- 447 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
GEÇMİŞİN ARDINDAN
Şafağın ilk ışıkları Nemrut üzerinden şehrin arkasındaki tepeleri ısırmadan önce hava hafif serinlendiği saatlerde, serçe kuşları evlerin çatı saçaklarına kurdukları yuvalardan uyanırlardı. Çeşmenin solundaki söğüt dallarına konmadan cıvıltıları çoktan yayılırdı. Esnaf, sabah namazından hemen sonra dükkanların kepenklerini gürültüyle açarlardı. Adını unuttuğum orta boylu, tıknaz, rengi solmuş şapkasını hep sol yana eğri tutan bekçi meydanı beklerken titrerdi, soğuktan mı yoksa endişeden mi anlaşılmazdı. Eski buğday meydanı köyden eşeklerle getirilen Aşmanuk kavunu, Çiriş kelemi ve diğer köylerden getirdikleri yumurta sepetleri, yoğurt bakraçları sıralar halinde dizilirdi. Gün ısınırken meydan sabırsızlıkla müşterileri beklerdi.
Sis bulutu altında kalan Muş ovasında her sabah hayat bir başka başlar Nemrut tepesinden gün doğarken. Eskiden tütün kokardı tarlalar, kavunlar dizilirdi sarı sarı, yol kenarlarına lahana öbekleri yükselirdi. Mutlulukları yüzlerinden okunurdu insanların, yoksul hallerine aldırmadan.
Kurtik tepesi ile Muş ovası, Karasu ile Murat nehri birbirine yakın ezeli dost varlıklardır. Ova uzanır, ortasından Karasu ile Murat nehri yan yana akar giderler. Kimine göre çılgın enerjisi var, kimine göre savruk ve özensiz bir şehir, kimine göre ise çekici bir yönü vardır. Ama benim için hep bir özlem oldu çocukluğumdan beri.
Kırılmasınlar diye gaz lambalarının camlarını bir iple boyunlarına asarlardı Bitlis çarşısından köylerine doğru yola koyulurdu köylüler. Ellerinde fırından yeni çıkmış birer somun, çarşı ekmeği derlerdi.
Yolcu taşıyan kara tren, ovanın ilk girişinden gurbet şarkılarını hazin sesiyle haykırmaya başlar, ardından çalım atarcasına dumanını savurarak Muş ovasından gelip geçerdi. Nemrut eteklerini dolanarak Van gölüne yetişmek için acele ediyor olmalıydı, Muş ovasını terk ederken.
Hasköy - Korkut arası bir taş atımlık uzaklıkta, Bardik önlerinde inceden akardı dere, Karasu’ya dökülene dek. Serinova belde olmuş; ne hoş hışırtıları vardı köyü boydan boya süsleyen kavak ağaçların yaprakları. Sırtını verdiği Cevizli dereyi aşınca Sarıca yokuşu yorardı insanı, Şaşkan tepesine varıncaya dek. Ötesi Aligedik yaylası… toprağa sıkı tutunmuş meşe ağaçlarının gölgesinde yatan kuzuların gün yorgunluğu geçmeden güneş batmazdı Kolibaba tepesinden.
Derken;
Güz erken mi geldi, ne!... güneşi ılık olur mevsimin; kayaları, meşeleri, geven dikenlerini yalar geçer.
Artık gün dağların ardına yıkılmıştır... güneş battı, batacak... karanlık kavuşmak üzere.
02 ARALIK 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Ne güzel izliyorduk anlattığınız doğa ve insan manzaralarını Hocam, keşke hiç bulaştırmasaydınız şu virüsü yazıya!:)
Saygıyla...
Mehmet Burhan AKIN
Geçmişe dayalı duyguları günümüzün sıkıntıları ile bağlamak pek şık olmadı sanırım.
Sizin ve "asude_vuslat" gibi iki üstadın tavsiyelerini göz ardı etmek olmaz. Hemen değiştireceğim.
Saygılarımla...
dağ bayır dere tepe gezerken yazınız insanın içini ferahlatıyor
deeerkennn
yine geldi bu korona
finali kararttı ):
virüse gülümsetti ama (:
korona ile virüse
güzel hikaye olur bu ikiliden
tebrikler efendim...
Mehmet Burhan AKIN
Anlatılacak konu köy, olaylar ve tabiat olunca nedense kalem kendiliğinden amacına doğru koşar adımlarla yürür. Yorumunuz beni ihya etti.
Edebiyat Defteri sitesine verdiğim ilk yazımız, tam da istediğiniz gibi Korona ile Virüse'nin aşkını anlatan;
"GARİP BİR AŞK HİKAYESİ" adlı bir hikayedir.
Biraz uzun olsa da, güzel bir kurgu hikaye olmuş sanırım. Eğer vaktiniz olursa okuyup eksikleri bildirirseniz çok sevinirim.
Saygılarımla...