- 1602 Okunma
- 3 Yorum
- 8 Beğeni
KABUK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Doğadaki canlı cansız birçok varlığın dış yapısını oluşturan kabuk, aynı zamanda o varlık için çok önemli bir koruyucu katmandır. İlginç bir şekilde kabuk, İnsanın dil kültüründe de çok önemli yer tutar. Öyle ki, dünya halk dillerinde de geçen ve insan psikolojisine dönük,’’ kabuğuna çekilmek, kabuğunu kırmak, kabuğunu beğenmemek’’ türünden çeşitli anlatımlarla yaşam ve insan ilişkisi kabuk üzerinden tanımlanmaya çalışılmıştır.
İnsan, biyolojik yapısı itibariyle kabuklu bir canlı değildir ama neslini ve alışkanlıklarını sürdürebilmek için kendince bir tür koruma kabuğu oluşturmuştur. O kabuk ta binlerce yılda oluşturduğu kültürdür.
İlk gençlik çağlarımızda arkadaşlarla bir araya geldiğimizde bazen dünyanın geleceğine dönük, siyasi, kültürel ve teknolojik anlamda tahminler yürütür ve o dönemin teknolojik şartlarına göre zihnimizde oluşturduğumuz bilim kurgu senaryolar üzerinden fikirler üretip aramızda tartışırdık. O günlerde ürettiğimiz fikirlerin en uçuk kaçık olanı, genellikle bir gün gelecek arabalar uçacak, uçan arabalar olacak şeklinde oluyordu. Çünkü o yıllarda görsel anlamda beslenip fikir üretebildiğimiz tek uçabilen araç, uçak ve türevleri oluyordu.
O yıllarda uçağa binip uçamasak ta görsel anlamda faydalandığımız ve fizik kurallarına göre uçabilen mekanik bir araç olan uçaktan esinlenerek arabalarına da uçabileceğini düşünüyor ve bu bağlamda tahmin yürütebiliyorduk. Ancak, uçan arabanın teknolojik alt yapısının nasıl olacağına dair en küçük bir fikre sahip değildik. Yani teknolojik anlamda yeterli bilgi ortaya koyamıyorduk. Mesela hiçbirimiz uçan arabadan önce internet denilen bilişim teknolojisinin gelebileceğini bilmiyor nasıl bir şey olabileceğini hayal dahi edemiyorduk. Ya da teknolojinin gelişim sürecinde nelerin olabileceğini örneğin; evlerimizdeki telefonun gelecek de bir gün cebimize girebileceğini, üstelik görüntülü görüşebileceğimizi veya video seyredebileceğimizi, Whatsapp, facebook vs gibi paylaşım sitelerinin olabileceğini aklımızın ucundan bile geçiremiyorduk. Bankacılık işlemlerinden, hastane randevu sistemine kadar vesaire hayatımızı kolaylaştıracak nice teknolojik gelişimi zihnimizde oluşturup hayallerimize dahi dökemiyorduk. Kısacası o tarihte kurabildiğimiz bilim kurgu hayaller genellikle görselliğe dayalı zihnimizdeki tek boyutlu elektron yansımalarından başka bir şey olmuyordu. Olmaması da doğaldı. Çünkü her teknolojik gelişim, insanın boyutsal düşünce yapısının katsayılarını oluşturuyordu. Dolayısıyla o yıllarda görsel anlamda beslenebileceğimiz yeterli teknolojik gelişim evresine ve beraberinde düşünce alt yapısına sahip değildik.
İlerleyen yıllarda günlük yaşantımızın her alanında bilgisayar kullanımının yaygınlaşması ve sonrasında, uluslar arası elektronik yayın ağının yani internetin, hayatımıza girmesiyle olaylara bakış açımız değişmiş, başka kültürleri fark edip daha yakından tanımamızı sağlamıştır. Üstelik tek boyutlu olan bilim kurgu hayallerimiz, çok boyutlu fantezilere dönüşmüştü. Aslında bilinç düzeyimize tam olarak taşımasak ta bu değişim sürecinin sosyal hayatın her alanında olumsuz düşünce yapılarını, sağlıklı düşünce biçimine evirilmesi açısından çok önemli bir işlevi vardı. Dolayısıyla bu evirilmeyi olumlu yönde bir fırsat olarak görmek gerekirdi. Öyle ya dünyanın farklı kültürlerinden insanlarla yazışıp sesli ve görüntülü görüşmek bir tuş mesafesinde idi. Dolayısıyla bu durum milletlerin kendi kültürünü ve tarihini başka milletlere tanıtması için bu müthiş bir fırsattı.
