- 473 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İç sesim çıldırmış olmalı( an hızı)
‘iç sesim çıldırmış olmalı yazı dizime devam’
‘AN HIZI İLE YOLCULUK’
"An hızıyla yolculuğa çıkalım mı..? Hadi binin gemime yolculuk başlasın. Biraz hayal ürünü, biraz bilimsel..."
Peki, öncelikle ‘an hızı’ ile ne demek istiyorum onu açıklayarak başlayalım, ama bu tabiri açıklamadan önce biraz bilimsel bilgi aktararak devam etmeliyim ki, anlatmak istediklerim daha net anlaşılabilsin.
Işık hızı dediğimiz hızın saniyede 300,000 km olduğunu düşünürsek bu hız ile gözlemleyebildiğimiz Ay’a yaklaşık bir hesapla 2,6 saniyede ulaşılabiliniyor.
Yani ışık hızı ile hareket eden bir gemiye bindiğimizi hayal edersek Ay’a ulaşmamız 2,6 saniye.
Aynı gemi ile Güneş sistemimizde ki yıldıza da yolculuk yaptığımızı hayal edersek, yaklaşık 8 dakika gibi bir sürede bu hedefe de ulaşabiliyoruz.
Buraya kadar matematiksel terimlerle, neler yapılabileceğini anlattığım, dünya üzerinde hesap edilebilen en yüksek hız ‘ışık hızı’ diye isimlendirdiğimiz hızdır.
Şimdi gelelim ‘an’ hızına;
Biraz önce anlattığım gemiye bindiğinizi veya üzerinizde uzayda hareket etmenizi sağlayacak bir koruma kalkanı olduğunu hayal edin, hani son zamanlarda epeyce moda olan bilimkurgu filmlerinde ki kalkanlar gibi. Soğuk, sıcak gibi her hangi bir dış etmenden etkilenmeyen, oluşabilecek olan saldırılardan ve dış bilinmeyen, hesap edilemeyen olumsuzluklardan sizin etkilenmemenizi sağlayacak bir koruma kalkanı.
Şimdi bu koruma kalkanına veya içinde olduğumuz uzay gemisine, düşüncelerimiz ile kavuştuğumuza göre, ‘an hızına’ geçelim.
Gözümüzle gördüğümüz ve beynimizin işlediği verilere göre olduğunu bildiğimiz bir yer hayal edelim.
Misal olarak Ay diyelim. Ay’da olmak istiyoruz ve o an aydayız. İstediğimiz her an, istediğimiz her yere, bu an hızıyla ulaşabiliriz artık. Güneşe gitmeyi düşünüyoruz o an güneşteyiz.
Nazım Hikmet’in: ‘akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın’ dizelerinde ki gibi.
Hayal buya, Güneşi zapt etmeye varmısınız.
Neyse çok fazla edebiyata girmeyelim bu yazı ne de olsa bilimkurgu yazısı öyle değil mi.
Şimdi an hızını anladığımıza göre kendi güneş sistemimizi bir dolaşalım an hızı ile ve sırayla. Toplam da dünya hariç 7 gezegen dolaşacağız. Dünya ile birlikte, bizim güneş sistemimizde 8 gezegen var. Birde sonrasında cüce gezegen ilan edilen Plüton ve sayıları ortalama 10000 olduğu tahmin edilen cüce gezegenler. Günümüzde bu cüce gezegenlerden beş tanesinin bilindiği düşünülmektedir bunlar;
‘’Ceres, Plüton, Haumea, Makemake ve Eris.’’
Biz günümüz itibari ile bilinen olarak düşündüğümüz cüce gezegenleri, hesaba katarak yolculuğumuza başlayalım.
İlk ziyaret edeceğimiz gezegen olarak ben, bu hayal ürünü yolculuğum da, Merkür’ü seçtim, siz istediğiniz gezegenden, cüce gezegenden veya yıldızdan başlayabilirsiniz.
