- 714 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
644 – ANNE FRANK’IN HATIRA DEFTERİ ve ÇAĞ
Onur BİLGE
“Çağ,
Irk mücadelesi, herkesi ilgilendiren bir konuydu. Malum, Amerika’da siyah beyaz mücadelesi vardı. Eserin dünya çapında büyük bir ilgi görmesinin en önemli sebeplerinden biri de gerçek bir hayat hikâyesi olmasıydı. Bunda tiyatro ve senaryo yazarlarının en güzel şekilde dramatize etmiş olmalarının da rolü azımsanacak kadar az değildir. Zaten gazete ve radyolarda da Arkası Yarın halinde yayınlanmaya devam edildi.
Kitap, 1958’de Hayrun İnsel tarafından Türkçeleştirilmiş, İnsel Kitapevi tarafından yayınlanmış. Avni İnsel, telif hakkı konusunda diğer çeviri yapanlarla ve matbaalarla epey bir uğraşmıştı. Bunlardan biri de Can Yücel’di.
Bu eser, bir topluluğu kötülemek, diğerini övmek amacıyla değil, içinde bulunduğumuz medeniyet çağında dahi milyonlarca insanı katletmekten acayip bir haz duyabilecek kadar vahşi kişilerin varlığını tüm dünyaya ilan etmek için dünyanın her yerinde, her dilde yayınlandı, tiyatro ve sinemalarda gösterildi. Zulmedilen küçük kız, hangi ırktan ve hangi millete mensup olursa olsun, bu değişmeyecekti. Çünkü kimseye böyle büyük bir acı çektirilmesine tahammül edilemezdi.
Beni en çok etkileyen, Anne Frank’ın hatıra defterine kaydettiği şu dileğiydi: “Öldükten sonra da yaşamak istiyorum!” Toplama kampında, çok kötü şartlarda, hayatının baharında zalimlerin zulmüne daha fazla dayanamayarak, kendisinden çok büyük olmayan ablası Margot ile birlikte, herhalde o zamanlar salgın olan tifüse yakalanarak gözlerini kapatan zavallı kızcağızın bu dileği iyi insanlar tarafından el birliği ile gerçekleştirilmiş oldu. O, gerçekten manen ölmedi. Herkesin gönlüne kurduğu tahtlarda safa sürüyor.
Bankacı Otto ve Edith Frank’ın kızları olan Annelies Marie Frank, 12 Haziran 1929’da, Almanya’nın Frankfurt şehrinde, çoklarından şanslı bir kız olarak dünyaya gelmiş. Frankfurt yakınlarında bir dairede refah içinde ailesiyle beraber beş yaşına kadar yaşamış.
Doğduğu yıla rastlayan 1929 Büyük Buhranı bütün dünya ekonomik krize sürüklenmişti. 1933’te Naziler iktidara gelince, Otto, işi gereği Amsterdam’a gitmiş ve bir süre sonra ailesini de yanına almış.
Hitler Hollanda’ya girince, orada da Yahudilere zulmetmeye devam etti. Onlara orada da rahat huzur, insanca yaşama hakkı yoktu. Yahudiler ikinci sınıf insan muamelesi görmektedirler. Her an öldürülme korkusu içinde yaşamaktadırlar.
Küçük kız ablasıyla birlikte bir Yahudi okuluna devam etmektedir. En yakın arkadaşı Nanetta’dır. Öğretmenleri de kaçak bir Yahudi’dir.
Nanette ile aynı sırada yan yana oturmaktadır. Gelecek güzel günlere dair hayaller kurmaktadır. Hayata tutunabilmeleri için bundan başka yapabilecekleri bir şey yoktur.
Anne Frank’ın hayalleri arasında, ileride tanınmış ve otorite sahibi biri olma arzusu vardır. O şartlarda bu, ona en çok gerekendir. Konuşkan ve hayat dolu olan küçük kız herkesle iyi geçinen, içinde bulunduğu duruma uyum sağlayabilen, ablasına özenerek onu geçmeye çalışan, mücadeleci, güçlü, bununla beraber hassas bir kızdır.
