- 549 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yeter/in günlüğünden..
Bahçeye bakan penceresini açmış, bulutları seyrediyordu, bulutlar batıda kümesliğin tarafına toplanıyor. Kara yığınlar halinde hızlı hızlı gidiyorlardı, yığınların ardından, tıpkı duvara asılı silah takımının altın okları gibi beri yanında boş gökyüzünün, güneşin kocaman çizgileri geçiyor, geri kalan, bir çini gibi bembeyazdı. O sıra da bir rüzgâr çınar ağaçlarını eğdi, birden yağmur yağmaya başladı yeşil yapraklar üzerinde, pırıltılar çıkarıyordu, derken, güneş yine göründü Akçay/ımda. Tavuklar gıdaklıyor, serçeler nemli fundalıklarda, kanatlarını çırpıyorlardı harikaydılar. Kumların üzerinde sular süzülürken akasyanın pembe çiçeklerini de, Sürükleyip götürüyordu. Yeter kim bilir ne kadar uzakta şimdi o? Diye düşündü denize bakan penceresinde, her zaman olduğu gibi saat altı buçukta, tam yemek sırasında gelmesini beklediği, Yeşil gözlüsünü hatırladı Sami/sini. Üzgündü, durgundu, ağlamaklı düşünceli, dalıp gidiyordu, sakin, sade bir o kadar masumane Sami/siz yaşadığı deniz manzarası evinde, bir kere sevmiş asla unutamıyordu. Lokantalarda nefis yemekler yerler, Maskeli balolara giderler, şampanyalar, rakılar şerefe içerlerdi, rengârenk elbiseler, güzel kokular sürerdi ama hepsi mazide kalmış tozlu raflardaydılar Yeter düşündükçe düşünür düşünürdü düşündükçe dalar dalar giderdi..
Yeter için sıkıntılı bir gündü, her taraf kapkara bir havaya bürünmüş,
korkuyor gibi geldi ona, öyleydi de. Hava belirsiz biçimde her şeyin üzerinde dalgalanıyor, keder Yeter’in üzerinde bedenine hafif dokunuşlarla işliyordu,
kış rüzgârı da evinin duvarlarını terk etmişti, bir daha geriye gelmeyecek şeyler için, kurulan hayaller, düşlerdi bunlar. Her oldubittiden sonra içini kaplayan yorgunluk, alışılmış bir gidişin birden bire durması, uzayan bir titreşimin ani kesilişi yüzünden duyulan kederler kaplıyordu Yeter/in ruhunu. Yeter kederli, Yeter hüzünlü, Yeter umutsuzluk içindeydi aşkı Sami/si şimdi gözlerinin içindeydi, şimdi o daha büyüktü, daha güzel, daha hoş, daha silik bir halde canlanıyordu yıllar önce ayrılmış bırakmış değildi, evin duvarları bile
hala onun gölgesini yansıtır gibiydi gözlerini onun üzerine yürüdüğü şu halıdan, oturduğu şu boş koltuklardan ayıramıyordu.
Dere durmadan akıp gidiyor, kaygan kıyı boyunca, küçücük dalgacıklarını yavaç yavaş, sürüp bilinmeyene denize götürüyordu, dalgalar yosun tutmuş çalılıkların üzerinde, ıslıklar gibi mırıldanırken, aşkıyla, kıyıda kaç kez gezinmişlerdi yemyeşil gözlü Sami/si ile. Ne hoş güneşli günler görmüşlerdi
sonra bahçelerinin bitiminde, gölgelikte, baş başa ne hoş öğle sonları geçirmişlerdi Kaz dağlardan gelen o muhteşem serin rüzgâr beraberce miss gibiydi okudukları, kitaplarının sayfaları, çardağın yapraklarını titretiyordu,
ahh yaşamının tek hoş şeyi, gerçekleşebilecek, bir mutluluğun tek umudu gitmişti artık.
Aslında aşkım dediği erkeğini sevmemişti, sevmemiş olduğu için Yeter kendi kendine lanet ediyordu, onun dudaklarına susamış gibiydi, içinde, birden bire koşup ona yetişmek, kollarına atılmak, ben geldim bak seninim artık, demek için istek duydu, ama böyle bir şeyin zorluklarını düşündükçe, bocalıyor, duyduğu üzüntüyle daha da artan arzuları, bu yüzden daha güçlü bir hal alıyordu. O gün bugün Yeter can sıkıntılarını içine gömmüş, tüm duygularını, arzularını sadece hayalleriyle ağlıyordu, ona koşuyor, onu soluyor bu sönmüş ateşi karıştırıyordu, gelmiyor, gelmeyecek, hepsi onun için artık hayaldi..
