Havai Fişek Altında Öpüşmek
Günler geçiyor. Alışıyor sensizliğe saatler. Gece yine örtüyor kederi, acıtarak. Aklıma vurdukça Yasemin, Kaskatı kesiliyor kaslarım. Gözyaşlarım kendini halinde, ellerim geriliyor. Sol kaburgamın altından giren çift başlı hançerin bir ucu kalbimi parçalarken, diğer ucu midemi itekliyor. Kaburgalar geriliyor içine aldığı nefesi hapsetmiş. Kafatası, içerden gelen baskının şiddeti ile geriliyor. Nedir bu acı mıdır? Hüzün mü? Yok oluşun, var oluş hikayesi mi?
İnsan her Türküye ağlar mı? Ağlıyormuş genç yaşta kaybedince sevdiğini. Türküler nasıl da biliyor, acının ne olduğunu. İnsan Kaybettikten sonra kıymetini anlıyor filan derler. Kaybetmeden de biliyorduk. Bilmesek, kaybettikten sonra bu kadar acı çeker miydik? İşte bu düşünceler ve hisler içindeyken, ekrandan geçen bir havai fişek görüntüsü Yasemin ile geçirdiğim bir anıyı hatırlattı. Yapmadığım bir öpücük olmalıydı diye düşündüm se de hiç aklıma da gelmemişti. Çünkü bizim sevgimizin belirteçlerinden biri öpüşmek hiç olmadı. Öyle bir şey de aklımıza gelmedi. el ele bile kendi memleketimizde gezemezdik ki. Öğrencilerim var, büyüklerim var, konu komşularım vardı. Kolay değildi öyle memleket sokaklarında el ele yürümek.
Tatil kavramı da çok cezbedici değildir bizde. Bizim dönemler de taksiye verilen para ile tatilde harcanan para gerçekten zayi olmuş para anlamına geliyordu. Taksiye verdiğimiz parayla sanki işimiz bitecek iflas edecek gibi bir duyguya kapılırdık. Zor gelirdi bizim dönem insanlarına. Sıfır araba alırsın vergisini mazotunu ödersin, Bakım parası vs. Zoruna gitmez ama Taksiye verilen para ruhumuzu daraltırdı. Tatile de bu duygular yüzden kendi paramızla gitmek zordu. Yine bir bilgisayar firmasının aynı zamanda turizm seyahat acentesinin de sahibi olması sebebi ile bilgisayar satışlarından bize tatil şansı tanıdı. Didim de masajlı filan beş koca yıldızlı bir otel. Gerçi beleş otellerin yedi yıldızlısını görmüş insanlarız. beş yıldız bizi kesmese de beleş. Hem de beş gün.
Yasemin “yine dörtayak üstüne düştün ha” dedi Eh haksız da sayılmazdı. Balayımızı bile Bir firmanın 5 gecelik bayi toplantısını bahane ederek otel masrafından kurtulmuştum. Hatta resepsiyon da ki arkadaşa balayındayız deyince bize gizliden balayı süitini verdi. Yalnız elinizdeki bilekliği odaya giderken sakın takmayın diye tembihlemişti. Gerçi biz hiç takmadık, yemeğe giderken gösterdik sadece.
