- 605 Okunma
- 5 Yorum
- 2 Beğeni
641 – GONCA
Onur BİLGE
“Gonca,
Şarkılar mı aşkı, aşk mı şarkıları körüklüyor? Son zamanlarda aklıma takılan bu sorunun nedeni “Ah bu şarkıların gözü kör olsun!” isimli şarkı…
Yağmurlu bir günde sırılsıklam gelişin mi, o yanık tenine inat lacimavi gözlerinin büyüsü mü, bakışlarının masum ışıltısı mı, yoksa radyodaki şarkılar mıydı beni sana meftun eden, bilmiyorum. Fakat Avni Anıl’ın bestelediği şarkılar tekrar içkiye başlatacak neredeyse beni.
Seni unutamadıkça şarkıları türküleri suçluyorum. Aslında bir onlar değil, her şey seni hatırlatıyor bana ve sana olan hasretimi arttırıyor. Kaptan: “Unut!” diyor, tek kelimeyle. Sanki o kadar kolaymış, basitmiş, benim elimdeymiş gibi… Bu şarkı başlasın da haydi neşeli ve hareketli ol bakalım! Anında bir yerlere gitmemek için tutun olduğun yere de göreyim!
Şarkılar türküler mi kıvama getiriyor beni, aşk konusunda, yoksa aşk mı onları bana haddinden fazla anlamlı hale getirip, yudum yudum içiriyor? Düşünüyorum da ne zaman âşık olduysam konuşmaya başladı şarkılar türküler benimle ve ben de onlarla ister istemez… Normalde kulağıma gelen sadece mırıltılar ve musiki iken, mânâsı idrakime teğet geçen eserler, sevdalandığım zamanlarda anlamlarıyla da ruhuma işlemeye başlardı. Türk musikisinin derin duygusal şarklarının her nağmesi ve her kelimesi yüreğimi titretiyor. Daha ilk notalarda âdeta kendimden geçiyorum. Mest ediyor bu hüzünlü ve duygu yoğun şarkılar beni.
“Öyle dudak büküp hor gözle bakma…” Küçük dağları sen yaratmışsın sanki! “Her işime o koca burnunu sokma! Sana ne benim hayatımdan! İşine bak sen!..”
Bak sen!.. Küçük hanım büyümüş de meydan okuyor bize! Aşağılıyor! İsyan ediyor! Bir anda silip atıyor dert ortağını, can yoldaşını, en yakın arkadaşını, sırdaşını… Azarlıyor fütursuzca, paylıyor! Sıfıra eşitliyor, çekip gidiyor! Negatif değer bile vermiyor! O da bir değerdir ya nihayetinde.
“Çoktan unuturdum ben seni çoktan…” Suçu şarkılara atıyorum. Kolayıma gidiyor belki. Bana seni hatırlattıkları, yaşattıkları, bana beni ve her şeyiyle bütün dünyayı unutturdukları için…
Biz alışığız şarkılarla ağlamaya, şarkılarla yaşamaya beraberliklerimizi ve şarkılarla ayrılıp kederlere gömülmeye… Şimdi ben de yalnızlığımı şarkılarla yaşıyorum. Yokluğun da bambaşka bir haz veriyor ruhuma. Onun da kendine has apayrı bir tadı var, buruk ve acı olsa da…
“Güzelsen güzelsin, yok mu benzerin…” Belki de başkalarına göre güzel bile değilsin. En azından dünyanın en güzeli değilsin. Benim için güzel ne anlama geliyorsa o sensin. Daha güzelleri mutlaka var hem de sayısız ama sadece güzellik yeterli değil ki sevmek ve anlaşmak için. O kadar çok etken var ki beraberinde, herkese göre farklılık arz eder hem de.
En çok korktuğum başıma geldi nihayet. En çok senden kötü bir söz işitmekten korkuyordum. O da oldu. Öyle olursa içimdeki aşkın yanıp yok olacağını sanıyordum. Korkum ondandı. Çünkü beni mutlu eden bir aşkındı, şu bana doğru bakmaya hiç tenezzül etmeyen, kendi feylinde dönen dünyada. Hiçbir şekilde malik olamayacağım akıl almaz bir servetti benim gibi bir fukara için. Zenginliğimdi.
“Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi…” Hep gülümserdin sen bana, başkalarına kaş çatsan da. Her zaman uysal bir yavru kedi gibiydin. Yanıma sokulur, başını omzuma koyar usul usul anlatırdın olanı biteni, seni üzenleri, en çok da anneni… Genç kızların o yaşlarda en çok uğraştıkları kişidir anneleri. En ters çıktıkları… İsyan ettikleri… Ne kadar severlerse o kadar uzaklaşırlar onlardan o dönemde ve devre dışı bırakmak isterler tamamen. Senin de en büyük şikâyetin ondandı. Gelinliğini giyinceye, duvağını takıncaya, alını örtünceye , eteklerini sürüye sürüye çekip gidinceye kadar da öyle kaldı.
Ne zaman ki sudan çıktı bizim alık balık, suyun ne kadar hayati değere sahip olduğunu anladı ama iş işten çoktan geçmişti. Ne kadar ne olursa olsun anne, anneydi! En azından elin oğlundan daha yakındı, onunla mukayese edilemeyecek kadar hayat kaynağıydı onun için ama sudan çıkıncaya kadar ehemmiyetinin farkında değildi. Kıyıya vurunca fark etti nasıl olurmuş nefessiz kalmak! Can çekişmeye başladığında anladı lüzumunu.