Yahudilere Hollanda’da iş yeri açma hakkı verilmemektedir. Otto, işlerinin başına samimi bir arkadaşını geçirmek zorunda kalır. 1942 yılının Temmuz ayında Margot’a celp gelir. Yahudi olarak işaretlenmek üzere SS merkezine çağrılmaktadır.
Anne Frank, on dört yaşındadır. Babasının Prinsengracht’taki iş yerinin arkasındaki o iki yüz metrekarelik bölümde gizlenmeye başlarlar. Yanlarında dört Yahudi daha vardır. Günlükte Gizli Oda şeklinde sözü geçen yerde mahsur kalırlar. Otto Frank’ın sekreteri Miep Gies onlara ihtiyaç duydukları yiyecek içecek ve eşyaları getirerek hayatta kalmalarına yardım etmektedir.
Sekizden sonra sokağa çıkmak yasaktır ama 12 Haziran 1942’de Anne Frank’ın sınıfı arkadaşları, sınıf öğretmenlerinin nezaretinde düzenlenen bir partiyle, hep birlikte onun on üçüncü doğum gününü kutlamayı başarırlar. Doğum günü için gelen hediyeler arasında bir ajanda da vardır. O armağan, ailecek alışverişe çıktıkları zaman Anne Frank’ın doğum günü için satın alınmıştır. İşte o ajandaya yazılanlar, yıllar sonra bulunacak, içindekiler milyonlarca kişi tarafından okunacak ve savaşın çocuklar üzerindeki etkisi herkes tarafından en ince ayrıntılarına kadar öğrenilecektir. Yazar, çağının tanığıdır.
Küçük günlük yazarı, çocukluktan genç kızlığa geçerken karşılaştığı ergenlik meselelerinin etkisi ve savaşın getirdiği ruhsal sıkıntılarla bunaldıkça Kitty adını verdiği günlük defterine başlarından geçen olayları, duygularını ve düşüncelerini, tüm detaylarıyla, açık bir dille, içtenlikle iki yıl boyunca, bıkıp usanmadan, hiç aksatmadan kaydeder.
Önceleri vakit geçirmek gayesiyle yazmaya başlar. Can sıkıntısı içindedir. Daha sonra, savaş bitince tutulan günlüklerin toplanarak değerlendirileceğini duyar. Kendi günlüğünün de onlardan biri olması düşüncesiyle daha kapsamlı ve etraflıca yazmaya başlar. O bir savaş çocuğudur. İçinde bulunduğu ağır şartlar onu vaktinden önce olgunlaştırmıştır.
4 Ağustos 1944’e, yani kimliği meçhul bir Hollandalı tarafından ihbar edilip, Gestapolar tarafından götürülünceye kadar yazmaya devam eder. Aile farklı kamplara dağıtılır.
Franklar ve yanlarındakiler, 1944 yılı Eylül ayında, SS subayları ve polis tarafından saklandıkları yerden alınarak trenle Polonya’daki Auschwitz toplama kampına gönderilirler. Anne Frank, ablasıyla birlikte çalıştırılmak amacıyla yaklaşık bir ay sonra Kuzey Almanya’daki Bergen - Belsen toplama kampına sevk edilir. Orada, günlüğünün son satırına kadar muhafaza etmeyi başardığı tüm umutları tamamen yok olur. Ne yazık ki ona da ablasına da İngiliz Birliklerinin Bergen - Belsen kampına girdikleri 1945 yılının aydınlık 15 Nisan gününü görmek nasip olmaz.
Anne ile sıra arkadaşı Nanetta yıllar sonra Polonya’daki Auschwitz toplama kampında karşılaşırlar. Anne, bir deri bir kemik kalmıştır. Giyecekleri bitlendiği için çıplak bedenine sardığı battaniyeyle kalmıştır. Öyle bir haldedir ki Nanetta onu zor tanır.
Annesi Edith 1945 yılının Ocak ayı başlarında Auschwitz’de ölür. Otto, Kızıl Ordu gelince aynı yıl, Ocak ayının 27 sinde Auschwitz kampında Sovyet askerleri tarafından özgürlüğüne kavuşturularak o menhus yerden sağ kurtulmayı başarır. Hatıra defterini Otto’ya sekreteri Miep teslim eder.
