- 409 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YATLIDA İLK GÜN
55 yıl önce bugün, 6 Aralık.
Her insanın hayatında çok önemli dönüm noktaları vardır şüphesiz. İyi ya da kötü, güzel veya çirkin her alanda karşımıza çıkabilecek sürprizler, unutamadığımız hatıralar.
Hayat öyle veya böyle, kimi zaman emekleyerek, bazen koşar adımlarla sürüp giderken, her insan kaderinin peşinden koşar ve her kader de adamını aramaya koyulur. Biz mi kaderimizin peşine düştük, kader mi bizi buldu anlayamadım.
Okul çağımızın gelip dayanması, köylerimizde okul olmaması o gün için belki hiçbir şey ifade etmeyebilirdi.
…………………….
Ve yayla zamanı…
Yayla geceleri bir başka olur. Serin ve karanlığı yırtan böcek seslerinin dolduğu bir yayla gecesi bir kez daha üzerimizden geçmişti.
Ertesi gün; yarı kapalı bir güneş ortasında hafif bir sis kümesi yaylanın yüksek tepelerini örtmüştü, günün ilk ışıkları vurduğu seher vaktinde karanlıklar dağılmaya başladı yavaştan. Geceden beri gökyüzünde asılı kalan yıldız kümeleri birer birer silindiler. Tabiat yeniden börtü böceğiyle canlanınca, çok geçmeden yayla asıl kimliğine döndü.
Köyde yaşayanlar iyi bilir; dağı, taşı, kurdu, kuşu, her canlıyı, hatta karıncayı bile her daim dost bileceksin, erken tanıyacaksın. Biz de onlarla yaşamayı küçük yaşlarda öğrenmiştik.
Toplandık bir grup akranımızla dere tepe dolaştık, ora senin bura benim demeden kertenkele kovalayıp yabani elma toplarken evlerden yana ısrarcı bir ses duyuldu. Bizi çağırıyordu komşumuzun askerden yeni gelmiş büyük oğlu. Adımı da söylemişti.
“Hurraaa…” diye koşmaya başladık.
Yayla mevsiminde geven tepenin çevresinde keklik zurbaları eksik olmazdı. Kuzu sürüsü yamaca yayılmıştı, aniden bir keklik zurbası parladı. Kuzular kekliklerin parlamasından irkildiler. Oralı olmadan sesin geldiği yöne doğru koştuk.
Muhtarın yayla evinin önünde kapıları açık eski bir jeep duruyordu, nereden nasıl gelmişti bilemedik. Küçük kürsülere oturan şehir adamlarına ve en çok da jeepe kocaman gözlerle bakmakla yetinmiştik.
Yatılı okul için kaydımızı yaptılar.
………………………..
6 ARALIK 1965 soğuk ve karlı bir kış günü. Okulu olmayan köylerden getirilen çocuklar, açık mavi boyası yeni kurumuş görünen bir binanın beş basamaklı merdivenli kapısında rasgele sıraya dizilmişlerdi. Kar yağıyordu, kardan yana endişesi olmaz köy çocuklarının.
Yatakhane binası.
Bazılarının saçları uzun ve kirli, etrafı rasgele makasla kırpılmıştı, tepesinde bir tutam kâkül olanlar çoğunluktaydı. Bir kısmının kafaları kabak, sıfıra vurulmuştu. Hepsinin yüzü güneş yanığı, dudaklarının kenarı uçuk ya da burun üstleri kabuk atmıştı, yanakları yara bereler içinde, kabuk bağlamıştı. Hepsinin ayaklarında kara lastik ayakkabı, lastiklerin arkaları yırtıktı çoğunun.
Bu çocuklar neredeyse hiç eğitilmemiş oldukları görülüyordu. Ne bilgi, ne kültür, ne de toplum içinde davranış kuralları. Öylesine büyümüş gitmişlerdi. Türkçe konuşmayı bilmezlerdi. Yatılı Okulun ilk birinci sınıf öğrencileri…
Ramazan adında yaklaşık kırklı yaşlarda görünen bir adam, iki yeri yamalı bir ceket altına eski bir meşin yelek giymişti. Kalınca derinin düğme kenarları sökülmüştü. Kara lastiklerinden biri şişkin görünüyordu, dikkatli bakıca sol ayağı bir yumru gibi durmuştu. Topal ayağını saklar gibiydi. Orta boylu, tıknaz, siyah esmeri bir adam, elle çalışan bir tıraş makinesi ile çocukların kirli saçlarını tıraş ederken kirli saçlar arasından bitler yere dökülüyordu. Saçlarımızda ne çok bit birikmişti. Tıraştan kurtulan çocuklar binanın giriş katındaki hamama sokuldular. Ellili yaşlarda bir kadın oturmuştu kurnanın başına, okulun yeni hizmetçilerinden. Taslarla sıcak su döküyordu, bir yandan da sabunluyordu köy çocuklarını. İlk defa hamam görmüşler ve ilk defa hamamda yıkanmışlardı.
Hamamdan çıkan çocuklara Amerikan bezinden dikilmiş yeni iç çamaşır, pantolon ve siyah önlük giydiriyorlardı. Ayakkabılar lastik değil kundura, ilk defa kundura görmüştü ayaklar. Önlüğün üzerine beyaz yakalık yakışmıştı.
Tekrar sıraya koydular, biri bayan beş erkek öğretmen çocukları uzunlamasına iki bölümlü tek katlı yeni bir binaya götürdüler.
Yemekhane binası.
