- 389 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UĞRULAR
Yazan: M. Sabri HABERVEREN
Paraları yeni paylaşmışlardı. Üç kişiydiler. Son vurgundan 100 altın lira düşmüştü her birisine. Yorgunlukları henüz geçmemişti. Kirli uzun tırnaklı bir el gaz lambasının fitilini kıstı. Ortalıkta dolaşan son sineklerde, örümcek ağları sarkan tavana yapıştılar kurşun ağırlığı ile. Toprak odaya uykuya dalan 3 insanın mırıltıları hakim olmaya başladı. Kapalı pencerelerden biri yelin tesiri ile gıcırtıyla ağır, ağır açıldı. Köpek havlamaları, köy meydanına dökülmüş gübre kokuları doldu açılan pencereden. Birden üç uğrunun bulunduğu evin kapısı sert, sert vuruldu. Üç çift göz gizli bir korkuyla, kısılmış lambanın karanlığında birbirini buldu. Üç el, üç mavzere yapıştı. Çatlak bir ses Kürtçe :
-Wa kiyee ? (Kim ooo ?)
diye bağırdı. Kapıdaki biri:
-Ramazan ağa hemen sizi istiyor.
Diye heyecanla konuştu. Üç kişi rahat birer nefes aldılar. Uykuları falan kalmamıştı. Üç el, üç mavzeri kirli şiltelerin altına itti.. Pırıl, pırıl üç tabancayı kuşaklarının arasına gizledi. Üç kişi eğilerek çıktı dışarı alçak kapıdan birer, birer.
***
Ağa sigarasından derin bir nefes çekti. Sigara yalazlandı aniden, sonra eski halini aldı ağır, ağır tüterek. Adamın ağzından çıkan dumanlar, tavandaki öteki dumanların arasına itişerek girdiler. Tavandaki dumanlar dalgalandı. Odanın bir köşesinden gelen kör, titrek bir ışık aydınlatıyordu etrafı. Duvarda çaprazlamasına asılmış üç mavzer görünüyordu. Odada bulunan bağdaş kurmuş Remo ağa, karşısında ikircikli duran ve kıvranan üç kişiye bakıyordu. Bağdaş kurmuş oturan kişi bir Kürt ağasıydı. Karşısında duran üç kişi ise kendi köyünde oturan kişilerdi. Ağa, uğruların taa güneydeki ünlü bir kısrağı çalıp, kendisine getirmelerini istiyordu. Üç kişi, sanki bir kişiymiş gibi düşünüyorlardı. Ağa şimdiye kadar onların usta bir uğru, hırsız olduğunu bilmiyordu. Nasıl olmuşsa şimdi bunu öğrenmişti. Güneydeki ünlü Arap kısrağını istiyordu. Bu kısrağı getirirlerse, kendilerine, ailelerine ve çocuklarına bir şey yapmayacaktı. Kısrağı getirmezlerse sonları ölümdü. Kararını, yargısını vermişti Ramazan ağa bir kez. Gerçi, kabul etmeleri halinde bu işin ucunda da ölüm vardı. Acımasızlığını, katılığını bildikleri ağanın tehdidi, uzaktaki ölümden daha ağır görünüyordu. Üç kişi:
-Peki ağam kabul.
Dediler birer birer… Sedirde bağdaş kurmuş, Ramazan ağa sarma sigarasından derin bir nefes çekti. Memnun, memnun ellerini ovuşturdu. Gülümseyerek üç kişiye, üç kese attı. Keseler şangırtılarla yerdeki keçenin üzerine düştü. Ağa duvarda çaprazlamasına asılı duran üç mavzeri gösterdi.
-Alın lan. Lazım olur..
Dedi.