‘An hızıyla’ hareket eden gemimizle Merkür’e ulaştık. Ama ulaştığımız yer Merkür gezegeninin sadece bir noktası, komple bir keşif için en az 1000 ayrı bölgesine yolculuk yaptığımızı ve bu yolculuklarda gözümüzün aldığı sinyalin beynimizde bizim algıladığımız bilgiye, yani görme işine dönüşebilmesi ve bizim biliyoruz diyebilmemiz için gerekli olan zaman kadar, ziyaret ettiğimiz her bölgede kaldığımızı düşünürsek. Sadece bir gezegen için en minimum süre olan 1 saniye (çarpı) ziyaret ettiğimiz 1000 bölge dersek, ziyaret ettiğimiz her gezegende 1000 saniye yani ortalama 17 dakika zaman geçirmemiz gerekli.
Ziyaret edeceğimiz diğer her gezegen için de hemen hemen aynı süreler de zaman kayıp edeceğimizi düşünürsek, ‘an hızımızla’ bile gözümüzün aldığı sinyalin beynimizde bizim algıladığımız bilgiye, yani görme işine dönüşebilmesi ve bizim biliyoruz diyebilmemiz için, gereken zaman sadece güneş sistemimiz de bulunan gezegenleri gezmek ve en minimum şekliyle bilmek için 17x 7= 119 dakika yani ortalama 2 saattir. İşin içine var olduğunu bildiğimiz 5 cüce gezegeni de katarsak 5x17=85 dakika cüce gezegenleri de, gezerken kayıp edeceğimiz zaman. Toplamda ortalama 4 saat güneş sistemimizde bulunan gezegenlerin tamamını gezmek için bize gerekli süre. Bizim güneş sistemimiz de olduğu tahmin edilen 10000 cüce gezegeni hesaba katmıyorum bile.
Şimdi işi biraz daha büyütelim ve galaksimiz olan samanyoluna açılalım, ne dersiniz açılalım mı?
Yukarıdaki hesaplardan benim gözüm biraz korktu da. Neyse ‘Korkunun ecele faydası yoktur.’ Atasözünü kendi kendime telkin ederek devam edeyim.
Yapılan en son araştırmalara göre, çapı 120 bin ışık yılı olan galaksimizde, Dünya ile aynı büyüklükte en az 17 milyar gezegen ve 200 ile 400 milyar arasında yıldız bulunduğu düşünülüyor.
Ortalama insan ömrünün fazla fazla 80 yıl olduğunu düşünüp kısa bir hesap yapacak olursak.
80 yıl, 960 ay, 4160 hafta, 29200 gün, 700800 saat, 42048000 dakika ve 252880000 saniye yapıyor.
Yukarı da anlattığım ortalama hesaba göre, sadece bir gezegeni 17 dakika gibi bir sürede gezebileceğimizi düşünürsek, ortalama insan ömrünün denk geldiği 42048000 dakikayı, bir gezegeni ‘an hızıyla’ görüp bildiğimiz dakika olan 17’ye bölersek çıkan sonuç olan 247342 rakamı bir ömürde gezebileceğimiz gezegenin sayısını bize veriyor.
Yani bir insan ‘an hızı’ ile gezmekten ve görmekten başka hiçbir iş yapmasa bile galaksimiz olan Samanyolu’nda bulunan 17 milyar gezegen ve 400 milyar yıldızdan sadece 247342 sini gezebilecek.
Bu da şu demek oluyor ortalama bir insan ömrü ile Galaksimiz olan Samanyolu’nda var olduğunu bildiğimiz gezegen ve yıldızların bir milyon yedi yüz binde birini gezebileceğiz, hayal ürünü olan ‘an hızımızla’ bile.
Ama daha ben komple evreni görmek istiyordum. Demek ki bana bu dünya yaşamı için tanınan süre benim var olduğunu bildiğim Samanyolu galaksisini görmeye bile yeterli gelmiyor.
Yaratıcıyı anlamak için sanırım bu kadar matematiksel hesap yeterli. O istemezse ne siz, ne de ben hiçbir bilgiye sahip olamayacağız. Düşündüklerimiz teoriden öteye gidemeyecek.