İtiraf etmek gerekirse bilişim teknolojisinin hızı ve baş döndüren gelişim sürecinden dolayı dünyanın her ülkesinde yaşayan insanların hayata bakış açılarında önemli değişiklikler olacağını, gelenekçi düşünce yapısından vazgeçeceklerini düşünüyordum. Yani modern çağ döneminin bilişim teknolojilerini yaşarken geçmişiyle ilgili tüm bağlarını koparmış olmalarını bekliyordum. Fakat öyle olmadığını çok net bir şekilde gördüm. Tanıdığım farklı kültürlerden ve etnik kökenlerden insanların tamamı, ülkelerinin siyasi tarihlerine, krallarına, kraliçelerine, dindar bir hayatı yaşamasallarda dini sembollerine papalarına piskoposlarına kısacası, din önderlerine ve tarihi şahsiyetlerine kültürlerine fanatik düzeyde sahip çıktıklarına tanıklık ettim. Mesela monarşinin temsilcisi olan kraliçelerinin doğum gününü sarayın önüne toplanmış milyonlarca insan coşkuyla kutluyordu. Havaya savurdukları konfetilerle, gökyüzüne bıraktıkları rengârenk balonlarla ve hep bir ağızdan söyledikleri şarkılarla toplandıkları meydanda tarifsiz bir gurur ve heyecan yaşıyorlardı. üstelik bu görüntüler ülkelerindeki ulusal televizyon kanallarından canlı olarak yayınlandığı gibi dünya televizyonlarının haber bültenlerine de konu oluyordu.
Nasıl oluyordu böyle bir şey???’’ Öyle ya, modern olmanın ön şartı siyasi tarihini inkar, tarihi şahsiyetlerine hakaret ve kendi kültürünü dışlamak değimliydi?!’’
Tabi ki değildi. Çünkü dünya kendi kültürüne, tarihine ve tarihi şahsiyetlerine sahip çıkarak da medeni ve modern oluna bilineceğini gösteren sayısız örneklerle doludur.
Mesela, Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Ruslar, Almanlar, Japonlar, vesaire, bu milletlerin tümü kültürleri ve tarihleri ile çok övünen bir anlayışa ve ülke politikalarına sahiplerdir.
Oysa bu milletlerin tarihlerine bakıldığında pek öyle övünmelerini gerektirecek siyasi ve kültürel bir geçmişleri olmadığı görülür. Sömürgecilikle, barbarlıkla ve ilkellikle dolu tarihleri olmasına rağmen, kültürlerine, tarihlerine ve tarihi şahsiyetlerine çok bağlı milletlerdir. İşin ilginç yanı bu ülkelerin hemen hepsi ileri teknolojik gelişmişlik seviyesine sahip olmalarına rağmen gerçek anlamda övündükleri şeyler enteresan bir şekilde yüz yıllar öncesine dayanan kültürleri, tarihleri ve tarihi şahsiyetleri oluyor.
Aslında böyle olması çok insani ve son derece doğal bir durumdu. Nihayetinde insanoğlu sosyal bir varlıktır. Sosyal bir varlık olduğu için de kültürel değerlerine ve genetik köklerine bağlı kalmak ve bu şekilde kendini daha mutlu ve güvende hissetmek ister.
Çünkü kültür, binlerce yıldan süzülüp gelen yüzlerce yılda şekil alan ve insanın hayatına kattığı onu sarıp sarmalayan çok önemli bir yaşamsal oluşumdur. Başka bir ifadeyle bir toplumun, duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının toplamıdır. Daha derinlikli bir tanımlamayla; Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada ve sonraki kuşaklara aktarmada insanın doğal ve toplumsal çevresine sunduğu egemenliğinin ölçüsünü gösteren değerlerin tümüdür insanın kültürü.
Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi bir toplumun varlığını sürdürebilmesi için, tarihsel değerlerini, dinsel değerlerini ve folklorik araçlarının, hepsini bir potada eriterek, ahlaki kriterler, görgü kuralları ve buna bağlı olarak ta yaşamsal değer yargılarını oluşturma zorunluluğu vardır.
Kısacası, bir ülkede din kültürü başta olmak üzere, tarihi ve kültürel değerlere dönük inkâr üzerine kurulu eğitim politikaları uygulanmaya başlanmış ve bir önceki devletin siyasi yapısı bir sonraki devletin siyasi düşmanı olarak gösterilmiş ise o millet ve devlet için, yok olmaya kadar gidecek çok tehlikeli bir süreç başlamış demektir. O tehlikenin korkutucu boyut alıp almaması, inkara dayalı hastalıklı zihniyetlerin toplum üzerindeki etkinliği yeni rejimin siyasi yapısını övmek adına uygulanan ret ve aşağılama politikalarının toplumun geneline yayılma hızına ve etkinliğine bağlıdır.
Kendi değerlerini dışlayan yok sayan kültürel asimilasyona uğramış kesimlerin aykırı düşünce yapıları ve marjinal yaşam tarzları beraberinde toplumsal çatışmaların fitilini ateşleyeceği gibi demokratik rejimin geleceğini de tehlikeye sokar. Daha açık bir ifadeyle radikal kesimlerin ellini güçlendirir. Bu konuda İran’da yaşanan rejim değişikliği, kültürel asimilasyonun sonuçları itibariyle bir ülkenin ve milletin gelebileceği son nokta olarak çok önemli bir örnektir!
İran İslam devrimine gelinen süreçte kültürel değerlerinden ve kendi kabuğundan utanan marjinal kesimler, yıllarca İran halkının değer yargılarını hiçe sayarak toplumun sinir uçlarına dokunacak söylem ve yaşam biçimleriyle mütedeyyin kesimleri radikal dincilerin siyasi çizgisine getirmiştir.
Nihayetinde modern İran’ın ulaştığı medeniyet seviyesi ve demokratik devlet yapısı marjinal kesimlerin sınırsız özgürlük talepleri ve demokrasinin istismarı yüzünden 1979 yılında mollaların din devletine dönüşmüştür.
İşin ilginç yanı İran şahının devrilmesine ve rejim değişikliğine neden olan dış destekli marjinal kesimlerin bir bölümü yurt dışına kaçıp, önemli bir bölümü de mollalara direnç göstermeyip durumu kabullenirken, İran da kurulmak istenen din devletine karşı çıkıp radikal mollalara direnç gösterenler inançlı ve dindar İranlılar olmuştur. Yani bu uğurda ölenler modernlikle toplumsal değerlerin bir arada olabileceğini savunan insanlardır.
İran İslam devrimine gelinen süreçte göstermiştir ki, yaşanabilecek olası bir rejim değişikliği tehlikesinden uzak durmanın yolu ve bu sürece girilmemesinin tek koşulu bireylerin kültürel değerlerine, toplumun değer yargılarına saygı duyulmasına ve milletin demokrasi kültürünün geliştirilmesine bağlıdır.
Dünya tarihi göstermiştir ki, kültürlerine bağlı soylu milletler, kendi tarihlerine sahip çıkıp, tarihi şahsiyetlerini yücelterek günümüzün güçlü ülkeleri arasında olmuşlardır.
Çünkü insanlık hangi teknolojik seviyeye ulaşırsa ulaşsın, mutlu ve sağlıklı bireyler, yüzlerce yılda şekil alan kültürel zenginlikle sosyalleşir ve binlerce yılda oluşan kültür kabuğunun içerisinde güvenli bir hayatı sürdürebilirler.
Aksi taktir de kültürüne ve toplumsal değer yargılarına sahip çıkmayan milletler sayısal çoğunlukları ne olursa olsun yok olmaya mahkumdur. Kaldı ki, bir millet tarihine ve kültürüne sahip çıkarak ta muhasır medeniyetler seviyesine ulaşılabilir.
Serhat BİNGÖL 21.11.2020
YORUMLAR
Değerli kardeşim, bu gerçekten güzel bir yazı...