Hemen girişin solunda musluk ve lavaboların yer aldığı küçük bir bölüm. Musluk açma ve kapatma, el ve yüz yıkamayı canlı olarak gösterdiler. Tekrar sıra halinde öğrencilerin boylarına uygun masaların uzunlamasına sıralandığı büyük bölüme götürdüler. Masaların iki yanına tabureler dizilmişti. Yemek masaları ve tabureleri de ilk defa görmüştük. , Küçük taburelere oturduk. Artık öğrenci olmuştuk
Yemekhanede çalışan bir amca herkesin önüne demir kaşık koydu. Yemekhanede çalışan başka bir amca kocaman bir sepetle geldi, herkesin önüne bir çeyrek ekmek – şimdiki ekmeklerin yarısından büyük - bıraktı. Kendi içimize gömülmüştük, her şeyi meraklı gözlerle takip ediyorduk. Ardından her masaya bir karavana koydular, mercimek çorbası güzel kokmuştu, hepimiz yutkunduk, acıkmıştık. Akşam yemeğimiz mercimek çorbasıydı. Amcalardan biri çorba taslarını dağıttı, diğer amca kepçeyle çorbalarımızı doldurdu. Kaşık tutmayı ve yemek yemeği canlı olarak gösterdiler. Yatılı okulun ilk günü, ilk mercimek çorbasını içmiş olduk. Hiç birimiz çorbadan doymamıştık ve istemesini bilmiyorduk.
Akşam karanlığı çökmüştü, kar yağışı halen devam ediyordu. Okulun dikdörtgen bahçesinden geçerek, yine tek katlı ve dersliklerin çok olduğu başka bir binaya götürdüler.
Okul ana binası.
Koca beş yıl geçecek, anılarımızın yoğunlaşacağı binamız, sınıflarımız… Kara tahta ve tahtanın üzerinde Atatürk portresi asılı. Kara tahtanın karşısında üç sıra halinde arka arkaya öğrenci masaları dizmişlerdi. Her öğrencinin bir sandalyesi vardı. Masalara oturduk, sessizlik hakimdi, bir garipsenme vardı üzerimizde, okula yabancı olduğumuz gibi herkes herkesle yabancıydı. Ancak kendi köyümüzden beraber geldiğimiz dokuz kişi sessizce birbirimize sokulmuştuk.
Saati gelince ilk defa zil sesini duyduk, tekrar sıraya dizdiler ve yatakhane binasına götürdüler. Binayı görmüştük daha önce; ama ranzaları, yatakları ilk defa görmüş olduk. Altlı üstlü ranzalar yan yana büyük salonu doldurmuştu. Bana ranzanın alt yatağı düştü. Boyumuzdan uzun dolaplarımıza giysilerimizi astık. Herkese bir çift naylon terlik ve bir takım pijama verdiler. Pijamalarımız çizgiliydi, hemen giydirdiler. Naylon terlikleri de giyerek lavaboların olduğu yere gittik, ayaklarımızı yıkadıktan sonra gelip yataklarımıza uzandık.
İyi geceler dileyip gittiler.
Gün boyu yol, okul derken yorulmuştuk, derin uykulara dalmanın zamanıydı. Gelecek beş yılın rüyalarını görmeye başladık mı, hatırlamıyorum.
Gecenin ilerlemiş bir vaktinde uyandım, ranzamız pencere kenarı dışarı olduğu gibi görünüyor. Kar yağışı durmuşsa da dondurucu günlerin habercisi rüzgar sert esmeye başlamış, çatıları vurmuştu gece boyunca. Kalorifer binasının büyük bacalarından dumanlar yükseliyordu, binaların üstü kara dumana boğulmuştu. Akşamdan durmayan kar yağışı her yeri örtmüştü. Yerdeki kar kalınlığı bir metreye yakındı, belki daha da fazlaydı. Bir an; köyümüzü hatırladım, sabah ilk işim ellerime bir çift eldiven takmak olacaktı, üşümesinler diye. Bir kar topağını yapacaktım, avuçlarımda sıklaşıncaya dek… Bakışlarım pencereden, uykularında rüya gören öğrencilerden yana kaydı, elimden olmadan bir iç çektim. Daha ilk gecemiz, annemi çok özlemiştim.
Ruhları fethedilmiş, büyülenmiş olan küçük insanlar farkında olmadan derin hayallere dalmışlardı. Her biri yüz yılların ötesinden gelecek ezgilerle bütünleşecek, hep bir umut peşinde koşacaklar, ruhlar topluluğunun beklediği ezgiler deryasında yok olmadan, geleceğe ilk günün ilk adımını atmışlardı. İç dünyamızda yaşadığımız bir özlem vardı. Her birinin hayali onu, başka bir aleme götürmüştü. Bütün hayatlarının yapısını oluşturan umutlar, ıstıraplar ve neşeler vardı. Bu ilk gecede deli rüzgârın getirdiği ezgiler hayatın çığlığıdır. Dünyanın hay huyları içinde gelecek kaygıları arasında duymak istedikleri tek şey olacaktı; insanca yaşamak… Yeni tarihler yazmak için belki; insanların hayatını yönlendiren törelerin hesaba dayanan bir mantığının olmadığını bir gün anlayacaklar mıydı?..
O kış gününde; Eğitim Öğretim kapısını aralayan Korkut Yatılı Bölge Okulu benim için büyük bir gün sayılır. Devletin bana tanıdığı imkanları, hayatım boyunca minnetle andığım ilk adım, siyah önlük ve beyaz yakalık, ilk yemek, ilk gecenin rüyaları…
Duamdır; Devletimiz zeval görmesin… Yüce Rabbim şahittir, devletime olan borcumu layıkıyla ödemeye çalıştığıma inanıyorum, gözüm arkada kalmayacak.
06 ARALIK 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.