Otto, ajandada yazılı olanları defalarca, gözyaşları içinde, hıçkırıklara boğularak okur. Aylar sonra bir gün Nanette ile tanışır. Uzun uzun o zamanlardan ve Anne Frank’tan bahsederler. Ona bu defteri yayınlamak istediğinden söz eder.
Otto Frank, defteri kopyalayarak bir profesör arkadaşına gönderir. O vasıtayla kitap 1947 de çıkarılır. O ilk baskısı, yüz elli bin adettir. Arkası çok gelir. Altmış dile çevrilir. En çok satan kitaplar listesine girer. Satışı otuz milyonu geçer. Bazı ülkelerde müfredat kitapları arasına girer.
O defter, sıradan bir defter değildir. İnsanoğlu yaratıldığından beri, Habil’le Kabil arasında başlayan ve ne yazık ki sürmekte olan anlaşmazlıkların, kavgaların, cinayetlerin, toplu katliamların, savaşların iç yüzünü anlatan başarılı bir dramdır.
Bu mektuplar da sıradan mektuplar olmayacak. Adını kimse bilmeyecek ama belki günün birinde gizli aşkımı, en ince ayrıntılarına kadar bilmeyen kalmayacak.
Çağımın tanığı mıyım, değil miyim, tartışılabilir ama bu aşkın tek tanığı benim!
Sense benim Çağ’ımsın!
Tanık”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 644
YORUMLAR
Tevrat'ın ilk ayeti "YAŞAT".... Yahudilerin on emrin altıncısı "öldürmeyeceksin" YAHUDİ TOPLUMU bunlardan hangisine uyuyor, şu an binlerce bebek çocuk Yahudilerce katlediliyor, dünyanın sesi çıkmıyor. Yeşilçam, Hollywood filmleri Yahudi sempatisi üzerine imamları hacıları kötü, papazları hahamları iyi gösteriyor. Tarih kitabımızı yazan Yahudi, ben bu günlüğe neden inanayım. Osmanlı tarafından; Soy kırıma uğrayan, İspanyadan Selanik'e getirilen Yahudiler ilk işi Osmanlıyı yıkmak için uğraşıyor ve günümüzde hala devam ediyor. Biz Kuranla birlikte İncil'e, Tevrat'a Zebur'a inanan milletiz.
Hakikaten bir yahudi kıyımı var mıydı yoksa böyle bir senaryo o gün ki toplum mühendislerinin ihtiyacı mıydı emin değilim. Fakat yüzde yüz başarıyla sonuçlanmış bir çalışma olduğundan eminim.
Bu gün aynı strateji ile yine devletler kurulup yıkılıyor. Bu bazen Zenciler oluyor Bazen Kürtler Bazen ermeniler. Bu gün hiç birimizin hatırlamadığı BELENE de Türkiyede bir çok taşı yerinden oynatmıştır. Bulgar göçmenler için türkiye yeni,den dizayn edilmiş bir kaç yıl sonra yapılanlar çöpe, gelen veya getirilenlerin ekserisi geri dönmüşlerdir. O yıllardan aklımızda kalan Cep herkülü; Naim süleymanoğlunu da akıbetini de hatırlayan çok değildir. :(
Mümin feraseti ile bakmadıkça Dünyaya yenilecek ve durmadan yenileceğiz.
Söylem ne. Yer yüzü kardeşliği.Pratik uluslar arası kalleşlikler. Piyon devletler Katı yöneticiler.
Netice. Ziyan olmuş bir dünya can. Sonra Barış diye bir parantez. Yorulunca mola veren
sipahinin yeni yol ve strateji belirleyeceği aralıklar.
Tamda burada İslam bilinmeli ve anlatılmalı. Zira İslamda Barış yok. KARDEŞlik vardır. Ve Kurtulduğuna inanan kardeşinin kurtulması için yaşar. Savaşmaz. Sefer bizim zafer Allahındır ilkesini yaşatır.
çok mu oldum ne ? :)