- 428 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
O Şiir Bize Gelmez
Bazen içimdeki azgın dev sürüklüyor beni ’hadi’ diyerek, bazen de o koca devi yere seriveriyor başıboş bir kelebek.
Çocukluktan çıkıp çayı tersten karıştırmaya başladığım günden beri işim rast gitmez. Bize öğretilen hayata uyup sevdiğim kadınlara çiçek almışlığım da çoktur ama çoğu kez saksıdaki o güzellik pek de etkileyici gelmemiştir. Oysa ben bir bitki dahi olsa bir canı ölümlemeyi hiç hoş görmezdim. Bu ve benzeri durumlar beni otuzumdan sonra sigaraya başlattı. Hatta tütün sarmayı bile öğrendim. Bu yazıyı bile ağır bir öksürük altında yazıyorum.
O gün de bulanık bir haldeyim. Geceden çok şiir içmişim. Kulağımda hep dinlediğim o türküyle iş güç derdindeyim. Masam tamamı prosedür evraklarla dolu. Hani derler ya özel bir şirkette çalışıyorum, benimkisi evrak ameleliği, yani düz memurluk. Başımıza bir çoban lazım misali henüz açıktan lise okuyan orta yaşlı ama haddinden fazla güzel ve çekici bir kadın var. İsimliğinde Hülya Erden ŞİŞLİ yazsa da evli patronumuzun metresi olduğu ve soyismini bile onunkiyle aynı yapmak için değiştirdiği biz eski memurlarca malum. Oysa yeni memurlar onları evli sanıyorlardı.
Hülya Hanım yeni stajerimiz Melda’yı sözde oryantasyon eğitimi adı altında yanıma oturtunca ilk etapta canım sıkıldı. Onca iş güç arasında bir de dadılık yapacaktım. Hepi topu sekiz kişilik ofisimizde kurumsallık adına konuşuyorum. Bizim ne iş yaptığımızı ben de bilmiyorum ki vizyon ve misyonumuz adına ne anlatayım. Henüz hayali mi gerçek mi olduğunu dahi bilmediğim şantiyelerimize malzemelerin faturalarını düzenlerken spatulanın ne anlama geldiğini bilmeyen bu genç kıza onun bir makyaj malzemesi olmadığını anlatacaktım.
Oysa hiç de öyle olmadı..
Işıkta dahi gözlerinin rengi değişen o genç kız Hülya Hanım’ı dahi kıskandıracak bir güzelliğe sahipti. Yalnız o gün öyle bir tuhaflık vardı ki herkesin masasına buyur etmek istediği Melda’yı gözüm görmüyordu. Ortalamanın üzerinde bir yerlerde olduğumu bilsem de bu kız bana bile fazlaydı. Yada bir önceki geceden kalma duygusallığımın etkisi vardı. İşimi yapıp bir an önce yalnız yaşayarak sonunda sevmeye başladığım o yalnızlığıma dönmek istiyordum. Oysa Melda ingiliz anahtarından tutun da traktörün romörküne kadar hakimdi iş mevzularına. KDV, muhtasar derken akşamı etmiştik. Mesai bitimi koşar adım çıktım.
Durakta o malum İstanbul seferi yapan otobüsü beklerken siyah lüks bir araç durdu önümde. Sağıma soluma hatta arkama bile baktım. Soför koltuğundan diğer ön camı otomatik açarak Melda beni işaret ediyordu. O an bile farkında değildim olacakların. Nezaketi reddedemeyip o arabaya bindim. Yol boyunca buzdağının görünen yüzünden sohbet ettik. Konu nasıl ilerlediyse Kumkapı’da meyhane tarzı bir mekana oturduk. Cebimdeki maaştan kalma yüz türk lirasıyla ’buradan nasıl çıkarım’ düşüncemi yakalayan Melda ’korkma hesaplar benden’ dedi. Açıkçası içim burkulmuştu.
