- 641 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dadi
Dadi
O sabah, evin içerisinde bir o yana bir bu yana giden ayak sesleri duyuluyordu sadece. Sobanın dibine yüksekten bırakılan odun sesleri ve yanan odunları dürttüğü anlaşılan maşanın sesi de eklenmişti. Sevinçten midir telaştan mıdır bilinmez, tavada eriyen tereyağının fokurdayan sesleri de geliyordu. Buram buram tereyağı kokusu ve bu kokuyu bastıran yeni pişmiş sımsıcacık ekmek kokusu sarmıştı tüm evi. "Bu kokular! Aman Allah’ım mis mis" diyerek yataktan kalmadan doyasıya içine çekti. Kuzinede pişen köy ekmeğinin tadı bir başka oluyordu. Hele hele şimdiki gibi karnı kazınırken duyduysa bu kokuları daha bir dayanılmaz oluyordu Naime için.
Birazdan kuzine ateşinde kemikleri bir güzel ısınacak, sıcacık ekmek ve taze peynir tavası, çay...Offff midesi bayram edecekti. Bu mutluluğunun kahramanının ise hala sesi yoktu evin içinde. Naime, çoğu sabah babaannesinin "hadi kalk Naime" seslenişiyle kalkarken, bu sabah nadir sabahlardan biriydi. Hayret kendisini henüz çağırmamıştı babaannesi. Köydeki işten güçten böyle lüks sabahlar zor yaşanıyordu. Zekiye dadi, evde Naime’yi bırakabileceği kimse olmadığı için, o güzelim uykusundan uyandırdığı torunuyla düşüyorlardı yollara. Şehirdekinin aksine köyde hayat çok erken saatlerde başlıyordu. Kahvaltılarını bazen bağda bahçede, bazen evin yakınlarındaysalar tekrar eve gelip yapıyorlardı. Köyde işler birbirini kovalıyordu. Çay zamanı, ot biçme zamanı, ekin zamanı, kışlık odun tedarik zamanı vs. Bitmek bilmeyen rutin köy işleri işte.
Naime uykusuna doymuş olduğunu fark ettiğinde mutluluğuna mutluluk ekleyen bir sese daha dikkat kesildi. Çatının sacıyla kavuşan yağmurun sesiydi bu. Sicim gibi yağıyordu mübarek. Yağmurun sesi Naime’nin özgür sesiydi aslında. Yağmur ona istediği şekilde, doyasıya yaşayacağı bir gün hediye ediyordu. Babaannesi de bu gününü zenginleştirmişti bu sabah. Parayı, pulu, lüksü şöhreti bilmeyen için mutluğun tanımıydı aslında.
Zekiye dadi yani Naime’nin babaannesi çocukların dadisiydi. "Dadi" kelimesi bulunduğu yörede , yaşlı kadınlara eklenen bir sıfattı. Eşini yıllar öncesinde kaybetmiş, sayıca bol torun sahibiydi. Zekiye dadi sert mizaçlı ama çevresinde saygı duyulan bir kadındı. Dosdoğru bir kadındı. Hiç kimseye eyvallahı yoktu. Doğru bildiğini okur, bu uğurda en sevdiğini bile kırmaktan çekinmezdi. Bir de sevgisini hiç gösteremeyen bir yapısı vardı. Karşısındakine sevgi göstermek için farklı şeyler yapardı.
Orta yaşlarında eşinin peşine çocuklarını, ilginçtir ineklerini de yanına alarak gurbete çıkmışsa da belli bir süre sonra gurbet ellerinde yapamayacağını anlayarak tekrar doğduğu topraklara geri dönmüştü. Eşini gurbette "sen çalış yurt edin, sonrasında gelirim yanına. Ben çocuklarla başımın çaresine bakarım" diyerek ardında bırakmıştı can yoldaşını. Fakirliğin zorladığı bir coğrafyada, yedi çocuğunu büyütmek, yetiştirmek, okutmak gibi zor bir göreve kendi isteği ile talip olmuştu.
Hayat mücadelesiyle geçen onlarca sene içerisinde uzaktan da olsa eşinin desteğiyle okumak isteyen çocuklarını okutmuş. İş tutacak yaşa gelmiş olanları gurbete, babalarının yanına göndermişti. Evlilik çağları geldiğinde de çocuklarının yuvalarını kurmuşlardı ana baba olarak. Eşini kaybettikten sonra yanında kimseler kalmayınca, kışı geçirmek için oğullarının torunlarının yanına gidiyordu Zekiye dadi. Kışı çok sevdikleriyle geçiyordu ama mart ayına da zor kavuşuyordu. Çocuklarının evi dahi olsa kendini misafir hissediyordu. Nede olsa kendi evi barkı, bağı bahçesi vardı. O beton yığınlarının içinde toprak kokusunu nasıl da özlüyordu.