Dünya var olduğundan bu zamana, var edilmiş veya yaratılmış bütün düşünürler benim size yukarıda anlattığım hayal ürünü seyahati düşündü, sanırım dünya var oldukça da düşünmeye de devam edecekler. Düşünüyorlar derken yanlış da anlaşılmak istemem, düşünme kabiliyetini kayıp etmemiş özgür ruhlardan bahis ediyorum. Ya değilse, sana ne marstan, uzaydan diyen, din maskeli yarım akıllılarla işim yok. Bu yarım akıllılar, her dinin içinde, geçmişte de vardı, hala günümüzde de varlar.
Evreni düşünmek insanlık tarihi boyunca hep var olmuştur.
Evreni düşündüğü bilinen ilk insanların evren hakkında düşündüklerini okuyunca fark ettim ki, düşüne bilen ilk insanlara göre evren epeyce küçük. Çünkü onlar evreni kendi görebildiklerinden ibaret zannediyorlardı. Dünyanın düz olduğunu düşünenlerden tutunda, dünya merkezli, güneş merkezli, evren düşünenlere kadar epeyce düşünce ile günümüz gözlemlenebilir, kaotik çoklu evrene kadar geldik.
Hadi bu evren düşüncelerini ve evreni düşünen insanlarının serüvenlerini biraz inceleyelim. Ama yine ‘an hızımızla’.
Evren ile ilgili ilk düşünceler günümüzden 4000 yıl önce görünmeye başlandıysa da ben, Milattan önce beşinci yüz yılda ortaya çıkan atomist evren modelinden başlayacağım anlatmaya. Bu evren modeline göre her şey atomlardan oluşmakta idi.
Yani her şey maddenin en küçük ve bölünemez parçası olarak kabul edilen atomlardan meydana geliyordu. Her şey derken tam anlamıyla her şey. İnsanın kanı, kemikleri hatta ruhu bile.
Bir elmada ki atom sayısının evrende var olan bütün gök cisimlerinden bile daha fazla olduğunu düşünebilmişlerdi. Onların bu düşüncelerini günümüz bilim insanları da, bugünün teknolojisi ile yaptıkları tespitlerle onaylamaktadırlar.
Ön yargılı olmayıp ta, insan merkezli bir evrene ısrar etmemiş olsa idi bu gün Batlamyus’un evren modelini ders olarak, okullarımızda okutuyor olabilirdik.
Demek ki düşünmek, matematiksel hesaplar yapabiliyor olmak yeterli gelmiyor. Bilimsel düşüne bilmek için kendi ön yargılarımızdan arınmak gerekiyor.
Kopernik devrimi ile kozmoloji bir metafizik dalı olmaktan çıkıp bilim dalı haline gelirken, Galile 17. yüzyılda engizisyona rağmen Kopernik’e destek verince, Newton’un evren modeline kadar geldik.
Newton’un evren modeli Aynştayn’a, onun modeli ise Hubbel’ın evrenin genişlediği modeline bizi getirmiş oldu.
Evrenin genişlemesinin anlaşılmasından sonra, bilim insanlarınca, bir şey genişliyorsa illaki bir başlangıç noktası vardır düşüncesi ile büyük patlama yani Big Bang teorisi, fikri ortaya atılmış oldu.
1960 yılların sonunda keşif edilen kozmik arka plan ışıması ile bu teori ispatlandı ve Böylelikle sonsuz hacim sıfır kütleden evrenin var edildiği veya başladığı Big Bang evren modeli günümüze kadar geçerliliğini korudu.
Big Bang teorisi her ne kadar Aynştayn’nın fikirlerinden yola çıkılarak ispatlansa da, Aynştayn’a göre, Big Bang’le genişlemeye başlayan evrenin birde çöküş yaşadığını ve bu döngününde sürekli devam ettiğini söylediği bir evren modeli de vardır.
Bu evren modeline verilen isim ise salınan evren modelidir.
Bu modele göre zaman sonsuzdur ve başlangıçsızdır.
