- 554 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
636 - YARIŞ ATI
Onur BİLGE
"Yarış Atı,
Kaptan benim sürekli senden bahsetmemden bıkmış olmalı. Dereden tepeden konu açıyor, ondan bundan bahsediyor, kendime dönmemi, halimi düşünmemi, senden bahsetmemi engelliyor. Her yakınışımda iyileşmeye yüz tutan yaramın kabuğunu kaldırdığımın farkında olduğu için hiç o taraflara uğramıyor. Arada ucundan bucağından maziye girecek olsam, hemen laf karıştırıyor. Geçmişi düşünmeme fırsat vermiyor.
Düşüncelerimi dağıtmak için aklına geleni söylüyor. Önemli olsun olmasın, devamlı bir konu buluyor, başlıyor dipli bucaklı anlatmaya. Bunu gevezeliğinden değil. kasıtlı olarak yapıyor. Boş konuşmayı sevmiyor aslında. Söyledikleriyle zihnimi temizlemeye çalışıyor. Düşüncelerimi anlattıklarına yöneltiyor. Nefsimi sohbetiyle meşgul ediyor.
Açtığı konu önemli olmasa da ona dikkatimi çekmeye çalışıyor. İlginç hale getirmek için elinden geleni yapıyor. Başarıyor da… Arada dalıp gidiyorum. Sanki bayılmışım gibi müdahale ederek kendime getiriyor. Anılarımın girdabına kapılmama fırsat vermiyor.
Deli gezdirir gibi gezdiriyor beni. Çocuk avutur gibi avutuyor. Kendi usulünce tedavi ediyor. İlaç olarak ibadeti tavsiye ediyor. Bana dinimi anlatıyor. İslamiyet’in güzelliklerini gösteriyor. Yapmamam gerekenleri perhiz listeme, ilaçlarımı reçeteme yazıyor.
Atatürk Caddesinin sol kaldırımında yürüyoruz. Meydan’a gideceğiz. Orada bir asker arkadaşını ziyaret edecek. Benim de tanıdığım biri… Üçkapılar’a yaklaştık, Karakaş Fırını’nın önünden geçtik, Karakaş Camisi’nin köşesinden sola sapar sapmaz ufaktan başladı anlatmaya. Yeni açılan Saray Sineması’nın önündeki boş alanı göstererek:
“Eskiden buralar Develik’ti. Antalya’da çok deve vardı. Zamanla kökünü kuruttular. Şuralarda dururlar, ıharlardı. O zamanların taşıma araçlarındandı onlar. Halk yazları, denkler haline getirdikleri eşyalarını onlara yükleyerek bağlar, yaylalara göçerlerdi. Zahirelerini falan onlarla taşırlardı. İlerde de un değirmeni var. Şarampol’de de üç tane su değirmeni vardı. Yerinde yeller esiyor şimdi." dedi. Anlatmaktan zevk alıyor gibitdi.
"Dolap beygirleri vardı eskiden. Onlar bir yere bağlı, biteviye aynı yerde dönüp dururlar, kuyulardan su çıkarmak için çalışırlardı. Sürekli aynı çemberi çizerlerdi. Başları dönmesin diye gözleri bir bezle bağlanırdı.”
“Analığım, evin içinde çok dolanmaya başladığımda bana: “Ne dönüp duruyorsun, dolap beygiri gibi!” derdi. Babalığım da sık sık: “Hayatım dolap beygiri gibi dazıra dazır çalışmakla geçti! Artık salıverin beni yahu! Alıp başımı dağlara bayırlara gideyim! Ormanlarda kırlarda başıboş dolaşayım. Ne bulursam yiyeyim içeyim. Yılkı haline geldim. Daha ne bekliyorsunuz!” der durur, her fırsatta yakınırdı."
“Yörede deve güreşleri ve at yarışları yapılırdı. Atlar iyice beslenir, tımarlanır, saçları yeleleri taranır, yarışa hazırlanırdı. Develerin hazırlanması daha uzun ve mübalağalı olurdu Allandırılır, pullandırılırlardı. Kimin devesi daha şatafatlı olursa sanki o kazanacakmış gibi özen gösterirlerdi.