Yine de rahattım. İnsan beklentisi olmayan bir hale kolay alışıyor. Sonraları düşündüğümde belki de bu durum etkilemişti onu. Hala içimde bir fenalık yok. Aklım o yarım kalan şiirimde. Oysa Melda ağır ama ayıklıktan çıkmak için içiyordu. Anason kokusu ve kızaran yanaklarıyla artık karşımda o an için dünyanın en güzel kadını duruyordu. Hayal meyal o üç saat nasıl geçti hala bilmem. Sahilde yürümek istedi. O soğukta yürürken başını omzuma yasladı ve nefesini boynumda duydum. Böyle olmayacak. Hemen evine bırakmam lazım kızı.
Otomatik vites arabayı zar zor kullanarak Melda’yı evine kadar götürdüm. Meğer bir kız arkadaşıyla beraber yaşıyormuş. Melda’yı salondaki çekyata yatırıp anahtarı genç kıza teslim etmiştim ki o kahve teklifine maruz kaldım. Yine lüks evin benim yatak odam kadar olan mutfağında ’burada ne işim var’ diye düşünürken Melda üzerini değiştirmiş vaziyette eli başında belli ki bir baş ağrısıyla içeri girdi. ’Özür dilerim, seni de yordum, geç oldu, bu gece burada kal’, dedi.
Evin bir odasına geçtim. Gecenin bir yarısı dolabın o dev aynasında kendime gülüyordum. Rakının etkisiyle bir yanım ’vay be, yan odada bir güzellik, sen de burada uyu’ derken diğer yanım ’bir hayat boyu konuşur dururdun, bu kadar mı adamlığın, utan’ diyordu. Üzerime yakışan ama nefet ettiğim o takım elbiseyi çıkarıp yastığımın kenarındaki o kadın pijamasını giyip uzandım. Öyle yorgundum ki hemen uyumuşum.
Gözümü açtığımda nerde olduğumu hatırladım. Telefonumun alarmı çalmış ama demek ki uyku sersemi ertelemişim. İşe geç kalmıştım. Üzerimdeki pijamaya aldırmadan salona koştum. Melda’nın arkadaşı iş için evden çıkmış kendisi de mutfakta birşeyler hazırlıyordu. Beni görünce bir kahkaha patlattı. ’Kusura bakma, çok yakışmış, merak etme Hülya Hanım’ı arayarak bugün için senin adına izin aldım’, dedi. O gün izinliymişim. Oysa hala yarımdı şiirim.
- Sen nasıl bir adamsın!
- Neden, ne oldu ki?
- Başkası olsa ..
- Sus!
- Şiir mi yazıyorsun?
- Sen nereden biliyorsun bunu?
- Çekmecendeki not kağıtlarını gördüm.
- Vay be, demek gizlice ..
- Sus!
Hiç ummadığım anda öpüşmeye başladık..
Tam onbeş gün boyunca o evden çıkmadık. Melda patronumuzun çok yakın bir arkadaşının kızıymış. Gerekli izni bana alması zor olmadı.
Sonra bir gün hayatlarımıza geri döndük. Bir ’hoşgeldin’ olmadığı gibi bir veda da söz konusu olmadı. O yaşantısına devam etti ve ben şiirime geri döndüm. Yaklaşık bir yıl sonra ziyaretimize geldi Melda. Hülya Hanım çok nazik karşıladı eski stajerimizi. Herkesle tokalaşarak benim yanağıma da bir öpücük kondurarak odadan çıktı. Herhalde bu kadar diye düşündüm.
Oysa yine öyle olmadı..
Şimdi düşünüyorum da otöbüs durağında beklerken bile hala çok safmışım. Aynı lüks araba yine yanımda durdu. Otomatik cam açılırken yüzü gülüyordu. Ellerim ceplerimde onu izliyordum. ’Hadi gel’, dedi. ’Tek şartla’, dedim. ’Bu defa hesaplar benden’. Yine aynı mekana gittik. Sadece şurasını söylemek istiyorum.
- Şiirini bitirdin mi?
- Evet.
- Okusana.
- O şiir bize gelmez!
YORUMLAR
Güzel bir anlatım kayda değer bir öykü. Sık sık uğranacak bir sayfa olacak sanırım. Kutlarım yürekten...