- 552 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
634 - BİRLİK
Onur BİLGE
“Sen,
Yine Kaptan’la buluşmak üzere sokağa çıktım. Sokakta mahallenin çocukları oynuyordu. Aralarında ikisi laf dalaşına girmiş, bağırıyorlardı. Yerlilerden olduğunu sandığım esmer, kara saçlı, oval yüzlü sekiz yaşlarında kadar olan kız:
“Giritli bitli, arkası kitli!..” diye bağırıyor, mütemadiyen bunu tekrarlıyordu. Diğeri de aynı şekilde ona:
“Yerli domuz, arkası boynuz!..” diyordu. O da o yaşlarda, sarı düz saçlı, kalkık burunlu, yeşil gözlü şirin bir Giritli kızıydı. Demek ki her iki taraf da en çok bu sözlere kızıyordu. Tuhafıma gitti. İkisinin de yüzlerine, gözlerine bakarak:
“Ayıp olmuyor mu! Haydi güzel güzel oynayın bakayım! Bir daha birbirinize kötü sözler söylemeyin! Aynı mahallenin çocuklarısınız siz!” diyerek yoluma devam ettim. Arkamdan sesler geliyor, hepsi birbirine giriyor, anlaşılmaz bir hal alıyordu. Giderek azaldı. Aslında azalmadı. Ben uzaklaştığım için duyulmaz oldu.
Şarampol’ün bu tarafı sanayi çarşısına benzediği için olsa gerek buraya Yukarı Pazar da deniyor. Marangozlar, tornacılar, keresteciler, tamirciler, nalbantlar hep buradadır.
Şarampol Kahvesi’nden sonra açılan Serpil Çay Bahçesi’nin önünden geçerken her seferinde duvarındaki kara kartal resmine kayar gözlerim. Beyaz badanalı zemin üzerindeki bu kocaman amblem, karşı kaldırımdan bile rahatça görülebilir. Yaz kış bu kahvehanenin önündeki bahçede oturanlar olur. Yazın serinlemek, kışın güneşlenmek için dışarıdaki masalar tercih edilir. Kapının önünde Boyacı Ahmet, yaz kış, boya sandığının başında, küçük hasır sandalyesinde oturur. O da Selanik muhacirlerinden herkesin çok sevdiği dört dörtlük bir insandır.
Biraz ileride solda Sercanların bakkaliyesi, börekçi, saatçi ve daha sonra, yani sol köşede de Ali Bahar’ın dükkânı vardır.
Karşı köşede, ulu çınarların altında Giritli İsmail’in Kıraathanesi vardır. Kaptan yakından tanıyor sahibini. “Sağlam adamdır İsmail, beyefendidir. Herkes tarafından sevilir.” diyor. O koca çınarın altında da seyyar satıcılar var.
Mahallenin erkekleri bu iki kahvehanede toplanıyor, kâğıt ya da tavla oynuyor, bir şeyler içerek sohbet ediyorlar. Önemli meseleler buralarda masaya yatırılıyor, konuşularak tartışılarak hallediliyor. Topluluğu ilgilendiren kararlar buralarda alınıyor.
Tek partili dönemden Demokrat Partinin kurulmasıyla iki partili bir döneme geçilince her iki partinin ateşli taraftarları arasında gruplaşmalar başladı. Şarampol’de de Halk Partililerle Demokrat Partililerin kahvehaneleri ayrıldı.
Bu kahvehaneler hakkında: “Eskiden beri o kahvehanelerin müdavimlerinin arasında bıçkın delikanlılar, külhanbeyleri, kabadayılar da vardır. Onlar ya da ekabirden olanlar içeriye adımlarını atar atmaz herkes saygıyla ayağa kalkar. Kabadayıların karşılarında ağız açmak ne mümkün! Yakınlarında ileri geri konuşmak kimin ne haddine! Biri ağzından iki anlama da gelebilecek bir söz kaçırmaya görsün, ensesine binerler!” diyor Kaptan.
Kabadayı, her yerde kabadayıdır. Ceketlerini omuzlarına atarlar, ellerindeki iri taşlı kehribar tespihi göstere göstere çekerken göğüslerini kabarta kabarta, omuzlarını kaldırıp dirseklerini arkaya vere vere, arkalarına bastıkları, sivri burunları yukarıya doğru kıvrılan ayakkabılarının topuklarını yere çaka çaka, kırk koyunlu yörük ağası gibi kasıla kasıla yürürler. Çatık kaşlarının altından kara kara bakarak etrafa korku salarlar.
Kaptan’la Melli Çarşısı’ndaki küçük kahvehanede buluştuk. Yol boyu aklımdan geçenleri ona anlattım. Kahvehanelerden bahsettim. Şehrin eski halini çok iyi biliyor. O zamanlardan bahsetmeye bayılıyor. Ben de onu dinlemeyi seviyorum.
