12
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1063
Okunma
Kızın adı;
GÜLİSTAN.
Güzelliği dillere destan.
“Giyinir gezer fistan.”
.................................
Köyün yaşlı yengesi Gülperi Yenge, Gülistan için bir güzelleme dizer tandır başında toplanan kadınlara.
Gülistan nazlıdır, bahara benzer huyu
İncedir reyhan dalı gibi fidandır boyu.
Kumral saçı, karakaşlı, ela gözlü
Hoş sohbetli, doğru sözlü.
Keklik sekişli,
Ceylan bakışlı.
Kilim dokur, oya işler
Duyan pişman, gören aklın şaşar,
Sabreden karlı dağlar aşar.
……………………..
Gülistan, yaşlı gözlerle değirmen yamacının dik kayalıklarına bakarken, Handris’in bin yıllık törelerine lanet okudu.
Kuzucu Cemal duygusallığı bıraktı, ciddileşti.
“Ne oldu Gülistan? Benim bilmediğim bir şey mi oldu? Anlat hele.”
Gülistan’ın ağlaması yerini aralıklı hıçkırıklara bıraktıysa da gözyaşları dinmedi. Hüzünlü yüzüne şimdiye kadar Cemal’in görmediği bir güzellik çökmüştü. Masum bakan gözleri çok şeyler anlatıyordu.
“Sana olup bitenlerden şimdiye kadar hiç söz etmedim, korkuyorum Cemal, kötü şeyler olacak diye çok korkuyorum.”
Bütün olup bitenleri anlatmak niyetindeydi, ama sicim gibi akan gözyaşları sağanağı yeniden başlamıştı. Cemal bir tuhaf oldu, yüreğine bilmediği bir korku gelip oturdu.
Kuzu sürüsü dere yatağını geçip karşı bayıra varmıştı. Cemal olan bitenlerin farkında değildi. Aslında gerçek hayatta yaşadığı sorunların da farkında olmadığı belliydi. Sorunların üstesinden gelemeyeceği bir hayal dünyasına girmiş, Gülistan’dan başka hiçbir şey düşünemez olmuştu. Çevresinde olup bitenlerin farkına varamıyordu.
“Kız Gülistan bu korkunun, ağlamanın sebebi nedir, anlamıyorum, şunu baştan anlat!”
“İçimde bir korku var, Cemal.”
“Korkun, kuşkun nedendir, Allah aşkına?”
“Anamın uzaktan akrabaları var, Murat’ın öte yandaki köylerinde.”
“Hangi köy, köyün adı yok mu?”
“Adı batsın belki, ne bileyim adını.”
“Eee… ne olmuş yani o köyde ananın akrabaları varsa? Herkesin de akrabaları vardır.”
“Ama bu başka!..”
“Ne yani, başkaysa?”
“Cemal, neden anlamıyorsun? “ Gülistan üst üste içini çekerken, yaşmağının kenarıyla nemlenen gözlerini sildi.
“Anlatmıyorsun ki, anlayayım.”
“Geçenlerde bize gelmişlerdi, anamın dayısı karısıyla beraber.”
Cemal’in beynine ansızın bir şimşek çaktı ve söndü, beti benzi kesildi, ağzı kurudu, dilini ağzında yavaşça yuvarladı, yutkundu. Gülistan’ın ne anlatmak istediği anlamaya çalıştı, yine de sordu.
“İyi de, insanın evine misafir gelmez mi, Gülistan?”
“Ama kadın benimle ilgilenip durmuştu. Nereden bilecektim, geçen gün annem babamla konuşurken sesleri avluya kadar geldi, orada olduğumu bilmiyorlardı. Adamın hali vakti yerindeymiş, kendi köyünün zengini sayılırmış. Koyunları, tarlaları çokmuş. İyi de bana ne malından sanki.” Gülistan’ın boğazı doldu gerisini anlatamadı.
“Sonra, başka ne duydun?” Cemal ümitsizce sordu.
“Sonrası yok bu işin Cemal, anlamıyor musun?” Birkaç güne geleceklermiş… Daha kötüsü…” Gülistan kendini tutamadı, yüksek sesle hıçkırmaya başladı.
“Nedir, daha kötüsü?
“Daha kötüsü, adam kaç yaşındadır bilmiyorum. Geçen yıl karısı dördüncü çocuğunu doğururken kurtulamamış. Anlayacağın dört çocuklu bir adama verecek annem olacak kadın, beni.”