Güçlü bir yarış atı elde edebilmek için başka yörelerden de atlar getirilirdi. Her doğan tay için hemen hemen aynı şey söylenirdi. “Bu tay iyi bir yarış atı olacak! Birinci gelecek!” her kısrak için de “Bu kısrağın doğurduğu tay mutlaka aygır olacak!” derlerdi. Dünya ümit dünyası… Umut garibin ekmeği…
Aman ne bakarlardı onlara! Yavaş yesinler de mideleri ağrımasın diye yemlerinin içine büyücek taşlar koyarlardı. Öyle oyalanacaklar, hızlı yemeyecekler ki hazmı kolay olsun. Millet doğru dürüst has ekmek bulamazken, onlara yulaf, arpa ezmesi, mısır, pirinç kepeği falan verirlerdi. Kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfat takviyesiyle kemiklerini güçlendirirlerdi.”
“Onların hamilelikleri on bir ay sürüyormuş. Epey de ağır oluyormuş yavruları. Kırk beş elli kilo falan olurmuş cins atların tayları. Dört ayda gelişirlermiş. İki aylıkken yem yemeye başlıyorlarmış.”
“Nasıl itinayla bakarlardı! Bir ihtimam bir ihtimam! Beslerler beslerler, kantarla tartarlardı. En çok da tırnaklarına dikkat ederlerdi. Sık sık nalbanda götürürlerdi. Arada baytar çağırırlar, muayene ettirirlerdi.”
“Temiz hava bol gıda isterlermiş onlar da. Bol oksijen alacaklar… Yaz kış kapalı yerde tutulmazlarmış. Soğuktan falan etkilenmezlermiş. Özgürlüklerine düşkün hayvanlar… Kapalı kalabilirler mi onlar! Yürüyecekler, koşacaklar, yediklerini yakacaklar, kas yapacaklar. Öyle ya!”
“Soğuğa dayanıklıdırlar. Bakımları iyi olursa, cereyanda kalmazlarsa hastalanmazlar. Haralar vardı muhtelif yerlerde. Zenginlerin haralarında Arap atlarının yanı sıra safkan İngiliz atları gibi cins atlar da vardı. Tabanları beton oluyor onların. Kireçle temizleniyor. Duvarları sık sık badana ediliyor. O şekilde mikroptan korunuyor. Suları temiz tutuluyor. At işi aşk işi… Adamın merakı varsa yemez yedirir. Evladına bakmaz onlara baktığı kadar!”
Sen de benim yarış atımdın. Gözüm gibi bakıyordum sana. Bir dediğini iki etmiyordum. Oya gibi işliyordum. O kadar uğraştım hayata hazırlamak için seni. Olmadı! Başaramadım! İpi kırdın, kaçtın! Sen de haklısın. Özgürlük ruhunuzda var sizin. bir yere bağlanamazsınız. Kapalı kalamazsınız.
Kaptan sohbete gittiğimiz evde de devam etti. Bu defa da deve güreşlerinden at yarışlarından bahsetti. Şarampol’deki ismail’in Kahvesi’nin önünden Melli Çarşısına, oradan da tekrar aynı yere kadar gidip gelinirmiş atlarla. Bu yarışlar el ayak çekildiğinde akşam geç saatlerde olurmuş. Bir de yılın belli zamanlarında büyük at yarışları ve deve güreşleri olurmuş. Pehlivanlar da güreşirmiş. Halkın belli başlı eğlenceleri bunlarmış.
Çocuklar için de o Develik denilen yere Ramazan ve Kurban Bayramlarında salıncaklar ve dönme dolaplar kurulur, çocuklar bayram boyunca orada eğlenirlermiş. Dönme dolaplara da salıncaklara da binmek beş kuruşmuş. O zamanlar renkli balonlar yeni çıkmış. Her çocuk alamıyormuş.
Ev sahibi de merakla dinledi. Kaptan o zamanları yaşıyormuş gibi anlattı anlattı…
“Anaç meşe ağaçları kollarını açmış, sıcaktan yananları gölgesine almış, onları serinlettikçe sevincinden yapraklarını çırpıyor. Giritliler heyecanla, kahramanlık şiiri okuyor gibi ve yüksek sesle konuşuyorlar. Dik dik ve kısa kısa okkalı cevaplar veriyorlar. General edası var üzerlerinde. Akşama kadar bir telaş bir telaş… Akşama yarış var!
Atlara günlerdir özel hazırlanan meyveli sebzeli yemler veriliyor. Karışımların üstüne pekmez dökülüyor. İyice güçlenmeleri için çocuklarına göstermedikleri itinayı onlara gösteriyorlar. Yarıştan sonra da mükâfat olarak şeker, çok terlediklerinden tuz kaybettikleri için tuz yalatılacak.