Bu yalnız geçen zamanlarında, okulun kapanmasıyla torunu Naime’yi can yoldaşı olsun diye yanına gönderiyorlardı. Koca yazı onunla geçiriyordu artık. Çocukta olsa torunundan güç kuvvet alıyordu adeta. Çok bir şey beceremese de onun yanında olması mutlu ediyordu yaşlı kadını. Okullar açılmasına yakın onu uğurlarken, çocuklarını gurbete gönderirken duyduğu acıyı tekrar hissediyordu. Naime, şehir kültürüyle köy kültürünü de almış, her ikisini de özümsemiş ender çocuklardandı. Her iki yaşamı da doyasıya yaşamış mutlu bir çocuktu. Ailesinden uzun süre ayrılıklardan etkilenmeyeceği yaşa geldiğinde onu köyde tek başına olan babaannesinin yanına gönderiyorlardı. Naime’yi bu ayrılıklarda en çok üzen, evde iki kardeşini bırakıyor olmasıydı. Onları çok özleyeceğini biliyor ama geçen sene bıraktığı köy yaşamına da kavuşmayı çok istiyordu. Okul döneminin yorgunluğunu, o çok sevdiği köyünde giderecek ve özlemle tekrar evine kardeşlerine dönecekti.
Köye her gelişi farklı bir seremoni oluyordu Naime için. Önemli, büyük adamlar gibi karşılanıyor "bizim kızımız yine gelmiş" diyerek özlemle kucaklanıyordu köy halkı tarafından. Göz aydını için akşam oturmalarına geliyorlardı ilk günlerde. Çekirdek ailesinin yanına döneceği o son günün akşamı da "güle gül git, seneye tekrar gel” dileklerini iletmek için o koca evi dolduran güzel insanlar vardı hayatında. Buralara gelirken yaşadığı duyguların tam tersini yaşıyordu aslında. Gitmesine yakın büyük bir üzüntü duyuyordu. Babaannesini yalnız bıraktığı için üzülüyor ama küçük kardeşlerine ve okuluna da kavuşmayı çok istiyordu. Yine hüzünle sevinci bir arada yaşıyordu. Bu şekilde geçen altı-yedi sene. Sonrasında zaten Naime’nin babaannesinin rahatsızlıkları nedeniyle, her ikisi içinde biten köy hayatı.
Bu duruma üzülen ve çokça etkilenen Zekiye dadi olmuştu. Doğduğu topraklara gidememesi ve evinden uzak kalması onu daha da bir sert mizaçlı kadın yapmıştı. Hiç kimse mutlu edemiyordu onu. Şehirlerin kışı onu boğarken, yazı çok daha fazla boğuyordu artık. Hiçbir yere sığamıyordu. Bu bunalımlı geçen zamanlarında, korktuğuna da uğraması zor geçen günlerine tuz biber olmuştu. Sol yanı felç geçirmiş, elden ayaktan düşmüş, yatağa mahkûm olmuştu yaşlı kadın. Evine gideceği günleri hayal ederken tümüyle yıkılmıştı. Son sekiz yılını tümüyle sevdikleriyle geçirse de zor günlerdi onun için.
Zekiye dadi’nin hasta olduğu yıllar içerisinde, Naime milli eğitimde göreve başlamıştı. Bir gün okula gitmek için kalkmış hazırlanırken, uykulu gözlerle babaannesinin onu izlediğini fark etti. Aynı odada yatıyorlardı ve genelde sabah bu erken saatlerde uyuyor oluyordu. Yanına gidip günaydın "Zekiye sultan" deyip onu öpmek için eğildi. Öpülmekten ve öpmekten hiç haz almayan babaannesi Naime’yi iterek beklenen tepkiyi yine vermişti. Naime bu! Yaşlı kadının kullanabildiği elini tutarak bir güzel öptü, öptü, öptü. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan babaannesine "babaannem, ben öğretmen oldum. Şimdi okula gidiyorum. Öğlen sonrası işim biter gelirim tamam mı" dedi. Yaşlı kadının bir dakika önceki zorla öpülmesinin sinirinden eser yoktu. Naime’nin yüzüne sevgiyle baktı ve "iyi iyi. Hayırlı işler sana ama çocukları dövme" dediğinde Naime bir kahkaha patlattı. Kendisi gibi sert mizaca sahip olduğunu bildiği torununa iyi dilekleriyle birlikte bu uyarıyı da gerekli görmüştü besbelli. Gülme sonrası, bu uyarıdan alınmış gibi "aşkolsun babaannem. Ben çocuk dövmeye mi gidiyorum? Onlara çok güzel şeyler öğreteceğim" der ama yaşlı kadın, "senin işin belli olmaz" diyerek uyarısını yenilediyse de torununun ikinci darbe öpmelerinden kurtulamadı. Zekiye dadi sinirinden debeleniyordu ama bir yandan da mutlu oluyordu bu sevgi gösterisinden.
Hastalığının sekizinci yılında, hüzünlü bir gidiş yaşandı. Bu gidişin ardından en çok etkilenenlerden biri de Naime olmuştu hiç kuşkusuz. Şimdi çocuk değil yetişkindi artık. Hayatının bir parçası olan atasını, en çok da çocukluk anılarını yitirdiği için üzülüyordu. Gurbetlere hiçbir vakit sığamayan babaannesi, bir avuç gurbet toprağının koynunda yatıyordu artık. Ona her gidişinde, gözyaşlarıyla okuduğu dualarla birlikte, köydeki çocukluk anılarından birini bırakıyordu yanına. Mutlu olsun diye.
Vildan Poyraz Coşkun
20.11.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.