Cemal günlerdir işkillenmişti, ama böyle olacağını tahmin bile edememişti. Bir Gülistan’a baktı, döndü yamaçta yayılan kuzulara baktı, içinden “Kuzuların canı cehenneme” dedi. Dünyası yıkılmıştı.
“Varacak mısın?” Ümitsizce sordu.
“Ölürüm de yine varmam. Kendimi Murat’ın bulanık sularına atmazsam, ben de Gülistan değilim.”
Cemal oturduğu kayanın üzerinde buz kesildi, Gülistan elden gidiyor muydu? Anlamsızca sordu.
“Ya, razı ederlerse, gider misin?”
“Hayır, Murat’a atarım kendimi diyorum, neden anlamıyorsun, Cemal?” Cemale bakmadan;
“Dahası var, senin bilmediğin.”
“Nedir, kurban olduğum, yüreğimi yakacak ne kaldı?”
“ Adam iç cebinden koca bir deste çıkarıp anama vermiş, çok para dedi babama. Para anamın basiretini bağlamış, kendi öz kızını parayla sattı, Cemal!.. Sonra eklemiş boynu devrilesi; “Başlık parası yönünden endişeniz olmasın.” Demiş, anama. “
“Ya, baban… baban karşı çıkmamış mı onca şeye?
“Çıkmaz olur mu, anama söz geçiremiyor ki… Anamı bilirsin. Ona maval okuyunca; anam yalandan başına bir çatkı dolamış. “Bana maval okumayı bırakın, aptal yerine de koymayın.” Demekle yetinmiş, ancak.”
Cemal’in aklı başına yeni gelmişti. Sahi ya! Nesi vardı ki? Malı mülkü, tarlası tapanı, koyunları var mıydı? Sadece kendini bildi bileli köyün kuzu çobanıydı. O şimdiye kadar sadece Gülistan’a olan sevdasını düşünmüştü. Hayal aleminden yeni uyanmış gibiydi. Başlık parası gerekirdi, şimdiye kadar ne başlık parasını düşünmüş, ne de geçim derdini. Gençlik sevdası başına vurmuş, güneşlerde kavrulmuştu.
“Gözü kör olsun şu fakirliğin.” Dedi tiksintiyle.
Gülistan, Cemal’e döndü, ümitsiz bakışlar birleşti. Cemal’in kalbi sıkışmış atmıyordu, zorlukla yutkundu. Gözlerini doğrudan Gülistan’ın nemli ela gözlerine dikti.
“Seni kimseye yar etmem, Gülistan. Sonu ne olursa olsun. Gerekirse seni kaçıracağım.” Derken dilinden döküleni kalbine sordu, yüzü sarardı.
“Beni anlıyor musun, Gülistan?”
“Eğer doğru anlayabildiysem…” dedi yumuşak bir sesle Gülistan.
Söylediklerinin farkında değildi sanki yüzü sarardı, bedeni taş kesildi yeniden, biraz önce söylediklerine kendisi de inanmamıştı. Meşe koruluklarının üzerinde gezinen sis bulutuna baktı. Karşı yamaçta hafif bir ışıltı kuzuların sırtına vurmuştu. O esnada aklına onlarca soru takıldı.
“Gerçekten kaçırabilir miydi Gülistan’ı?”
Gülistan;
“Sanırım sen hem çok korkuyorsun, hem de ne yapacağını bilmiyorsun.”
Oturdukları kayadan ses çıktı, ama Cemal’den ses çıkmadı. Gülistan sessizce arkasını döndü, Cemal’in yüzüne sert ve aynı zamanda alaylı bir tavırla baktı. Gülistan bunu beklemiyordu, aniden irkildi, önce titrer gibi oldu, ardından çenesi kilitlendi, ela gözleri irileşti. Cemal’e bakan yüzünü yere indirdi, başını başka yana çevirdi.
“Senin beni kaçıracağın yok. Ben artık gideyim, anam arar şimdi.” Arkasına bakmadan yokuşa doğru yürüdü.