Evet; birey de, toplum da gelecek hayalini kendi geçmişi, tarihi, tecrübesi, zaferleri ve mağlubiyetleri bağlamında kurar...
Dolayısıyla, Türk milletinin gelecek hayalini kolaylaştıran zengin geçmişinin bölünmesi ve bir kısmının inkar edilmesi onun hayal kurma imkanlarına ve iradesine set çekmek olur ki, bunun da Türk milletinin ne kadar yararına olup olmadığı anlaşılmayacak durum değildir...
Uzatmaya gerek yok...Sen çok iyi ifade etmişsin meseleyi...
Selam, sevgi ve saygılarımla.
Serhat BİNGÖL
İnsan ister istemez şu soruyu kendine soruyor; adamlar sembolikte olsa krallıklarını, prensliklerini yaşatırken kaldı ki, bazı ülkelerde cumhuriyetle ve demokrasiyle yönetiliyor olmasına rağmen kralları da kraliçeleri de ciddi bir siyasi işlerliğe sahip, öyle ki, bakan atayıp bakanlıların ve başbakanın istifasını sunduğu bir merci konumunda oluyorlar. O zaman biz niye tarihimizle kavga edip, tarihi şahsiyetlerimiz arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılıyoruz?!'' Bunun böyle olmasını kim istiyor?!'' Kültüründen koparılmış bir milletin kime ne hayrı olur ve bu olumsuz durum kimin işine yarar?!'' Üstelik Cumhuriyetimizin kurucusunun monarşi dönemine ve o dönemin siyasi şahsiyetlerine dönük söylenmiş tek bir kötü sözü yokken, bu karşıtlık niye?!''
Diyorum ya hocam insanın kafasına cevabını aradığı onlarca soru takılıp duruyor. Neyse konu siyasi bir boyut almasın ama şuna içtenlikle inanıyorum. Bir gün Cumhuriyetimizin kurucuları da bu toprakları yurt edinmemiz için yüz yıllardır savaş meydanlarında kılıç sallamış tarihi şahsiyetlerimizde hak ettikleri saygı ve sevgiyi toplumun her sosyokültürel düzeydeki insanlarından görecek ve o insanlarının ortak değeri olacaktır. Sadece o şuura ulaşmamız için biraz zamana ihtiyaç var.
Yorumunuza ve ilginize çok teşekkür ederim.
Saygı ve sevgilerimle..
Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi bir toplumun varlığını sürdürebilmesi için, tarihsel değerlerini, dinsel değerlerini ve folklorik araçlarının, hepsini bir potada eriterek, ahlaki kriterler, görgü kuralları ve buna bağlı olarak ta yaşamsal değer yargılarını oluşturma zorunluluğu vardır.
tüm hassasiyetleri içerisinde barındıran sayfayı ve yazarını yürekten kutluyorum
Serhat BİNGÖL
Saygı ve sevgilerimle..
Serhat Bey kaleminize sağlık, son zamanlarda okuduğum en doyurucu bir yazıyı kaleme almışsınız. Tebrik ediyorum, vıcık vıcık insan gelişimine katkısı olmayan sözüm ona aşk yazıları bana bir şey ifade etmiyor. Aşk çok önemli ama onurlu ve vakur bir duruşu olursa, yoksa aşkı küçümsediğimizden değil. Aşkın mutlulukların anahtarı olduğunu bilen biri olarak bir adap çerçevesinde olursa daha anlamlı olacağını bertmek istiyorum. Sosyolojik bir yazıyı kaleme aldığınız için tebrik ediyorum.
Serhat BİNGÖL
Dediğiniz gibi aşka da aşkla ilgili yazılara da hürmetimiz vardır elbet, fakat yaşamın başka değerlerinin de olduğunu bilmek gerekir bizi biz yapan kültürümüz siyasi tarihimiz ve sahip olduğumuz bu toprakları bizlere yurt edindiren tarihi şahsiyetlerimiz gibi... bu değerlerimizin de farkında olur ve kıymetini bilirsek daha mutlu ve özgüvenli bir toplum oluruz. Böyle bir toplumdaki bireylerin aşkları da daha bir anlamlı olur diye düşünüyorum.
Saygı ve sevgilerimle