Yarış, her zamanki gibi İsmail’in kahvesinin ordan başlayacak, Melli Çarşısı’na kadar gidilip gelinerek tamamlanacak. Bakalım kim kazanacak! Süvariler daha heyecanlı… Atlar yürütülüyor. Isınma hareketleri yaptırılıyor, kaslarının zarar görmemesi için. Islıklar üflükler, iddialar gırla gidiyor! Tartışmalar yapılıyor. Kavgalar bile çıkıyor ama hemen sulh oluyorlar.”
Sadık hayvanlardır atlar. Asil dostlardır. Özgür ruhludurlar. Türklerde erkek için en önemli üç şeyden biridir. At, avrat, silah… Üçü de en iyi, en sağlam dostlar olmalıdır. At binenin, kılıç kuşananın… Ben iyi bir binici olamadım maalesef. At, sahibine göre kişnermiş. İyi bir koca da olamamışım. Karım öyle derdi.
“Şarampol’se sık sık yapılan at yarışlarından başka şimdiki Memurevleri denilen muhitte de senede bir defa at yarışı yapılırdı. Onun için oraya "Arap Alanı" denirdi. Senede bir kere yapılan bu büyük at yarışları yöre ahalisi için çok önemli bir eğlenceydi. Herkes sabah erkenden çıkınlarındaki yiyeceklerle yaya olarak buraya gelir, merakla yarış anını ve neticesini beklerdi. Kalabalık neredeyse seyyar satıcılar da oradaydı. Köfte ve ciğer satanlar, fıstık çekirdekçiler, simitçiler, pamuk şekerciler, macuncular… Herkes para edecek neyi varsa arabalara, tepsilere koyar, alır gelirdi. Mıntıka çukur olduğundan çoğu zaman çamurluydu. Yanında tahtadan oturulacak yerler vardı...”
Sonra da askerlik günlerini yâd etmeye başladılar. Misafirlik bitti, Kaptan’ın hatıraları bitmedi.
Seyis"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 636
YORUMLAR
Dazıra dazır kelimesini ilk defa duyuyorum. Herhalde sürekli, durmadan gibi bir şeydir.
Babam da eski atçılardandı rahmetli. Bir tor at almıştı. Yüksek çevik yapılı çok hareketli bir hayvandı. Çarşıda handa duruyordu. O at benden gıcık kapmıştı. Bir gün babam çıkardı dışarıya tımar ediyor; beni görünce kalktı kıç ayaklarının üstüne, ön ayaklarını *oks yapar gibi havada savuruyor. Sinirlendim. Baba dedim, bellemeyi koyma, sadece eğeri üstüne bağla o şekilde bineyim onu aklı başına gelsin. Babam da bellemeyi koymadan eğeri bağladı iplerini tuttu ben bindim. Öteye beriye dönüyor, havaya kalkıp ön ayaklarını yere vuruyor. Onu kontrol ederek Tonya'dan Vakfıkebir'e giden ana yola koydum. Okullar yeni dağılmış, yolun etrafı çocuklarla dolu. Dizginliyorum çok sık adım atıyor ama olduğu yerde. Eğerin atında belleme yok acı çekiyor. Çarşıdan çıkışta iki ayağımla kuvvetli bir şekilde dizginledim. Öyle bir yattı yola ki sanki ayaklarım yere değecek; öylesine süratli koşuyor.
Bir köprü var, köprüyü geçerken hayvan bir kapaklandı takla atarak öyle bir hızla kalktı ki benim sağ ayağım özengiye geçti, yere değmeden beni havaya kaldırdı. Olduğu yerde çakılıp kaldı, hiç kımıldamıyor. Çocuklar koşup geldi ayağımı çıkardılar. Tuttum ipinden gidiyoruz. Nerede o yerinde durmayan at; sanki bir suç işlemiş gibi eğdi başını peşimden geliyor.
İlgiyle okuduğum bu güzel yazınızı okuyunca ben de bu anımı yazayım dedim.
Tebrik ediyorum.
Onur BİLGE
.AT AVRAT SİLAH- Silah kullanmasını bilmeyen için tehlikeli ama oto kullanma kadar tehlikeli değil. Ateşli silah tabanca kaza ile bir kişiyi, oto ile beş ve daha fazla kişi ölebilir
KADIKUYULU tarafından 28.11.2020 12:29:23 zamanında düzenlenmiştir.
KADIKUYULU tarafından 28.11.2020 12:31:39 zamanında düzenlenmiştir.