hazin hikayenin sonunun yoruma açık kalması çok ustaca olmuş.
Yazınızın güne gelişini kutlarım Mehmet Bey.
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Gençliğimden beri; Yaşar Kemal ve benzeri tarzda yazanları okumaktayım, evrensel olarak nitelediğim tasvirler belleğimde yer edindi olmalıdır. Ayrıca doğup büyüdüğüm yörenin dağları, ovaları, suları, börtü böceği ile bütünleşince tasvirler kaçınılmaz olur. Romanımızı aynı tarzda yazmaya çalıştık.
Doğru bir tespit, duyguların aktarımı biraz zayıf kalmıştır, romanın diğer bölümlerinde yansıma vardır.
Yazılarınızdan yararlanmaya devam ediyorum.
Sizi saygıyla selamlıyorum, Öğretmenim.
Mehmet Burhan AKIN
Buyurduğunuz gibi, yetmişli yıllarda yaşanmış gerçek bir hikaye ve canlı şahidiyim.
Biz ancak tasvirlerle hikayeyi süslemeye çalıştık sadece.
Saygılarımla Efendim...
Merhaba Mehmet Öğretmenim, bir eğitim emekçisi olarak bir meslekdaşımı böylesine başarılı bir öyküsünü okuyarak tanımanın mutluluğu içindeyim.
Öykünüzde Y. Kemal'in romanlarının hafızamda bıraktığı silinmez izleri anımsadım.
Büyük yazar Torosları, Çukurovayı... anlatır. Siz de Anadolumuzun bir başka diyarını betimlediniz güçlü anlatım gücünüzle. Kadersiz Gülistan ve çoban Cemaller'in onulmaz yaşanmışlıklarıyla.
Kutlarım güne de gelen öykünüzün güzelliğini ve soylu gönlünüzün yüceliğini.
Emeğe ve sanata saygımla...
Mehmet Burhan AKIN
Güçlü kalemi olan bir meslektaşımı tanımak ziyadesiyle bizi de memnun etmiştir.
Doğudur efendim, Yaşar Kemal ve onun tarzında yazan ustaları gençliğimden beri okumaktayım. Evrensel tasvirler belleğimde yer edinmiş olsa gerek.
Uzun zamandan beri köy romanları yazılmaz oldu, biz de aynı yolu seçtik ve romanımızı aynı tarzda yazmaya çalıştık.
Sayın hocam; Koca Çukurova, koca bir Yaşar Kemal yetiştirdi ve üstat Çukurova'yı dünyaya tanıttı. Biz de karınca kadarınca haddimizi aşmadan, büyük ustanın yolunu takip ederek Muş Ovasını kaleme almaya çalışıyoruz.
Saygılarımla....
Vayy Sayın hocam vayy...
Bu ne hazin bir öykü?
Bu nasıl bir anlatım?
Hele o tasvirler deki ustalık.
Memleketimizin acı gerçekleri işte...
Yerine de yakışmış tabii ki.
Tebrik ediyor selam ve Hürmetlerimi gönderiyorum.
Mehmet Burhan AKIN
Boşuna "Komutanım" demiyorum bilesiniz... Kişinin asaleti kalemine yansır , sizi ve sizin gibi değerli kalemler tanıdık ve kalemlerinden çok yararlandık. Eğer bir iki cümleyi yan yana getirebildiysek, toplumdan aldıklarımız sayesinden olsa gerek.
Hikayemiz yaşanmıştır, canlı şahidiyim.
Gençliğimizden beri Yaşar Kemal gibi büyük ustaları okudukça tasvirler beynimizde yer edindi. Ayrıca tabiatla baş başa büyüdük, ilhamı dağdan, taştan, dereden tepeden aldık sanırım.
Saygılarımla Efendim...
Bu hikâyeler insanın canını acıtıyor.Eskiden ne sevdalar varmış.
Bu tür filmleri seyrederken insan isyan ediyor.
Paylaşım için teşekkürler.Saygılarımla
Mehmet Burhan AKIN
Romanımız; altmışlı ve bilhassa gençliğimin geçtiği yetmişli yıllardan edindiğim yörenin insanlarının yaşanmış hayat hikayeleri... Betimlemeler dışında, şahit olduğumuz yanlış törelerin ürünü. Nice kaybolan sevdalar....
Teşekkürler yorum için.
Saygılarımla...
):
çok hüzünlendirdi final ve korkuttu
yine de
merakla devamını bekliyorum
saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Yorumununuz beni memnun etti, teşekkürler üstadım..
Romanı bitirdik şükürler olsun, henüz yayına vermedik.
Saygılarımla....
asude_vuslat
mutlu oldum sizin adınıza
çok tebrikler...