***
Yıldızlar alay ediyorlardı üç uğru ile. Üç kişi uzaktan bir obayı gözlüyorlardı. Vakit geceydi. Obanın ortasında koca bir odun yığınından alevler yükseliyordu. Yalazlar ortalığı aydınlatıyordu kızıl, kızıl. Yanda çitle çevrilmiş bir alan vardı. Çitin dört köşesinde dört silahlı nöbetçi duruyordu. Çitin ortasında ise ağanın istediği ünlü kısrak duruyordu. Kısrak ayaklarından, bukağılarla, uzun zincirlerle bağlıydı. Epeyi bir süreden beri, bu obanın arkasına takılmışlardı. Uzaktan takip ediyorlardı. Kısrağı nasıl çalabileceklerini anlamaya çalışıyorlardı. Birden enselerine birer soğuk namlu dayandı üç kişinin. Yorgunluk, açlık, susuzluk ve ümitsizlik meşhur üç uğrunun dikkatlerini dağıtmış olmalıydı. Artık ağalarının öldürmesine lüzum kalmamıştı. Obabaşının yanına getirdiler yakaladıklarını… Obabaşı ne aradıklarını, günlerden beri obayı gözetlemelerinin, takip etmelerinin nedenini sordu. Üç uğru ümitsizce
-At …
Dediler yalnızca. Sonları gelmişti. Obabaşı:
-Üç çukur kazın…
Dedi. Bir başka üç kişi üç kazma ile üç derin çukur açtı. Üç uğruyu çenelerinin altına kadar, sadece başları dışarıda kalacak şekilde ayakta dururmuşçasına çukurlara gömdüler. İyice sıkıştırdılar toprağı. Sulayıp tekrar sıkıştırdılar. Uğruların başları vardı sadece toprağın üstünde. Birbirlerini görebilecek şekilde gömülmüşlerdi. Üç çift göz umutsuzca buluştu. Yazgıları belli olmuştu artık. Oba ise hemen yüklendi. Başka bir yere doğru göç etti. Odunların yalazları, alevleri kalmadı artık. Közler kızıl kızıldılar karanlıkta. Sonra onlarda söndüler… Yıldızlar alay ediyordu üç uğru ile…
***
Güneşin doğması ile birlikte acılarda başladı. Islanmış toprak güneşin altıda kuruyor, kururken de uğruların ellerini ayaklarını vücutlarını da sıkıştırıyordu. Açlık, susuzluk ve sıcak eritiyor, eritiyordu üç uğruyu. Bir sinek vızıldadı, kurşun ağırlığı ile avının burnuna kondu. Keyifle dolaşmaya yalamaya başladı avını. Üç uğru dermansız, ancak kanlı gözleri ile bakıyorlardı birbirlerine. Biraz sonra uzaklardan, açlıktan karnı beline yapışmış bir sırtlan göründü. Yeri koklayarak ilerliyordu. Birden yerde, üç uğrunun yuvalarından fırlamış gözleri ile karşılaştı. Ürktü. Kaçtı. Biraz uzağa oturdu. Gözetlemeye başladı. Belli ki şimdiye kadar böyle bir şey görmemişti. Şimdiye kadar gördüğü insanlar, hep peşine düşmüş, kendisini kovalamışlardı. Ama bunlar, nedense öyle yapmıyorlardı. Elleri ayakları vücutları yoktu bunların. Bir tuhaflık vardı. Dikkatle izlemeye başladı. Uğrular sırtlanı korkutmak için birlikte bağırdılar. Fakat canavar olduğu yerde oturmaya devam ediyordu. Karasineklerde çoğalmış, keyifle uğruların burun deliklerine gözlerine girip çıkıyorlardı… Birden canavar, bir köpek gibi yeri kazmaya başladı ön ayakları ile ve görünmez oldu. Üç çift göz korku ile izliyordu bunu. Canavar tünel kazıyordu bedenlerine dişlerini geçirebilmek için. Üç uğrudan biri “Ahhh” diyerek göçtü. Ağzından gelen kanın üzerine jet hızı ile iki sinek kondu. Kalan iki Kürt hırsızı ağalarına karşı müthiş bir kin duydular. Bu arada sırtlan, gerisin geriye kazdığı tünelden çıktı, gitti. Ağzında arkadaşlarının akciğeri vardı galiba… Sinekler, arkadaşlarının ağzından akan kanın üzerinde dolaşıyor, burun deliklerine, göz çukurlarına, girip çıkıyordu