Ekim ayının ilk günleriydi gök mavileşmiş, yapraklar kıpırdamıyordu Kaz dağların üzerinde sis vardı, ufukta tepelerin kıvrımları arasında buğular uzanıp gidiyordu. Bazı bulutlarda yırtılarak yükselip gözden kayboluyor, kimi kez bulutların arasından giren, bir güneş ışığı altında suyun kıyısındaki bahçeleri,
avlular, duvarlar, caminin minaresi görünüyordu. Çiçek açmış fundalıklar la dolu geniş alanlar vardı Yeter/in bahçesinde, bazen mor alanlar, harikaydı
bazen sık ağaçlar görünüyordu, ağaçlar yapraklarının türlerine göre kurşuni,
boz yaldızlı gibi duruyorlardı, çoğu zaman çalılıkların altında bir kuşun hafifçe, kanat çırpıp kaçışı, selamlıyordu sanki uçuşup meşe ağaçlarının üzerine, konan kargaların boğuk, hafif sesleri duyuluyordu. Her yer sessizlik içinde, ağaçlardan tatlı bir şey çıkıyor gibi. Sanki melodiler gibi dinliyor ya çıkar da gelirse telaşı başladı aslında Sami/sini bekler gibi.
Yeter/in yüreği yine çarpmaya başladığını, kanını, etinin içinde tıpkı sütten bir nehir gibi, dolaştığını hissediyor, korkuyordu, çok uzaklardan diğer tepenin üzerinde, belli belirsiz uzun çığlık duyar gibi oldu. Sürüklenen bir sesti bu, Yeter gerilmiş, sinirlerinin son titreşimlerine karışan ezgi gibi, hiç ses çıkarmadan bunu dinliyor korkuyordu Yeter için sanki dağlar yerinden oynamış gibi, çok önemli, bir şey oluyormuş olmuş gibi, Yeter/de önce baş dönmesi gibi bir şey oldu, ağaçlar, portakal ağaçları patikalar, hendekler arasında Serap görmüş gibi, sevmediği, özlediği aşkı yeşil gözlüsünü Sami/sini gözünün önüne geliyordu. Yapraklar titreşir, kamışlar ıslık sesler çıkarırken, onun kollarıyla kendisini sardığını hala hissediyordu. Yeter boşluklar içerisinde rüyalarında, Serap/ta, hatalarında, ayıplarında hep hep onu özlüyor, gözyaşlarını hep onun yokluluğuna akıtıyordu, biliyordu ki artık o hiç ama hiç gelmeyecekti..
Yeter bir gün kendi kendine süslendi, kokular süründü, ayna karşısına geçti.
Kendisi görüntüsüne şaşırdı, gözleri hiçbir zaman bu denli iri bu denli kahve renkli, bu denli derin bakışlı olmamıştı, benliğine, yüce bir şey yayılmış onu değiştirivermişti sanki. Kendi kendine, bir sevgilim var bir sevgilim var Yeşil/im, Sami/m diye yineliyor bunu düşündükçe, sanki yeniden erginlik ulaşmış bundan zevk alıyormuş, hoş duygulara kapılıyordu, en sonunda Yeter, sevginin zevklerine artık umudunu kesmiş olduğunu, mutluluğun yoğunluğuna kavuşacak sanıyordu. Olağan üstü bir şeyin içine girer gibiydi, her şey tutkudan, coşkudan,
sayıklamalardan oluşuyordu, mavimsi bir sonsuzluk her yanını sarmış duyguların doruğu, hat safhadaydı düşüncelerinin altında ışıldıyordu, sıradan, gündelik, Yeter/in yaşamı ise taa uzaklarda, aşağıda, boşlukta, yüksekliklerin arasında görünüyordu Yeter biliyordu ki bu yaşantısından arda kalan ömrünü, Hep derbeder, düşünceli yalnızlık içinde geçirecekti.
Ne mutluydu o zamanlar, ne özgürdü, ne umutluydu, ne çok düşünceler kuruyordu, şimdi bunlardan hiç biri kalmamıştı, bunların çoğunu geçirdiği,
duygusal maceralarında, birbirini kovalayan durumlarda, yani genç kızlılığında, evliliğinde, sevişmelerinde harcamış, iyi ama kimdi onu böylesine bahtsız eden?
Kendisini altüst etmiş, olan felaket neredeydi?
Kendisine acı çektiren nedeni arayıp bulmak, acılarının nedeni bulmak istiyordu, başını kaldırıp çevresine bakındı. Etajerdeki vazoların üzerinde, Nisan günün ışıkları oynaşıyordu, ateş yanıyordu, Yeter/in terliklerinin altında halının yumuşaklığını duyuyor, gün ışığı beyaz, hava ılıktı, her şey günlük güneşlikti berraktı, birden kalbindeki küller uçuşuyor, bukalemun gibi renk değiştiriyordu, erkeğini Sami/sini kendi elleriyle bırakmıştı..