Didim de beş günlük tatile gidecek zamanımızda yoktu, yol paramız da fazla geldi zaten. Bir iki kişiye teklif ettik gidin diye ama kimse gidemedi. Bize kaldı. Gözümüzü kararttık gittik. En güzel günlerimizden hatta gezilerimizden oldu. Gündüzleri Didim’i gezdik. Geceleri de baş başa kaldığımız zamanların tadını çıkardık. Otelin denize çıkan tarafında ortada yuvarlak kocaman bir bar vardı, her şey beleş tabi. Yaseminle biz Ananas suyunu çok seviyorduk. Ben yasemin sevdiği için severdim. Hatta futbol takımı hiç tutmadığım halde Yasemin Galatasaray’ı tutuyor diye Galatasaraylı olurdum. O beş günün 4 gecesi de deniz kıyısında ananas suyu içerek beraberce geçirdik. Ne kadar rahatlamıştık. nasıl da mutlu oluyorduk. Memlekette 24 saat beraberdik ama bir saat devamlı yalnız kalmamız mümkün olmuyordu. İşte bu gecelerden birinde, kumsala indik. Diğer otelin sınırını geçtik sanırım. İki güzel Uzun sandalye görünce oturduk. Elimizde kocaman bardakla ananas suyu da vardı. Tatlı tatlı sohbet ediyoruz, gelecekten geçmişe, sivilcelerimizden çocuklarımıza kadar. Ama sohbetten ziyade beraberliğimizin tadını çıkarıyoruz. Bir ara derinleşmeyen Didim denizine bile girdik. Sonra gelip uzandık uzun sandalyeye. Yıldızlara bakarken el ele tutuştuk. Sıkılmadık hiç hem karanlık hem de bizim memleket değil kim görecek ki diye düşünüp gülüşürken yanımızda bir patlama sesi ile irkildik, İrkilme refleksine başlamadan üstümüzde havai fişek şekilleriyle ışık gösterisi bizi öyle mutlu etti ki, elimizi daha sıkı tutup parlama gürültüsünü unuttuk. Anlatılmaz bir duygu idi her ikimiz içinde. Yasemine dedim ki “ Nasıl beğendin mi senin için yaptırdım. “ Ne cevap versin “ Hadi oradan len, taksiye bile zor para veren sen buna mı para vereceksin.” Çok haklı! Donumdan çorabıma kadar her şeyimi Yasemin alır. Muhasebemizi Yasemin tutardı. Öyle incelik hiç de aklıma gelmez. Yirmi iki yılda topu-topu 10 kere çiçek almış, onun da yarısı bana gelen çiçeklerdir. Zaten para verip alsam “hadi len gerçeği söyle kim verdi bu çiçeği sana” der inanmazdı. Tek savunmam “Kapitalist düzenin yaptırımları bunlar “ demekten öteye gidemezdim. Bilirdi Yasemin, tanırdı beni. Benim en büyük hediyem, kare şeklinde yumuşak, çam fıstıklı yeşil ambalaja sarılmış çikolatadır. Çünkü nişanlıyken o çikolatayı çok sevdiğini söylerdi. Ben de her seferinde onu alırdım. Bizim odunluğumuz da tam odunluk değildi tabi.
İşte televizyonda bu havai fişek ışıltıları altında öpüşme sahnesini görünce “Tüh” dedim kendi kendime. O zaman niye düşünemedim ki. İşte o ışıltıların altında o kadar güzel zaman geçirdik ki parayla tutsam o kadar güzel olmazdı. Evlendiğimiz yıllarda havai fişek patlatmak yasaktı. Zaten Memlekette öyle bir şey bulma şansımız da yoktu. Ben de Ankara da bu işleri o dönem yapan tek bir firma vardı ona ulaşmıştım. Memleketimde İlk sivil havai fişeği atan bendim. Hatta onla kalmamış Çin’den getirilen uzun süre patlayan çat-patlar getirtmiştim. Düğünde atmıştık. Belki de bana o yüzden tanıdık gelmişti yanımızda atılan havai fişek ışıltıları. Benim düğündeki gibi 12 tane değildi. Bitmek bilmedi bir türlü. İşte o zaman neden öpmemiştim ki yabancılar gibi. Hadi benim aklıma gelmedi, Yaseminin de mi aklına gelmedi? Gelse de yapmazdı ki. Tanıdık duygular değildi bize onlar. Bize el ele tutuşmak bile yetiyordu. Gece de olsa kimse de olmasa öpüşemezdik ki mümkün değildi. O zaman niye aklıma gelsin ki. Gelmedi. (06/12/2020 Hopa)