Mavi kanatlı iki kelebek bir çiçeğin yaprağına konmuşlardı. Mavi kanatları her saniyede yelpaze gibi açılıp kapanıyordu. Bir arı kuşu onlara doğru süzüldü, kelebekler kondukları yapraktan uzaklaştılar. Murat nehri bir garip aktı, güneş bir bulut kümesinin ardına saklandı, kuzular yayıldıkları bayırdan başlarını kaldırıp melediler. Meşe dalına konmuş kumrular anısızın çığlık attılar. İki turna dere yatağından havalanarak hazin türküleriyle Cemal’in üzerinden geçtiler. Adalar düzlüğündeki kanadı kırık turna, uzaktan uçan turnalara bakarak feryat etti. Gülistan ayrıldıktan sonra Cemal’in dünyası yıkılmıştı. Sadece yıkılan dünyası değil, beyninden vurulmuşa döndü. Gökyüzündeki bulutlar, değirmen yamacındaki kavaklar, çevrede görünen her şey Cemal’in etrafında döndü. Her şeye boş gözlerle bakıyor, dili dönmez, sesi çıkmaz olmuştu. Beyninde bir uğultu, ne değirmenin gürültüsünü, ne de derenin çağıltısını duymadı. Kayalıklarda oynaşan oğlaklardan biri aşağıya yuvarlandı, Cemal hiçbirini görmedi. Değirmenin gürültüsü kuzuların sesine karıştı, Cemal yine duymadı. Değirmenin damında oturan değirmenciyi ne gördü, ne de söylediklerini duydu.
Gülistan yürümüyordu, ayakları sürükleniyordu. Hıçkırarak giderken omuzları inip kalkıyordu. Ağır adımlarla köyün yolunu tutmuştu, Cemal boynu bükük, ümitsizce ardından bakarken;
“Seni kimseye yar etmeyeceğim, Gülistan, yemin olsun!” dedi. Cemal yeminini tutabilecek güçte miydi, bilinmedi.
Dünyada kim varsa, Handris’ten büyüğüne, darıdan ufağına sövdü. Ağzını bozmuştu bir kere. Dağa taşa, kurda kuşa, yoldan geçen yoldaşa, yamaçta otlayan kuzulara da sövdü. Oturduğu yerden kalkarken dikenleri kurumuş bir kenger tümünü tekmeledi. Yoruldu, bir taşın üzerine oturdu, soluklandı ve kendinden utandı.
Kuşluk vakti büyük kayanın sivrisinden havalanan kara tüylü bir kartal, dik yarın üzerinden sakin aralıklarla yükselip alçaldı. Kanatlarını iyice açarak süzülüyor, sanki görünmeyen bir ipe bağlanmış gibi hiç kımıldamadan duruyordu. Gülistan gözlerini kartaldan bir süre ayıramadı. Cemal’e bakamadan geldiği yoldan yokuş aşağı koşar adımlarla uzaklaştı.
Cemal, Gülistan’a yanık,
Gülistan, Cemal’e sevdalı.
……………………….
İlkbaharda Muş ovasını boydan boya süsleyen al duvaklı lalelere benzeyen al yanaklı, akça pakça gelinler, gelincik tarlasına dönmüş gencecik kızlar ve çivit leçekli kadınlar damlara çıkmışlardı.
Düğün kafilesi köyden ayrılmıştı, gelip yanı başından geçecekti. Gülistan’ı bir ata bindirmişlerdi, iki delikanlı atın gemini sıkı tutmuşlardı. Cemal, gelinin bindiği atın dizginlerini yakalamak istedi, cesaret edemeyince vazgeçti, sadece atın üzerindeki allı geline bakmakla yetindi. Gülistan da kederli gözlerle ona bakıyordu, al yanaklarına acı bir ifade yerleşmişti.
Cemal yutkundu, gözleri gibi boğazı da dolmuştu. Gülistan boynunu bükmüş bakarken, gözyaşlarını tutamamıştı. Cemal gözlerini kırptı, kısa süreliğine başını yana çevirdi. Önünden atlılar geçiyordu. Gelinin yanı başında atını süren orta yaşlı bir kadın:
“Olur, böyle şeyler gelin kızım. Her kız babasının evinden ayrılırken ağlar. Gelinin ağlaması da adettendir. Şu sefil genç niye ağlıyor, onu anlamadım, doğrusu?” Kadına cevap veren olmadı. Dünürcü kadın gelini teselli etmeye çalışıyordu. Ne bilsin kadın, yanan yürekleri nasıl anlasın?
