- 369 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖĞRETMEN
“Öğretmenlik her şeyden evvel bir Tanrı sanatıdır.” Platon ‘Eflatun’( Atina. Flozof MÖ 428- 348) diyerek, öğretmenlik mesleğinin kutsal bir meslek olduğuna vurgu yapmıştır.
Hz. Ali (Arap İslam Devleti’nin 656-661 yılları arasındaki halifesi) ise, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Söylemiyle de öğretmeni yüceltmiştir.
Bu güzide insanların kutsadığı öğretmenlik, dünyanın her yerinde halkların gönlünde, diğer bütün meslekler arasında saygın ve ayrıcalıklı yerini korumaktadır.
Çocuğun ilk öğretmeni kuşkusuz ki ana, baba yani ailedir. Aile kendi ahlaki değerlerini, inancını, çocuğun ana dilini, aile içindeki sevgi, saygı ve dayanışma ortamında çocuğa aktarır. Çocuk, ilk bilgileri aile de görür, yaşar, öğrenir. Ailenin yüceliği ve kutsallığı da diğer tüm özgün ve özel sebeplerin yanında, bu, ilk öğretmen olmalarından kaynaklı olduğunu düşünüyorum.
Bu kadar değerli, değerli olduğu kadarda sorumluluğu olan bu hizmeti yürütecek kişilerin, Öğretmen kimliğini kazanabilmesi için Kurumsal bir yapıya, programa, öğretmenlere ve bütçeye gereksinim vardır. Günümüzde bütün ulus devletler, bu gereksinimden dolayı kendi milli değerlerini gözeterek kurumsal yapıyı oluşturup, en yukarıda sorumlu Bakanlığa ya da Bakanlık benzeri oluşumlara bağlamışlardır.
Bizde de 1924 Anayasasıyla bütün Eğitim kurumları ve bu günkü Eğitim Fakülteleri Milli Eğitim Bakanlığına (MEB) bağlıdır diyerek konumuza dönelim.
Mustafa Kemal paşa daha Kurtuluş Savaşının tozu dumanı içinde Eylül 1921’de Haymana ovasında top sesleri Ankara’dan duyulurken 1. Eğitim şûrasını toplayarak cehaletle mücadelesinin önemine de im koymuştur. Eğitimde Latin harflerinin kabulü (1928) ile okuma yazma seferberliği başlatmış, Elindeki mevcut öğretmenlerle, Eğitmen yetiştirip köylere öğretmen olarak göndermiştir. Hedefi, cehaletin ortadan kaldırılmasıdır. Bu hedef doğrultusunda, Cumhuriyet hükümeti 17 Nisan 1940’da Köy Enstitülerini açarak, köyleri gerçek anlamda öğretmene kavuşturmuştur.
Kuşkusuz ki Öğretmenlere, hak ettiği en büyük değeri Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Bu anlamda, İstanbul’dan Bursa’ya gelen öğretmenlerin Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaretlerinde (27 Ekim 1922) Mustafa Kemal Paşa, “Ulusları kurtaracak olan yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyerek; cehaletle mücadele de öğretmenlere ağır, bir o kadar da onurlu görev ve sorumluluk vermiştir.
Kütahya Lisesini ziyaretinde (24 Mart 1923) Atatürk, “Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir” diyerek; nasıl ki askerler, vatanı savunmak için yaralanmayı, hatta ölmeyi göze alıyorlarsa, Öğretmenler de aydınlanma ve çağdaşlaşma yolunda önüne çıkarılacak tüm engellere direnme, aşma görev ve sorumluluğu vermektedir.
TBMM’de (1923) Millet Vekili Maaşları görüşülürken, Atatürk’e danışırlar. “vekillere ne verelim?”
Atatürk, “Öğretmen maaşlarını geçmesin!” diyerek, öğretmenin ekonomik olarak da nerede olması gerektiğini göstermiş, direktifini vermiştir.
26.8.1924’de Ankara’da toplanan Öğretmenler Kurultayında da Atatürk, öğretmenlere şöyle seslenir; “Öğretmenler! Yeni nesli, Cumhuriyet’in özverili öğretmenleri ve eğitmenleri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” diyerek, devam eder, “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür irfanı hür nesiller ister.”
Genç Cumhuriyetin Cumhur Başkanı Atatürk’ün “Unutmayınız ki cumhurbaşkanı bile sınıfta öğretmenden sonra gelir” diyerek, adeta kendinden öne aldığı öğretmenlerin günümüzde düşürüldüğü duruma bakalım.
Öğretmenler ilk defa 1908 yılında daha iyi bir yaşam talebiyle Encümen-i Muallimin adıyla örgütlenir. Bir yılını doldurmadan oluşumun başkanı Rıza Bey, Hareket Ordusu tarafından tutuklanır 1909 örgüt de dağılır.