Yeter düşündükçe düşünür, düşündükçe dalar dalar giderdi tozlu raflarındaki anıları durmadan depreşir ama onlar bir türlü harekete geçmezlerdi. Aslında aşkım dediği erkeğini sevmemişti, sevmemiş olduğu için kendine lanet ediyordu,
onun dudaklarına susamış gibiydi, bütün depreşen düşünceleri, hayalleri bir bir gözlerinin önünde sergileniyor buz gibi gözyaşları akıyordu. Kaz dağlarının eteklerinde esen oksijen ile beklentisi var gibiydi her yer sessizlik içinde,
ağaçlar dan tatlı bir şey çıkıyor gibi, Yeter/in yüreği yine çarpmaya başladığını,
büyük boşluklar içerisinde rüyalarında, Serap/ta, hayallerinde, ayıplarında hep onu özlüyor, derin derin düşüncelerinde benimde bir sevgilim var diyordu, derdi de, ne var ki sevgilisini bir aşk ile hiçbir zaman sevmemişti ki, ama çok bu yalnızlığında özlüyor hatta Kaz dağlarının en tepesindeki akıl almaz villasında gördüğü alt boşlukta Körfezin en güzel manzarasında denizin ihtişamı dağ evinde yukarı yamaçta birisi gelecek diye bakardı..
Hatta bazen Yeter körfezi seyre dalarken düşünürdü eskileri yâd eder gibi
doğrumu yaptım neden istemedim niçin yalnızım aklından bir sürü nedenler geçerdi oynaşırdı kelimeleriyle aynı seyre daldığı Körfezin dalgaları gibiydiler düşünceler. Bugün günlerden Cumartesi yapraklı takvimi o güne kıvırmış
denize bakan odadaki masasını hayalindeki gibi süslemiş akşamın altısı yaklaşmış tüm sevdiklerini koymuş dalarcasına hiç hareket etmeden daldı Körfezin masmavi dalgalarına baka kalmıştı. O kadar dalmış hayallere ki
kapı tokmağının vurulduğunu duymamıştı kapı açıldığında öylesine bakar oldu
kıpırdayamaz bir halde ayağa kalktı birisi tekerlekli arabayla onu getirmiş
salona bırakmış duruyorlardı oydu sevmediği aşkım diyemediği
senelerdir de hayal kurduğu karşısındaydı Yeter ben hayal mi görüyorum
bu gördüğüm gerçek mi rüyada mıyım?
Sevinçten mi neden ağlıyordu.
Ellerini sonsuza kadar sanki açmış Yeter/im diye bir haykırışı vardı ki
ses titreşimleri Kaz dağlarına gidiyor oraya buraya çarpıyor dönüyor
daha ekolu geliyordu Yeter kalktı bir adım attı sonra bir adım daha
daha sonra üç ve dört adım sonra elleri sonuna kadar açık. Hadi gir kollarıma der gibi. Gözlerinden akan sımsıcak göz yaşlar ile o titrek elleriyle belki de sarılmak istedi. Ağlıyor du gözyaşları yakar gibi damlıyor bu gerçek aşk yaşlarıydı hiç bir zaman diyemediği aşkımmmmm Sami’/ciğimmmm sesleri de dağılıyordu. Dört bir tarafa yankılanıyordu sevinçliydi hem de olmadığı kadar
hem ağlıyor hem son nefesine kadar aşkım Sami/ciğim diyordu ne olmuştu ne değişmişti bu zamana kadar neden beklemişti de. Yanar dağ patlaması gibi
haykırmaya başlamıştı Yeter mutluydu.
Sami/ciği bunca seneler sonrasında hazırlığını yaptığı yaş gününde sürpriz di
değmiş ti hazırlıkları neden demişti neden şimdi geldin Sami/si son bir şans dedim seni hep sevdim benim tek aşkım dın. Neden beni görmedin o yazdığın son mektup hala yanımda okudukça hep ağladım seni düşündüm ben senindim Yeter de ağlıyor ağlıyordu işte bu mucize idi sevinçli ve mutluydu. Balkona geçtiler Yeter hadi geçenleri anlat dediğinde Akşam karanlığı çökmüş gün batmış Kış gelmiş yeni Yaz başlamış onlar hala hiç sıkılmadan oturdukları yerde anlatıyorlar dinliyorlardı Yeter/se istemediği sevmediği aşkı Sami/si yeşil gözlüsü ile, bundan sonra mutluydular. Yeter acaba diyor mudur ki. Neden istemedim neden bekledim neden geldi. Her neyse ikisi de çok çok mutlular sevmediğim dediği aşk/ı ile. İmkânsız aşk/ı şimdi yaşıyorlar….
Sami Arlan..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.