İlkbaharın habercisi sığırcık kuşları gibi uçmaya hazırlanan Murat suyu geçitteki siyah taşların üzerinden akarken, alt tarafta girdaplar oluşuyordu. Söğüt yaprakları kayboluncaya kadar girdaplarda döndüler. Güneşin zayıf ışıkları Murat’ın bulanık sularında eridi. Adalar düzlüğünün yaşlı söğütlerin sararmış yaprakları ışıldadı, hafif esen yele karşı dayanamayanlar döküldüler. Güneşin zayıf ışıkları yamaçta yayılan kuzuların sırtına inceden dokunmuştu. Binlerce yıl sabah güneşinin altında parlayan nehre bugün karanlık bir duvar gibi bir uğursuzluk çökmüş, yine bulanık akıyordu. Murat suyu adalar düzlüğünde geniş bir alana yayılmıştı, geçit taşlıydı. Su yine de bulanık ve sessiz akıyordu.
Başı dizlerine dayalı, gözleri kan çanağı gibi, benzi solgun, kirli saçları dağınıktı. Yaşlı kadın Cemal’in çenesinden tutup kaldırdı, gün ışığında gözlerine baktı. Gözlerinde hiçbir ifade yoktu, içi ölmüş gibiydi. Kalbi heyecanla çarpıyor, cesareti kalmamış, kararlılığı kaybolmuştu. Gözlerini yumdu, anlaşılmaz bir dille sadece homurdandı. Boynu uzun, bedeni zayıf, saçları uzun ve kirliydi. Suskundu. Önce derinden soludu, ardından tekrar anlaşılmaz bir homurtu çıktı boğazından. Çaresizliği bir daha oraya çıkmıştı. Yuvalarına kaçmış kara göz bebeklerinin durgun bakışlarıyla al duvaklı gelini süzdü.
Kağnının birini gelin için hazırlanmıştı. Yan yana duran kağnılara koşulu öküzler geviş getirmekle yetinirken, atlılar suyu geçmek için sabırsızlanmışlardı. Geçidin beri yüzünde karşı köyden yeni gelenlerin kalabalığı büyümüştü.
Gri puşili, rengi solmuş yamalı ceketli bir ihtiyar, kuru meşe kütüğüne sırtını yaslamıştı. Meşe dalı bastonun ucuyla rüzgarın topladığı yerdeki saman çöplerini karıştırıyordu. Uzun beyaz tel sakalı her hareketinde titrerken anlamsız gözlerle sudan geçmeye çalışan düğün kafilesine bakıyordu.
“Başını kaldır da bak oğul.” Uzun sakallı yaşlı adam dürterek konuştu, Cemal’den yana bakmadan bir yerleri uzattığı bastonuyla gösterdi.
“Şu akan Murat Nehri, bu dağlar, şu Adalar düzlüğü ve suyu geçmekte olan düğün alayı, görünen ne varsa hepsi, hayatın ta kendisidir. Sen, ben, hepimiz gece gündüz dur durak bilmeden akan Murat nehri gibiyiz. Akıntının bizi nereye götüreceğini henüz bilmiyoruz. " dedi.
Cemal, yaşlı adamın dediklerinden bir şey anlamadı, sadece görmeyen gözlerle bakmakla yetindi.
Artık hiç ses yoktu, duymuyordu. Bütün sesler yok olmuştu. Ne düğün alayının sevinçli bağırışları, ne de yanı başında gözü yaşlı Emine yengenin hıçkırıklarını duymadı. Bütün köy susmuşken, Murat nehri ahengini bozmadan kendi halinde akıyordu. Sadece aralıklarla Adalar düzlüğü tarafından feryat den bir çığlık oturmuştu beynine. Turnanın feryadı… Gelini götüren kağnı geçidin öte yüzüne varmak üzereydi. Uzun süre başka hiçbir ses duymadı. Sonra birden Varto depremi gürlemesi gibi dünya üzerine yıkıldı. Olanları yeni anlamıştı sanki başını gökyüzüne kaldırdı sadece;
“Neden… neden… neden?...” diyerek haykırdı.
Yaralı turnanın acı çığlığı bir kez daha yükseldi, gözler o yana döndü.
……………………………….
12 ARALIK 2020
Mehmet AKIN
TURNANIN FERYADI - ( ROMANIMIZDAN )