Firavun da öyle yapmıştı. İlkten benliği ilah ilan etmişti kendisini. Meydan okumuştu Yaratan’ına! Son anda, acze düşüp çaresiz kalınca idrak etti ama ne çare!.. Alık balık gibi kuma gömüldü. Gecikmiş tövbe ve imanın ne yararı var! Kim bilir kaç kez uyarılmıştı da hizaya gelmemişti! Haliyle kalbi de mührü yemişti! O zamanlardan sonu belliydi. Uyarıcı işini bitirmiş ve gitme emrine itaat etmişti.
Kristal bir kuledir gönül. Yıkılınca yapılması kolay kolay mümkün değildir. Kendi adıma da korkum ondandı. Ana kalbi evladına daima ılıktır. Ancak ne kadar şefkat doluysa o kadar da kırılgandır. Geriye baktığında onun kalbinin yerle bir olduğunu gördün. Senin için hep elde birdim ben. Bir insan ancak anne sevecenliğiyle o kadar çok sevilebilirdi ve ben seni en az annen kadar seviyordum. “Baban kadar…” demiyorum. Onun sevip sevmediğinden bile emin değilim. Senin için eskiden yoktu, halen de yok. Belki de ondan bu haldesiniz. Annem, anneannen ve sen…
Kaptan da diyor ki: “Allah kulunu annesinin sevdiğinin yüz misli fazla sever!”
“O zaman nasıl kıyar da yakar? Sahi, Allah yarattığını yakar mı?” diye sordum.
“Şüphen mi var? “Yakarım!” demişse yakar!..” diyor ateş püskürerek! Tepemden aşağıya kaynar sular dökülüyor! “Tövbeyi geciktirmemek lazım!”
“Zaten cennete girecekler de girmeyecekler de belli…”
“Nerden çıkarıyorsun bunu?”
“Nerden olacak! O demiyor mu: “Biz onların kalplerini mühürledik. Onları uyarsan da uyarmasan da birdir. İman etmezler!” İnanmayacaklar yani…”
“O öyle değil. İstediğin gibi kıvırma! Öyle olmuş olsaydı: “Kalk, irşat et!” der miydi Peygamberlerine! “Şunu şunu uyar, bunu bunu uyarma!” derdi ve yapılan hatalardan kimseyi sorumlu tutmazdı. Çünkü o zaman günahkârlar, kâfirler ve münafıklar suçu üzerlerinden atmaya O’nu suçlamaya kalkarlardı, “Beni Sen yarattın! Günahkâr olduysam Senin yüzünden! Sen asi yarattın beni!” derlerdi. Salih kulların da yaptıklarının karşılığının önemi kalmazdı. Ceza da mükâfat da adil olmazdı. Bilgi herkese eşit dağıtıldı, uyarı herkese aynı şekilde yapıldı. Anlamak isteyen anlamaya ve uygulamaya yanaştı, anlamak istemeyen kıyı kıyı sıvıştı. Anlamak isteyen anında anladı, kabul etti, anlamak istemeyen, bin kere tekrarlandığı halde bin dereden su getirdi, anlamaya yanaşmadı. Öyleleriyle uğraşmak, vakit kaybetmek, anlamak, aydınlanmak ve yollarını bulmak için can atanların hakkını yemek demektir. Kimden vazgeçilmiş ki! Kimin ayağına defalarca gidilmemiş, kime saatlerce dil dökülmemiş! İnsanlık meziyeti eksik olanlarla çok fazla uğraşmaya gerek yok!”
“Yani sen şimdi bana: “Ârif isen bir gül yeter kokmağa, câhil isen gir bahçeye yıkmağa!” mı demek istiyorsun?”
“Arife tarif ne gerek!”
Arif”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 641
YORUMLAR
Bu yazı bir yerlere yetişmenin arefesinde yazılmış sanki. Yada finalde ki " vurgu "İnsanlık meziyeti eksik olanlarla çok fazla uğraşmaya gerek yok!”
Bezginliğine kurban gitmiş. Bir ihtimal daha var. O da bu gün benim kavrama konusunda sığ olabileceğim. Hangisi hakim bilmiyorum ama bu yazı diğer yazıların yanında otursa yarım saatte kıpkırmızı kesilirdi.
Bir sonraki yazıya zemin hazırlığı değilse tabii. Onu okuduktan sonra bakalım ne oluşacak.
İlk defa aç kalkıyorum sofranızdan.:)
Yok, vallahide yok...
inan kendimi çok zorluyorum bir yazınızı baştan sona kadar okumayı çok istememe rağmen olmuyor.
Bir lokmanın boğazda tıkanıklığı gibi gitmiyor.
dürüst olmak gerekirse durum bu inanın.
size böylesi bir eleştiri ilk ben mi yapıyorum bilmiyorum
eğer ilk bensem, demek ki sizi seven de bu sayfada ilk benim bir dost olarak diye düşünüyorum.
nice sevgiler saygılarımla.
Onur BİLGE
Teşekkürler... Sevgiler... :)
MÜSLÜM BAYRAM
rica ederim her daim dostlukla... nice