Dolayısı ile zamanın başlangıcı paradoksundan kaçınılır.
Buda bilim insanlarına dünyanın değil de evrenin düz olabileceğini düşündürmektedir.
Çoklu evren teorisi gibi birçok teori de bilim adamları tarafından ortaya atılmakta ve üzerine düşünülmektedir.
Yani bilim insanları, geçmişten, günümüze kadar sürekli düşündüler ve düşüncelerini ispatlamaya çalıştılar. Tabi ki de kuru kuruya düşünmediler, düşündüklerinin dayanağı, sürekli yaptıkları gözlemler ve bu gözlemlerin sonucuna göre matematiksel formüller üretmek suretiyle çalışmalarıdır.
Bu gözlemlerin verilerini işleyerek, düşüncelerinin meyveleri olan bu evren modellerini günümüze kadar birçok yobaz tehdide rağmen bizlere ulaştırmayı başardılar.
Buraya kadar, ‘an hızımızla’ 4000 yıl önce başlayan evren modeli düşüncelerini günümüze kadar anlattım. Gemime binip de bana eşlik eden sizlerle, düz dünyadan, düz evrene yaptığımız bu tarihsel bilim gezisin de, elimizde bulunan teorilere göre bildiğimiz en son evren modeli kaotik çoklu evren modelidir. Tabi bu düz evren modelinden ayrı, başka bir model.
Ama bu anlattığım evren modeli düşüncesi de şu an için geçerli evren modelidir. Şunu aklımızdan çıkarmayalım ki, yaratılmış varlıklar olarak, hala kesin olarak evrenin modeli şudur diyebileceğimiz bir bilgiye sahip değiliz.
Sırrın sahibinin, bize verdiği biyolojik bedende hapis olan ruhumuzla anca bu kadar. Belki de ‘Cennet dediğimiz kavram bazılarımız için, (bazılarımız derken benim gibi öğrenmek isteyenlerden bahis ediyorum) sırrın tamamını öğrenmektir kim bilir…
Bilim insanlarının başlangıçtan başlayarak sona ulaşma, sırra erme serüvenleri sürüp giderken ve bu serüvenlerinde bizlere teoriler üretip evren modelleri bırakırlarken biz ne yapıyoruz.
Anlatayım, her şeyden önce bildiğimizi sanıyoruz. Özellikle kendimde, benden sonra gelen nesillerde ve günümüz gençlerinde gördüğüm kötü özelliklerden biri bu maalesef. İki dokunuşla dünyada ki bütün bilgilere ulaşabilme konforu, bütün bunları anlayabildiğimiz yanılgısını bizlere aşılıyor.
Oysa yukarıda anlattığım dünyanın en zeki insanları bile, bizim şuan ki yanılgımız olan ben biliyorum kadar, kendilerinden emin değillerdi. Onlar bizim gösteremediğimiz cesareti gösterip ‘bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir’ sözünü söyleyerek, bizlere düşündüklerini ve düşüncelerinin eseri olan teorilerini miras bıraktılar.
Sizler ile öncelikle gezegenleri, Güneş sistemimizi, Samanyolu Galaksimizi ‘an hızıyla’ dolaşıp, An hızı ile bile tamamını gezmeye ömrümüzün yetmeyeceğini anlayınca,4000 yıl önceden başlayarak günümüze, evren model düşüncelerini incelediğimiz bu yolculuğumuzun da sonuna geldiğimizde, iyi ki diyorum, incelediğimiz düşünürler bilmediklerini, biliyorlarmış.
Bu yazımı okumak suretiyle benim hayal ürünü gemime binip, benimle birlikte ‘an hızı’ ile yolculuk yapan herkese teşekkür ediyorum.
Son not olarak, Bilge Kağan’ın kardeşi Kültigin’in ölümünden sonra mezar taşına yazdırdığı bir cümle ile yazımı bitiriyor ve mesajın alındığını umuyorum.
‘’ Zamanı Tanrı yaşar, İnsanoğlu hep ölmek için türemiş’’
Gazeteci yazar
Tankutalp ALTUNSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.