15
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
1737
Okunma


Abim Almanya’dan kesin dönüş yaptığında; ben ilkokul bir, ya da ikiye gidiyordum. Çeşit çeşit giyecek, oyuncak getirmişti. Siyah önlük, beyaz yakalı yıllar… Oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. En makbulü de telden arabaydı. Paramız yok. Parası olanlara bile şimdiki gibi markalı giyecekler, pille çalışan konuşan oyuncaklar da yoktu o yıllarda. Abim bana:
“ Beğen istediğini al.” Dedi.
Getirdiklerinin arasında şimdiki marketlerin yayınladığı tanıtım broşürüne benzer renkli bir kitap vardı.
“Bunu istiyorum abi.”
Güldü:
“ O katalog Almanya’daki büyük bir mağazanın ürün tanıtım broşürü. Almanya’da büyük mağazalar var. Giriyorsun içeri, istediğin her şeyi başka bir dükkâna uğramana gerek kalmadan alıp çıkıyorsun. Ne yapacaksın onu?”
O kitapla birlikte giyecek ve oyuncaklardan da verdi bana. Sevindim. Derslerim bitince saatlerce o katalogun sayfalarını çeviriyor, resimlere hayranlıkla bakıyordum. Biz mahalle bakkalımızdan, kullanılmış defter yapraklarından yapılmış külaha konulan zeytin ve eski gazete kâğıdına sarılmış peynir almasını biliyorduk sadece. Neredeydi Almanya? O büyük mağazalar nasıl yerlerdi? Hayal bile edemiyorum.
Aradan çok uzun yıllar geçti. Dünyayla beraber Türkiye de gelişti. Şimdi her şehirde, her kasabada o mağazalardan var.
Bende yıllardır alış verişimi evime en yakın ŞEHR-İ GÜL marketten yaparım. Tanırlar beni. Belki adımı bile bilmezler. Ama bana hep “ Komutanım” derler.
Söz Komutanlıktan açılmışken, hep hayret etmişimdir. Ne zaman bir yere gitsem, ne zaman birileriyle karşılaşsam ben mesleğimden bahsetmesem dahi biraz konuştuktan sonra bana “Komutan, ya da Komutanım derler. Oysa ne Hava kuvvetlerinde iken, ne de emekli olduktan sonra hiç Komutanlık hevesim olmadı. Bu – EDEBİYAT DEFTERİ-nde de böyle. Yazısına yorum yaptığım ya da yazıma yorum yapan bazı yazarlar “Komutanım” diyorlar bana. Laf aramızda bu da hoşuma gitmiyor değil hani!!!
Şu sıkıntılı pandemi günlerinde görüyorum. ŞEHR-GÜL market elemanları ellerinde poşetlerle kapı kapı insanların ihtiyaçlarını taşıyorlar. Ne zaman evin ihtiyaçları alınacak olsa hanım:
“Yorma kendini. Beni tanırlar diyorsun. Et şuradan bir telefon getirsinler.” Diyor.
Ama bilmediği bir şey var. Ben marketin sahiplerinden Süleyman Barlas’ın markette olacağı günleri kollarım. Marketten içeri girdiğimde Süleyman kasanın başından fırlar, en yüksek ses tonuyla bağırır:
“Dikkattt…”
Marketin tüm elemanları ellerindeki işi bırakıp esas duruşta sıraya girerler. İçerideki müşterilerinin de ne olduğunu anlamadan ellerindeki sepetlerle esas duruşa geçtikleri çok olmuştur. Süleyman:
ŞEHR-İ GÜL elamanları emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım.”
“Merhaba arkadaşlar”
“Sağ ol.”
“Nasılsınız?”
“Sağ ol.”
“Siz de sağ olun.”
Bütün elemanlar yeni bir komut beklemeden, kollarını dirseklerden büker ellerini uzatırlar. Ben kontrol etmeye gerek duymam.
“Teşekkür ederim. Görevlerinizin başına dönebilirsiniz.”
Koşarak dağılırlar.
Şaşırdınız ve gülüyorsunuz şimdi değil mi? Ben de zaten bu satırları gülerek yazdım. Olur mu hiç öyle şey?
Şakaydı tabii…
Ama gerçek şu; Güler yüzlü, candan insanlardır SEHR-İ GÜL marketin çalışanları.
Amerikalı düşünür Abraham Maslow ihtiyaç teorisinde, aidiyet, sevgi ve saygıdan bahsederek;
” bu ihtiyacı karşılanan insanların kendine güveni artar, mutlu olurlar.”Der. Başka bir toplum bilimci de;
“İnsanların gerçek değeri, insanlara verdiği değerle doğru orantılıdır.” Demiştir.
Az harcayan insan da, çok harcayan insan da, hep aynı değeri aynı hürmeti görür bu markette…
ŞEHR-GÜL marketin Sayın yetkilileri, çalışanları sizleri çok seviyorum.
Yüzleriniz hep böyle gülsün. Hep böyle tatlı dilli olun.
Kazancınız bol olsun…