Encümen-i Muallimin, TÖDMF (Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu), Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS), İLKSEN, (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) TÖB-DER, Emekli Öğretmenler Derneği) Eğit-Der, Eğitim-İş, Eğit-Sen, Eğitim-Sen, (Öğretim Elemanları Sendikası) ÖES gibi adlarla; yasaları da zorlayarak, fiili mücadele ile kazandığı gerek dernek, gerekse sendikaları aracılığıyla Eğitim Emekçilerinin, ekonomik, demokratik hak mücadelesi o günden, bu güne kesintisiz devam etmektedir.
Elbette soruşturmalar, sürgünler, gözaltılar, işkenceler, meslekten atılma gibi her türden baskı ve kıyımlara direnerek ve ağır bedeller ödeyerek.
Bu anlamda, 12 Mart 1971 darbesi ile başlayan kıyım ve zulüm, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle hız kesmeden devam eden kıyım ve zulüm adeta yıkıma
dönüşmüştür
12 Eylül Darbesi ve sonrası
Darbenin ardından 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi, 50 kişinin cezası infaz edildi. İdam edilenlerden biri de (17) yaşında çocuk kabul edilen Erdal Eren’dir
171 kişinin gözaltında işkenceden öldüğü belgelendi.
47 hakimin işine son verildi.
3 bin 854 öğretmen ve 120 öğretim üyesi görevden alındı.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası, Gazete Duvar’ da verilen bilgiye göre;
(KHK) Kanun Hükmünde Kararname’ler ile 113 Bin 440 kamu görevlisi ihraç edildi. Bunlardan 41Bin 5’ Eğitimci.
İhraç edilen 41 Bin 5 eğitimcinin, 33 Bin 965 Öğretmen, 5 Bin 740 Akademisyen, 1300 İdari personel.
Bu sayılar bize, darbeler nereden gelirse gelsin, toplumun, en aydın, en direngen örgütlü gücünü oluşturan öğretmenlere kıyım yapmak için geldiğini, düşündürüyor.
Günümüzde Ataması yapılmayan öğretmen sayısı yaklaşık 500 Bin, sınıflarda aynı işi yapan, ayrı, ayrı ücret alan, öğretmenler; Kadrolu öğretmenler, ücretli (Ders ücreti karşılığı çalışan) öğretmen sayısı 76 Bin, sözleşmeli (Askari ücret karşılığı çalışan) öğretmen sayısı 103 bin.
öğretmenleri farklı ücretlerle çalıştırarak, Öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştırarak, öğretmenlerin de itibarsızlaştırmak istendiğini biliyoruz.
***
24 kasım 1928
Millet Mekteplerinin açılışı ve Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul tarihidir.
Bu güzel ve anlamlı gün, anlamına uygun kutlanmalıdır.
Mesela Türkçenin zenginliği, güzelliği, anlatılmalı. Latin harfleriyle yazmanın Türkçeyi daha da güzelleştirdiğinden söz etmeli. Okuma günü, yarışmalar falan düzenlenmeli.
24 Kasım Öğretmenler Günü değildir
12 Eylül Faşist Darbesini yapanlar, İşkencelerde canını aldığı, kanını döktüğü gençlerin, o gençleri yetiştiren anaların, babaların ve öğretmenlerin dostu değil, katilidir. Kanlı elleriyle verdikleri “gün” biz öğretmenlerin günü olamaz, olmamalıdır. “Öğretmenler Günü” olarak kutlanmamalı. Çünkü yukarıda ki sayılar bize öğretmenlerin onurlarının kırılmak istendiğini, bu çabaların günümüzde de hız kesmeden devam ettiğini göstermektedir.
Oysa Atatürk ne demişti, “Öğretmenler yeni nesil sizlerin eseri olacaktır.”
Atatürk elbette, “fikri hür, vicdanı hür” çağdaş ve onurlu bir nesil yetiştirmemizi istemişti bizlerden.
”Onuru kırılmış öğretmenlerin, onurlu bir nesil yetiştirmesi beklenemez”
O zaman, 24 Kasım, onurumuzu korumak için neler yapmamız gerektiğinin, onurumuzu kırmaya çalışanlara karşı nasıl mücadele edeceğimizin de tartışıldığı bir gün olarak görülmelidir.
“Eğitime bütçe, öğretmene itibar” şiarıyla her alanda mücadele yükseltilmelidir.
Çalıştığınız kurumdan emekli olabilirsiniz ama unutmayınız ki;
“Öğretmenlikten ve mücadeleden emekli olunmaz!”
24 kasım 1928, Millet Mekteplerinin açılışı ve Atatürk’ün Başöğretmenliği kabul tarihidir diye kutlayacaksak, Baş öğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, cehaletin karanlığını yırtarak, ufkumuzu nasıl aydınlattığını; bu uğurda nasıl bir mücadeleyi göğüslediğini unutmadan, anlamına uygun kutlanmalıyız.
Yazımı, TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Başkanımız ve öğretmenimiz Fakir Baykurt’u ve mücadelede yitirdiğimiz tüm öğretmenlerimizi sevgi, saygı ve tazimle anarak, Fakir Baykurt’un sözleriyle sonlandırıyorum.
“Öğretmen yalvarmaz, öğretmen boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen ders verir!”
---------------------------------------------Tahir Eker 23 Kasım 2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.