O, hemen hemen her konuda kendi çapında bilgi sahibi… Ne demişler? Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Kaptan hem çok gezmiş, işi icabı, hem de çok okumuş. Benim gibi mi! Ah! Akılsız kafam! Ne vardı okulu terk edecek! Evlatlıksam evlatlığım, ne olmuş! Fakat gel de anlat o yaştaki bir çocuğa!
Bütün mesele de o değildi aslında. Kızlara ve Tommiks Teksas’a verdiğim önem ve önceliğin yarısını derslerime verseydim, ben de ondan geri kalmazdım! Biraz çabalasaydım, elin biri olurdum! İyi ki daha kötü olmadım. Buna da şükür! Ayaktakımından da olabilirdim.
“Eskiden, Kanlıçay’dan kuzeye geçmek için az daha pasaport soracaklardı. Yerlilere hak tanımadıkları gibi kahvehaneyi gölgeleyen ulu çınarın altından kadın kız geçemezdi. İyi karşılanmazdı. O tarafta sadece bazı erkekler için hazırlanan sakıncalı evler vardı. Halbuki ilerisi cami, yanı da ilkokuldur. Ali Bahar’ın dükkânıyla kahvehane arasındaki sokağa, yani sağa sapınca hemen orada, sağ tarafta mahallenin camisi, yanında da Cumhuriyet İlkokulu vardır. Kanlıçay, bunların arkasında akar.”
“Ali Bahar’ın dükkânı yine eskisi gibi… Müşterisi bol. Sahibi artık dediğin gibi değil, epey yaşlanmış. İyi bir adamcağız… Veresiye verir bana, hiç sıkıştırmaz. Karşısındaki çınarın altında, açılır kapanır bir sehpanın üzerine koyduğu Şambaba tepsisiyle Tatlıcı Abdi müşteri bekliyor. Okuldan çıkan çocuklar sarıyor etrafını. Nar gibi kızarmış Şambaba, ballı ballı şurubu, dilim dilim dilinmiş… Her dilimin üstünde kavrulmuş fıstık taneleri… Ağzım sulandı Ağabey ya! Bir koşu gidip alsam mı?”
“Amma da güzel anlattın ha! Az daha: “Koş al gel!..” diyesim geldi. Otur otur! Bende muska lokum var. İki bisküvi arasına koyar yeriz şimdi. Kıstırma tatlı ihtiyacımızı giderir.” diye gülerek içeriye gitti. Elinde bir kayık tabakla geri geldi. İçinde sekiz on kıstırma vardı. Sonra kalktı buz gibi bir sürahi su ve siyasi parti amblemli bir su bardağıyla geldi.
Bizim konuşmalarımıza siyaset girmez. Her şeyden bahsederiz, ondan bahsetmeyiz. Başkaları tarafından konu açılırsa “Herkesin kendi partisi kendine!” der geçeriz.
“Leküm diyniküm veliye diyn!” “Senin dinin sana, benim dinin bana!” dercesine… Birlik beraberlik içinde yaşamak varken, kutuplaşmanın, hizipleşmenin gereği ne!
Biz olmalıyız biz! Onlar ve bunlar değil! Sen ve ben değil! Biz olmalıyız, tek yumruk gibi…
Biz, biz olamadık ne yazık ki!
Onun için böyleyiz.
Ben”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 634
YORUMLAR
“Leküm diyniküm veliye diyn!” “Senin dinin sana, benim dinin bana!” dercesine… Birlik beraberlik içinde yaşamak varken, kutuplaşmanın, hizipleşmenin gereği ne!
Biz olmalıyız biz! Onlar ve bunlar değil! Sen ve ben değil! Biz olmalıyız, tek yumruk gibi…
Biz, biz olamadık ne yazık ki!
Onun için böyleyiz.
tebrik ederim güzel yüreğinize sağlık.
selam ve saygılar...
""""Bizim konuşmalarımıza siyaset girmez. Her şeyden bahsederiz, ondan bahsetmeyiz. Başkaları tarafından konu açılırsa “Herkesin kendi partisi kendine!” der geçeriz.
“Leküm diyniküm veliye diyn!” “Senin dinin sana, benim dinin bana!” dercesine… Birlik beraberlik içinde yaşamak varken, kutuplaşmanın, hizipleşmenin gereği ne!
Biz olmalıyız biz! Onlar ve bunlar değil! Sen ve ben değil! Biz olmalıyız, tek yumruk gibi…
Biz, biz olamadık ne yazık ki! """""""""
***********
Burayı aynen zikretmemek vebal olurdu sanırım. yaklaşık kırk yıl soluduğum atmosferin bozulma sebebi BİZ olmaktan BUZ olmaya dönüştürülmemizdir. Subay, sivil. Diye başlayan ayrıştırma.Alevi sünni .Erkek,kız diye devam etmiş sağcı solcu da vücut bulmuş.Kuşak farkı ile de kemale ermiştir yazık ki.
Çözüm; İnsan olduğumuzu kavrayıp "Kul" müştereğinde karar kılarak, İyi olmayı tek hedef saymaktır.
Ellerinize sağlık.