uğrunun… Ertesi gün sırtlan, diğer uğrunun ciğerini de afiyetle yedi. Cesetleri sinekler kapladığı için yaşayan uğrunun kafasının gölgesine uzandı. Karnı doymuştu. Şimdi iyice gölgeye çekilmeliydi. Uğru birden ağzının kenarına dayanmış olan sırtlanın boynuna dişlerini sıkıca geçirdi. Hayvan korkuyla kurtulmak için, delice çabalamaya eşinmeye başladı. Uğru birden kolunun oynadığını hissetti. Bir kolu kurtulmuştu. Isırdığı hayvanı bıraktı. Sırtlan garip sesler çıkararak kaçıp gitti. Uğru kurtulan kolu ile yeri kazmaya koyuldu. Sinekler cesetlerin ağızlarına, burunlarına giriyorlardı…
***
Sağ kalan uğru, ünlü, kısrağın bulunduğu obayı gözlüyordu… Uzun süre bu gezici obayı, bulmak için çalışmıştı. Arkadaşlarının ve kendisinin çoluk çocuğunu, Ramazan ağadan kurtarmak için, bu atı çalıp ağasına götürmesi gerekiyordu. Bunun için nöbetçilerin alışkanlıklarını, her gün kontrol ediyordu. Sabaha karşı nöbetçiler yarı uyanık vaziyette oluyorlardı. Uyumamak için çiğnedikleri kenger sakızının ağızlarından alınması yeterliydi. Uğru nöbetçinin birine yaklaştı. Bir atın kuyruğundan koparmış olduğu kılı nöbetçinin ağzına uzattı. Sakız kıla yapıştı, uğru çekip aldı sakızı. Nöbetçi uyudu. Sakız kıla yapıştı, nöbetçi uyudu. Sonra yavaşça atın bukağılarını, zincirlerini çözdü. Sessizce eğerledi atı. Bu ata, kurşunun bile yetişmez olduğu bir efsane gibi anlatılıyordu o zamanlar. Bu at için iki arkadaşı gözlerinin önün de ölmüş; kendisinin ölmesine de ramak kalmıştı. Bir mavzer aldı yerden ve atın sırtına atladı. Hışımla atı topukladı. Uğrunun altındaki at yel gibi uçmaya başladı. Bir iki silah sesi duydu. Sonra karanlığa karıştılar at ile uğru.
***
Ailesinin çoluk çocuğunun olduğu köye vardığında gün, akşama erişiyordu.
Köylüler uğruyu tanımışlardı.
-Hamo hat, Hamo hat. (Mehmet geldi, Mehmet geldi)
Diye, bağırmaya başlamışlardı. Ramazan ağa diğer bir deyişle, Remo ağa sesleri duydu. Dışarı çıktı. Adamlarına dikkatli, olmalarını tembihledi, Belindeki Barebellum tabancanın namlusuna mermi sürdü. Sekiye geçti. Oradaki mindere kuruldu. Mehmet’i getirdiler at ile birlikte adamları. Atı ahıra götürmelerini emretti Remo ağa. Sonra yanına çağırdı Hamo’yu. Neler olduğunu bittiğini, bu kadar zamandır nerelerde olduklarını sordu. Remo sordu Hamo anlattı olanları. Sonunda Ramazan Ağa Uğruya:
-Aferin Hamo. Bu altınlar senin…
Diye üç kese attı önüne. Sonra adamlarına seslendi Ramazan ağa:
-Bana kütükle satırı getirin.
Et kesmek için kullanılan kütük ve yağlı kocaman bir satır geldi. Ramazan ağa uğruya, bu kısrağın bir daha çalınmasını istemediğini, bunun için ellerini kütüğün üstüne koymasını istedi. Uğru başına gelecekleri anlamış, çaresizlikle kıvranıyordu. İtaat etmese karısına, kızına tecavüz edilecek, kendisi ve ailesi yok edilecekti. Sadece:
-Yapma ağam.
diyebildi. Uğru ellerini kütüğün üzerine koydu. Katı kalpli Ramazan ağa itina ile satırı vurdu. Uğrunun bileklerinden fışkıran kanı sicimlerle boğdular. Sonra ateşte kor haline getirilmiş bir demirle her iki bileğini dağladılar. Bayılan uğruyu alıp altınları ile birlikte evine götürdüler… Ramazan ağanın sekisinde, kütüğün üzerinde bileğinden kesilmiş iki el kaldı. Birde uğru Hamo’nun hikayesi kaldı yıllarca…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.